ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki’nin Washington Post’un “Türk-Amerikan ittifakının çatırdadığı”na dair yazısını yalanlaması ve iki ülke arasında birçok alanda sıkı işbirliğinin devam ettiğini belirtmesi, Obama yönetiminin bazı görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye’ye verdiği önemi gösteriyor.
Ankara’da bu konuda resmi bir açıklama yapılmamakla beraber, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerin halen bulunduğu nokta hakkındaki görüşünün de Washington’unkinin doğrultusunda olduğu kuşkusuz.
Aslında Türk-Amerikan ilişkilerinin son zamanlarda geçirdiği sarsıntılar karşısında iki tarafın da aralarındaki ittifaka ve işbirliğine verdikleri değeri vurgulamalarında fayda vardır. Bu en azından karşılıklı olarak yapılan bazı eleştirel konuşmaların veya yayımlanan bazı olumsuz yazıların yansıttığı kuşkuları ve güvensizliği yatıştırabilir...
Yeni değil
Aslında Washington Post’un dile getirdiği görüş yeni değil. Bir süreden beri ABD medyasında, düşünce kuruluşlarında ve Kongre çevrelerinde (hatta bazı diplomatların özel konuşmalarında) Ankara ile Washington arasında ciddi anlaşmazlıkların bulunduğu, Türk hükümetinin bazı meselelerde aldığı tutumun ve kullandığı üslubun rahatsızlık
Türk hüküme- tinin verdiği izinle Iraklı Kürt peşmergeler ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) askerleri Kobani’de IŞİD’e karşı savaşmak üzere Türkiye’den geçtiler.
Bu olayın birkaç bakımdan taşıdığı önemi şöyle özetleyebiliriz:
* Suriye’de Kobani’de odaklanan IŞİD saldırılarına karşı şimdiye kadar PYD’ye bağlı Kürt direnişçileri savaşıyordu. Bu çatışmalara da ABD ve bazı koalisyon ortakları hava harekâtıyla katılıyordu. Şimdi ilk kez “dışarıdan” gelen birlikler IŞİD’e karşı bir kara harekâtına katılmış olacaklar.
* Kobani’de altı haftadan beri IŞİD saldırısına ve kuşatmasına karşı direnen PYD savaşçıları daha modern ve ağır silahlarla donatılmış peşmerge ve ÖSO birlikleri sayesinde, kenti daha rahat koruyabilecekler. Ne var ki 155 peşmerge ve 200 Suriyeli askerden oluşan bu iki birliğin, insan ve malzeme bakımından çok daha üstün olan saldırgan IŞİD’in Kobani’den atılmasına ne kadar yardımcı olabileceği büyük bir soru işareti...
* ABD ve koalisyon, Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesini önlemek için nihayet “dışarıdan” kara birliklerinin gelmesinden çok memnun. Aslında ABD başta ve Türkiye’de dahil olmak üzere, hiçbir ülkenin bu cepheye kendi askerlerini göndermek niyetinde
Arap Baharı 18 Aralık 2010’da -rejimi protesto eden bir gencin kendisini yakmasıyla- Tunus’ta doğdu, kısa zamanda Libya’dan Mısır’a, Suriye’den Yemen’e kadar geniş bir Arap coğrafyasında yayıldı.
Yaklaşık 4 yıl sonra bu tarihi uyanış hareketi tek bir ülke dışında diğerlerinde ya öldü ya da can çekişiyor.
O ülke Tunus’tur.
Bu Kuzey Afrika ülkesinde halkın sokaklara dökülmesi sonucunda dikta rejiminin devrilmesinden sonra demokrasinin yolu açıldı. Farklı eğilimli siyasi gruplar faaliyete geçti, yeni bir anayasa hazırlandı, geçici meclis seçimlerinden birinci parti çıkan ılımlı İslamcı Ennahda hareketi, ufak liberal partilerle bir koalisyon hükümeti kurdu...
Tunus böyle bir dönüşümle günümüze geldi. Ve ülke, geçen pazar günü yapılan genel seçimlerle, demokratik rejimini pekiştiren veya bir diğer deyimle Arap Baharı’nı canlı tutan bir adım daha attı.
Yeni alternatif
IŞİD’in uluslararası platformda yarattığı fırtına, birçok önemli sorun gibi Ukrayna krizini de adeta unuturcasına geri plana itti.
Oysa daha birkaç hafta öncesine kadar dünya Ukrayna meselesiyle çalkalanıyordu. Ülke kanlı bir iç savaşa sürüklenirken, Batı ile Rusya arasında tırmanan gerginlik Soğuk Savaş’a dönüş korkusunu yaratıyordu.
Bu hava geçen ay dış güçlerin de desteğiyle sağlanan ateşkes sayesinde yatışmışsa da sorun halledilmiş, kriz atlatılmış değil.
Bu arada Ukrayna, önceki gün yapılan parlamento seçimleriyle gene dikkatleri üzerine çekmiş bulunuyor. Bu ilginin sebebi, seçim sonucunun Ukrayna krizinin ve dolayısıyla uluslararası ilişkilerin seyrini etkilemesi olasılığıdır. Şu anda merak edilen husus da bu etkinin ne yönde olacağıdır.
Yüzler Batı’ya dönük
Sandıktan çıkan sonuç, geçen mayısta Cumhurbaşkanı seçilen Petro Poroşenko’nun başını çektiği blok ile onun gibi Batı yanlısı olan partilerin lehinde oldu. Poroşenko’nun deyişiyle, bu eğilim dörtte üç oranında destek gördü. Aralarında devrik Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’i destekleyen Rus yanlısı muhalifler ise azınlıkta kaldılar.
Önceki akşam Kanada’nın başkenti Ottawa’da parlamentonun silahlı bir saldırıya uğradığına ve saldırganın öldürüldüğüne ilişkin haber henüz gelmişti ki, İstanbul’da yemekli bir toplantının konuğu olan eski Kanada Başbakanı Paul Martin podyumda konuşmasını yapmak üzereydi.
Ünlü politikacı sözlerine bu olaya değinerek başladı. “Kanada dünyanın en sakin ülkelerinden biri olarak bilinir. Kanadalılar bizde başka ülkelerdeki gibi saldırılar olmaz diye inanırlar” dedi. Ve ekledi “Ne yazık ki artık bunlar Kanada’da da olabiliyor”...
Bu sözler kuşkusuz tüm Kanadalıların duygularını yansıtıyor.
Ottawa’da bu saldırıyı atlatabilmiş olan parlamenterlere hitap ederken, şimdiki Başbakan Stephen Harper olayın beklenmedik yönü üzerinde durdu ve “Demek ki Kanada dünyanın diğer bazı bölgelerinde cereyan eden cinsten terör saldırılarından muaf değil artık” dedi.
Gerçekten Kanada gibi kendi halinde, rahat yaşayan birçok ülke halen günlerini terör korkusu içinde geçiriyor.
Bu korku özellikle son zamanlarda IŞİD’in ortaya çıkmasıyla had safhaya ulaştı. Kuzey Amerika’dan Avrupa’ya kadar pek çok ülke IŞİD’e katılan kendi vatandaşlarının Suriye’den veya Irak’tan dönüşlerinde silahlı saldırılara
Türkiye geçen hafta BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilememenin üzüntüsünü yaşadı. BM yenilgisi, Ankara’nın uluslararası platformda rol sahibi olmak konusundaki büyük heves ve çabasına gölge düşürdü.
Ama durun! Türkiye’nin önünde, küresel aktör olmak için başka bir fırsat var.
Evet, Türkiye dünyanın en güçlü ve etkin uluslararası topluluklarından biri olan G-20’nin 2015 yılı dönem başkanlığını devralmaya hazırlanıyor. Bu koltuğa resmen oturma tarihi de çok yakın: 1 Aralık; yani 5 hafta sonra...
Ankara’da Türk yetkilileriyle G-20 dönem başkanlığı hazırlıkları üzerinde, yanındaki bir heyetle birlikte görüşmeler yapan eski Kanada Başbakanı Paul Martin’in önceki akşam İstanbul’da Global İlişkiler Forumu’ndaki bir çalışma yemeğinde belirttiği gibi, bu yeni görev sayesinde Türkiye dünya gündemini belirleyebilecek ve küresel yönetimde rol üstlenebilecek...
Yedi’den Yirmi’ye...
Kısaca G-20 diye anılan topluluk öncelikli olarak ekonomik ve mali konularla meşgul olmakla beraber, uluslararası siyasal meselelerde de söz ve nüfuz sahibidir.
1976’da yedi Batılı sanayileşmiş ülkenin katılımıyla G-7 rumuzuyla kurulan bu blok, daha sonra Rusya’nın dahil olmasıyla G-8, 1999’da da
Türkiye ile ABD arasında Kobani konusunda son gerçekleşen mutabakat için zoraki bir işbirliği diyebiliriz.
En azından Türk tarafı için durum bu. Açıkçası, Ankara’nın bu anlaşmayı canı gönülden kabul ettiğini söyleyemeyiz. Şartlar öyle gerektirdiği ve hükümet çok sıkıştığı için, öyle oldu...
Ankara önceki gün Obama yönetiminin Kobani konusunda iki eş zamanlı girişimiyle karşı karşıya kaldı. Birincisi, haftalardan beri Kobani’de savaşan PYD’lilere havadan silah ikmali yapılması. İkincisi de Iraklı Kürt peşmergelerin Türk topraklarından geçişlerinin sağlanması...
Birinci konuda, ABD PYD’ye silah yardımını yapmaya kararlıydı. Aksi halde PYD’li savaşçıların daha fazla dayanması mümkün olmayacaktı.
Ne var ki hükümetin PYD’nin silahlandırılması konusundaki tutumu açık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyişiyle, Ankara’nın bir terör örgütü olarak gördüğü PYD’ye silah verilmesine kesinlikle karşı. Ve kimse Türkiye’yi bu fikrinden vazgeçiremez... Dolayısıyla, bu konuda Türkiye, ABD’nin yaptığından hiç hoşnut değil. Bu meselede temel görüş ayrılığı devam ediyor. Türkiye PYD’ye Kobani’nin savunması için verilen silahların, örgütün ortağı olan PKK’nin eline düşmesinden
Kızmak kolay ama bu gibi hallerde “Acaba nerede yanlış yaptık da umduğumuz sonucu alamadık” diye düşünmek daha doğru olur...
Söz konusu olay, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliği seçiminde uğradığı yenilgidir.
Büyük umutlar besleyen Ankara bu sonuç karşısında çok üzgün ve kızgın.
Demek ki bunca çabadan sonra cepte keklik sanılan bir kısım ülkelerin oyu hakkında yapılan tahmin ve hesaplarda bir yanlış var.
Bunların başında Ortadoğu ülkeleri geliyor. Aslında BM’deki oylamanın sonucunu, özellikle Ankara’nın Ortadoğu politikası açısından iyice değerlendirmek gerek. Bu vesileyle ortaya çıkan tablo, bu sonuca götüren yanlışların daha net görülmesini mümkün kılıyor.
Dolayısıyla, bu olayı Ortadoğu politikalarında “nerede yanlış yapıldığı”nı masaya yatırmak için bir fırsat olarak kullanmakta yarar vardır...
Taraf olunca...