Türk hükü- metinin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini canlandırma kararlılığını dile getiren son beyanları Brüksel’de memnunluk ve umut yarattı. Ancak AB yönetim çevreleri şimdi bu olumlu söylemin eyleme dönüşmesini bekliyorlar.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile önceki gün İstanbul’da yaptığımız bir sohbetten edindiğimiz izlenim bu...
Komisyon Başkanı olarak, 10 yıldan beri sürdürdüğü görevi sona ermek üzere bulunan Barroso, Dünya Ekonomik Forumu’nda bir konuşma yapmak için İstanbul’a gelişini fırsat bilerek, bir grup sivil toplum temsilcisi, akademisyen ve yazarla bir araya geldi. Türkiye’nin AB üyeliğine sempatiyle bakan Portekizli Komisyon Başkanı, önümüzdeki kasım ayında görevini -aslında bu üyeliğe aynı heyecanla bakmayan- Lüksemburglu politikacı Jean-Calude Juncker’e devredecek.
***
Hatırlanacağı gibi, yeni hükümet Meclis’e sunduğu programında AB ile ilişkilere özel bir önem vermiş, AB üyeliğinin Ankara’nın “öncelikli stratejik hedefi” olduğunu vurgulamıştı.
O zaman gerek yeni hükümet programındaki, gerekse Başbakan’ın konuşmalarındaki AB vurgusu
-özellikle son dönemdeki hareketsizlikten sonra- hoş bir sürpriz olarak karşılandı.
Türkiye’nin artık netleşen bir IŞİD stratejisi var.
Cumhur başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle, Ankara IŞİD’in Türkiye ve bölge için oluşturduğu tehdit karşısında şimdi “eskisinden farklı bir yol haritası”na sahip.
Bu farklılık veya değişiklik, IŞİD’in elindeki Türk rehinelerin serbest bırakılması sayesinde mümkün oldu. Ankara rehine krizi süresince çok ihtiyatlı davrandı ve IŞİD’e karşı oluşan koalisyona mesafeli durdu.
Cumhurbaşkanı’nın da belirttiği gibi, şimdi şartlar değişti, Türkiye hareket serbestisine kavuştu. Erdoğan’ın New York’taki son temasları sırasında ve Türkiye’ye döndükten hemen sonra yaptığı açıklamalar, hükümetin IŞİD meselesinde ve daha genel olarak Ortadoğu’da izleyeceği yeni politikanın açık işaretini verdi.
***
Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere, Türk yetkililer artık IŞİD’e karşı tutumlarını ve üsluplarını sertleştirmiş durumda.
Ankara’nın yeni stratejisi, ABD öncülüğündeki koalisyonun içinde olmayı öngörüyor. Yani Türkiye Cidde Konferansı’nda imzalamaktan çekindiği ortak anlaşmaya şimdi dahil oluyor.
IŞİD’in sadece Irak ve Suriye odaklı bölge için değil, bütün dünya için çok ciddi bir tehdit oluşturduğu konusunda uluslararası bir konsensüs var artık. BM Genel Kurulu’nda son yapılan konuşmalar, Güvenlik Konseyi’nde oybirliğiyle alınan karar, bunun açık göstergesi...
IŞİD’in saf dışı edilmesi gerektiği konusunda herkes mutabık da bunun nasıl sağlanacağı noktasında bir ortak pozisyon yok.
ABD’nin önderliğinde 40 ülkenin bir araya geldiği bir koalisyon var. Stratejik hedef, IŞİD’in “zayıflatılması ve ortadan kaldırılması”dır. Bunun bir yolu da askeri güç kullanmaktır.
ABD, Fransa’nın desteğiyle Irak’taki, 5 Arap ülkesinin desteğiyle de Suriye’deki IŞİD hedeflerini havadan vuruyor. Önümüzdeki günlerde bu hava bombardımanlarına Belçika, Hollanda ve İngiltere’nin katılması bekleniyor.
IŞİD’i sırf hava operasyonlarıyla saf dışı etmenin mümkün olmadığını bütün askeri uzmanlar söylüyor. Hava bombardımanlarıyla düşman yenilmez, ancak zayıflatılır. Bu aşamada yapılan da budur.
***
IŞİD’in askeri alanda çökertilmesi için kara harekâtına ihtiyaç var. Bunu herkes biliyor, ama açıkçası kimse askerini bu cepheye sürmek istemiyor. Dolayısıyla bu aşamada bu iş Irak’ta peşmergelere
IŞİD’e karşı mücadelede Irak’tan sonra “Suriye Cephesi” de açıldı. ABD uçakları artık sadece Irak’taki değil, Suriye’deki “İslam Devleti” (İD) hedeflerini bombalıyor ve böylece bu savaş, şimdilik hava harekâtından ibaret de olsa, iki cepheye birden yayılıyor.
Yeni Suriye cephesinin önemli özellikleri var:
l ABD bu hava operasyonlarında yalnız değil. Yanında koalisyona dahil 5 Arap ülkesi var: Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri...
ABD bu operasyonda bölge ülkelerini yanına almakla, hem koalisyonun varlığını kanıtlamayı hem de çoğu Sünni olan Arap ülkelerinin de IŞİD’e karşı aktif olarak savaşa girdiğini göstermeyi amaçlıyor.
Gerçekten bu Arap ülkelerinin Suriye’deki IŞİD hedeflerine karşı ortak operasyonda yer alması önemli bir olay. IŞİD’in tehdit ettiği Ürdün savaşa katılma cesaretini gösterirken, Suudi Arabistan ve Katar da kendi aralarındaki görüş farklarına rağmen aynı safta yer aldılar.
l ABD bu askeri operasyona Şam yönetiminin (Bağdat hükümeti gibi) talebi veya onayıyla değil, kendi inisiyatifiyle girişti. Obama yönetimi Suriye’ye sadece önceden haber vermekle yetindi.
Normalde bir ülke üzerinde bu tür bir hava bombardımanının
IŞİD’in 101 gün elinde tuttuğu Türk rehineleri serbest bırakmasından sonra, Türkiye’nin “İslam Devleti”ne (İD) karşı alacağı tavır ne olacak? Ankara sınırdaş bölgedeki yeni gelişmelerde ne gibi bir rol oynamayı düşünüyor?
Türkiye’nin rehine krizini başarıyla halletmesinin ardından şimdi yeni bir aşamaya giriliyor. Gelinen noktada Ankara “IŞİD stratejisi”ni yeniden değerlendirip düzenlemek durumunda.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu değerlendirmenin, kendisinin bu hafta BM Genel Kurulu toplantısı çerçevesinde yapacağı temasların ışığında yürütüleceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı’nın ve diğer bazı yetkililerin ifadeleri hükümetin Irak ve Suriye’de olup bitenlerle ilgili tutumunu, rehinelerin özgürlüklerine kavuşmalarının sağladığı rahatlama içinde belirleneceğinin işaretini veriyor.
Gizli anlaşma
Türkiye, ABD’nin önderliğinde oluşturulan koalisyona mesafeli davranırken -ve bu arada Cidde’de varılan anlaşmayı imzalamaktan çekinirken- Türk rehinelerin IŞİD’in elinde bulunmasını gerekçe olarak göstermişti. O zaman ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetinin anlayışla karşılandığını söylemişti.
Halk dilinde İngiltere diye anılan Birleşik Krallık, dağılma tehlikesini atlattı ve toprak bütünlüğü ile ulusal birliğini koruyabildi.
İskoçya’daki bağımsızlık referandumunda oy kullananların yüzde 55’inin “hayır” demesi bu bakımdan 64 milyon nüfuslu Britanya için hayırlı bir gelişme oldu.
Bu sonuç sadece İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan kopmasını önlemekle kalmıyor, aynı zamanda ülkede yeni bir siyasal yapılanma sürecinin başlangıcını da müjdeliyor.
Referandum sonucu üzerinde yaptığı ilk konuşmasında Başbakan David Cameron yalnız İskoçya’ya değil, diğer bölgelere de daha fazla özerklik verileceğini ilan etti. Bununla ilgili hazırlıklar için de gereken mekanizmanın hemen kurulacağını belirtti.
Cameron planı
Cameron’un sözünü ettiği “devolution” planı, İskoçya’dan başka Kuzey İrlanda’ya, Galler’e ve İngiltere diye anılan bölgeye özyönetim alanında daha geniş haklar ve yetkiler vermeyi öngörüyor. Örneğin vergi toplama, harcama, sosyal yardımlar gibi konularda bölgesel meclislerin ve yönetimlerin karar yetkisi olacak.
Kesin sonuçları bu sabah açıklanacak olan İskoçya’daki bağımsızlık referandumu, Avrupa dahil, dünyanın birçok yerinde esen ayrılıkçılık rüzgârlarına dikkatleri çekmiş bulunuyor.
İskoçya gibi tam 307 yıldan beri güçlü bağları bulunan bir halkın, “ayrılma dalgası”na kendisini kaptırmış olması ilk bakışta garip görünebilir.
Aslında İskoçya, Avrupa’da ve yeryüzünün birçok bölgesinde son yıllarda yüzeye çıkan ayrılıkçı hareketlere sahne olan tek ülke değil. Bu dalga bir süredir Belçika’dan İspanya’ya, İtalya’dan Fransa’ya kadar birçok ülkede etkisini gösteriyor.
İskoçya referandumunun sonucunun -hele bağımsızlık lehinde olacaksa- diğer ülkeler üzerinde bir “domino etkisi” yapması olasılığı da var.
Ne gariptir ki bu ayrılıkçı hareketler, özellikle Avrupa’da, ülkeler arasında siyasal ve ekonomik entegrasyon yönünde önemli adımların atıldığı bir zamana rastlıyor. Avrupa ülkeleri bir yandan AB içinde ve Avrupa Konseyi çerçevesinde ortaklık ve beraberlik yönünde ilerliyorlar, diğer yandan kendi içlerindeki ayrılıkçı akımlar sonucunda bölünme ve dağılma tehlikesiyle karşılaşıyorlar. Bu çelişkiyi izah etmek gerçekten zor...
Ayrılan çok...
IŞİD’e karşı mücadelede Obama planının başarı şansının olup olmadığı konusu günlerdir tartışılıyor.
Şimdilik ABD’nin Irak’taki IŞİD hedeflerini havadan vurmasıyla devam eden ve bundan sonra koalisyona dahil ülkelerin aktif askeri harekâtıyla pekiştirilmesi düşünülen bu stratejiyi cılız ve yersiz bulanlar var.
Aslında IŞİD’in kendine özgü “terör ve savaş” yöntemleri, Irak’taki ve Suriye’deki siyasal boşluk ve koalisyon içindeki ülkelerin askeri zayıflığı, bu mücadelenin başında ciddi engeller ve zorluklar oluşturuyor.
Tabii bu zorluklara bakıp IŞİD’e karşı şekillendirilmeye çalışılan stratejiye topyekun karşı çıkmak, onu boş bir çaba olarak görmek doğru değil.
Eğer IŞİD gerçekten bölgede hâkimiyet kurmak hedefiyle ve insanlık dışı, vahşi eylemleriyle, bölge ve dünya için bir tehlike sayılıyorsa, buna “dur” demek için el ele vermek gerektiği kabul edilmelidir. Ve eğer Obama planı bunu sağlamak için uygun veya yeterli değilse, buna mutlaka bir alternatif bulunmalıdır.
Şimdiye kadar böyle alternatif bir fikir veya girişim gelmedi. Acaba ABD Başkanı -hangi sebepten olursa olsun- çıkıp şu planı ortaya atmasaydı, bölge ülkeleri olup bitenleri hâlâ seyretmekle mi yetinecekti?