Türkiye’nin geçen hafta Cidde’deki koalisyon toplantısı sonunda yayımlanan bildiriyi imza etmemesine sebep olarak IŞİD’in 49 Türk vatandaşını rehin tutması gösterildi.
Türk yetkililerinin açıklamaları hep bu yönde oldu. Aynı gerekçe ABD’ye de bildirildi. Amerikan yetkilileri de Ankara’nın bu konudaki hassasiyetini anladıklarını söylediler.
Gerçekten hükümet bu hassasiyeti göstermekte haklı. IŞİD’in, elindeki rehineleri isteği anda vahşice nasıl öldürdüğü malum...
Şimdi iki soru akla geliyor. Birincisi şu: Acaba IŞİD Türkiye’nin Cidde’deki ortak karara katılmaktan çekinmesinden ne kadar tatmin oldu? Örgütün buna karşılık şimdi Türk rehineleri serbest bırakması beklenebilir mi?
İkinci soru ise hükümetin koalisyonun IŞİD’e karşı mücadele kararına angaje olmak istememesinin tek sebebinin “rehine krizi” olup olmadığıyla ilgili. Bunun yanı sıra acaba başka nedenler de var mı?
Başlıca neden
IŞİD Suriye’den sonra Irak’ta da hâkimiyetini yaymaya başladığı ve Orta Çağ yöntemleriyle korkunç katliamlara giriştiği günlerde her taraftan telaş içinde sesler yükseliyordu: Dünya bu duruma neden seyirci kalıyor? Kimse buna “dur” demeyecek mi?
Gerçekten uzunca bir zaman hareketsizlik hüküm sürdü. Bu arada IŞİD bölgede güçlü bir varlık haline geldi...
Ta ki ABD zayıf bir direniş gösteren Irak ordusuna ve peşmergelere destek için IŞİD’e karşı hava bombardımanına girişmeye karar verinceye kadar...
ABD’nin bu stratejisi, Başkan Obama’nın önceki gece açıkladığı planla netleşti ve hemen ardından Cidde’de varılan anlaşmayla uygulama aşamasına girdi.
Uzun, çetin yol
Obama stratejisinin temel unsuru, IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin önderlik rolünün yanı sıra, sadece hava bombardımanıyla müdahalede bulunmak ve esas kara harekâtını Ortadoğu ülkelerine bırakmaktır. Bu amaçla NATO zirvesi sırasında oluşturulan koalisyona bölgesel Arap ülkeleri dahil ediliyor.
İlk bakışta bu plan, çok uzun ve çetin geçecek olan bu mücadelenin bir nevi yol haritasını oluşturuyor.
Başlığı Meclis’te Dış Politika Tartışması şeklinde yazmak isterdik. Ama TBMM’de önceki gün yeni hükümet programının görüşüldüğü 4.5 saatlik oturumda, programın dış politika bölümü üzerinde konuşan sadece muhalefet oldu. Sırasıyla HDP, MHP ve CHP temsilcileri güncel dış meseleleri ele aldılar ve hükümet programını da esas alarak iktidara karşı sert eleştirilerde bulundular.
Gerek AKP temsilcileri gerekse hükümet adına söz alan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, daha çok programın iç politika ve ekonomi bölümleri üzerinde uzun uzadıya konuştular ve dış politika konularına hiç zaman ayıramadılar.
Sonuçta TBMM’deki bu önemli oturumda dış politika konularında sadece muhalefetin sesi duyuldu, iktidarın eleştirilere ve sorulara yanıtları öğrenilemedi...
***
Üç muhalefet partisinin program üzerindeki konuşmalarında belli başlı dış politika konularıyla ilgili olarak ortaya koydukları görüşleri ve eleştirileri şöyle özetleyebiliriz:
- Ortadoğu politikası:
İktidarın öteden beri çok iddialı olduğu bir alan bu. Yapılan eleştiriler hükümetin “öncülük” veya “düzen kurucu” rollerinde abartılı davrandığı, ayrıca “komşularla sıfır sorun” stratejisinin de başarısızlığa uğradığı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni sıfatıyla KKTC’ye yaptığı ilk resmi ziyaret, Ankara’nın yavruvatanla bağlılığını bir kez daha sergileyen sembolik bir anlam taşıyor.
Cumhurbaşkanının Lefkoşa’da yaptığı konuşmanın içerdiği mesajlar, aslında bilinen Türk pozisyonunun bir teyidi niteliğindeydi.
Erdoğan’ın açıklamalarında, Kıbrıs Türklerine yönelik önemli bir müjde var: O da Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Akdeniz’in altında döşenen su borularının 2-3 aya kadar işletmeye açılacağı, ayrıca gene Türkiye’den KKTC’ye elektrik sevkiyle ilgili projenin de gerçekleşme aşamasına geldiğidir.
Kuşkusuz bu tür projeler yakın geçmişte epey sıkıntı çekmiş olan Kıbrıslı Türklerin yaşam standartlarını yükseltecek, Türkiye ile KKTC’yi ekonomik entegrasyon yönünde birbirine kenetleyecektir.
Nereye kadar?
Yıllardır çetin müzakerelere konu olan Kıbrıs sorununun özüne gelince; Erdoğan’ın vermeye çalıştığı en önemli mesaj, Türk tarafının bu görüşmelerin ilânihaye devam etmesine izin vermeyeceği, bu konudaki sabrının tükenmekte olduğu ve çözüm için açılan fırsat penceresinin de kapanmak üzere olduğudur.
Başbakan Ahmet Davut- oğlu’nun önceki gün TBMM’de okuduğu yeni hükümet programının dış politika bölümü, önceki AK Parti iktidarının temel tutumunun bir devamı niteliğini taşıyor.
Bu bölüm dikkatle incelendiğinde yeni hükümetin dış politika hedeflerinin, ilke ve kriterlerinin aynı kaldığı, spesifik konularda da pek az değişik görüşler içerdiği görülüyor.
Programın dış politika bağlamında belki de tek sürprizi, gerek giriş kısmında, gerekse dış ilişkiler bölümünde, AB üyeliği konusuna vurgusu ve buna verdiği önemdir.
Aslında yeni yönetim bunun işaretini, daha önce de Davutoğlu’nun parti kongresindeki konuşmasıyla ve Avrupa işleriyle çok yakından ilgili iki vekili, Mevlüt Çavuşoğlu’nu Dışişleri Bakanlığı’na ve Volkan Bozkır’ı da AB Bakanlığı’na atamasıyla vermişti.
AB üyeliği konusu son zamanlarda Ankara’nın gündeminden adeta düşmüştü. Eski Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Şanghay İşbirliği Örgütü alternatifinden söz ediyor, onun bazı danışmanları AB’den Türkiye’ye hayır gelmeyeceği görüşünü savunuyordu.
Şimdi ise hükümet programında, tam üyeliğin öncelikle, stratejik bir hedef olduğu vurgulanıyor, Türkiye’nin müzakere sürecine ivme kazandırmak ve Cumhuriyet’in 100. yılında
Dikkatlerin IŞİD’in saldırıları üzerinde toplandığı bir sırada Ukrayna’daki çatışmalar telaş uyandıran boyutlar almış bulunuyor.
Son günlerde Ukrayna’nın doğusundaki savaş cephesinde olup bitenler sadece Ukrayna ordusu ile Moskova yanlısı ayrılıkçıları değil, Batı ile Rusya’yı da karşı karşıya getiriyor. Kiev’den Moskova’ya, Brüksel’den Washington’a kadar yapılan resmi beyanlar bu kavganın giderek uluslararası platforma taşınmakta olduğu sinyalini veriyor.
* Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, krizin artık dönüşü olmayan bir noktaya yani bir topyekun savaş durumuna geldiğini söylüyor.
* Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın bir nükleer güç olduğunu hatırlatıyor ve Batı’yı ona göre davranmaya davet ediyor.
* AB Moskova’ya askerlerini Ukrayna topraklarından 7 gün zarfında çekmesi için bir ültimatom veriyor, aksi halde Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar uygulayacağı uyarısında bulunuyor.
* ABD’de Kongre yönetime Ukrayna’ya modern silahlar vermesi için baskı yapıyor.
* NATO bu hafta yapacağı zirve toplantısında Ukrayna’ya aktif destek olanaklarını görüşmeye hazırlanıyor...
“Kalıcı” diye nitelen- dirilen bir ateşkes anlaşmasıyla son bulan Gazze’deki 50 günlük savaştan kim ne kazandı veya kaybetti?
Bu süre içinde 11 kez ilan edilen, fakat bir türlü tutmayan “geçici” ateşkes’lerden sonra bu kez gerçekleşen anlaşma iki tarafı da tatmin etmiş ve rahatlatmış görünüyor.
Kahire’de anlaşmanın imzalandığı saatlerde Gazze’de halk sokaklarda büyük coşkuyla Hamas’ın ilan ettiği “zafer”i kutladı. İsrail’de de Başbakan Netanyahu sonucu kendileri açısından bir “zafer” olarak nitelendirdi.
Gerçi anlaşma Hamas’ın da İsrail’in de çatışmaların başında ortaya koydukları talepleri tam karşılamıyor. Ama gene de mutabakat iki tarafın kendi açılarından olumlu saydığı hususlar içeriyor.
Hamas açısından
Hamas sözcüleri bu ateşkesi kendi varlıklarının ve direnme gücünün bir göstergesi olarak nitelendiriyorlar. Gerçekten Gazze, İsrail’in çok üstün askeri gücü ve yoğun saldırıları karşısında dik durmuş, kendi çok daha sınırlı roket ve havan topu gücüyle İsrail’i sürekli tehdit altında tutmuştur. Hamas bir kez daha İsrail’in saldırıları sonucunda pes etmeyeceği ve ne pahasına olursa olsun mücadelesini sürdüreceğini göstermiştir.
Dünkü yazımızda IŞİD’in Irak ve Suriye’deki son eylemlerinin yol açmakta olduğu bölgesel denge değişikliklerine değinmiş, bu yeni tehdit karşısında beklenmedik beraberliklerin oluşabileceğini belirtmiştik. Örneğin çelişkili de görünse, IŞİD militanlarına karşı mücadelede ABD ile Esad yönetimi giderek aynı safta yer alıyor.
Bu tespitimizi doğrulayan yeni gelişmeler var: Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in ABD’ye bu alanda işbirliği önermesi, Başkan Obama’nın da IŞİD hakkında daha fazla bilgi toplamak için Suriye üzerinde hava keşif operasyonları talimatını vermesi gibi...
Washington’da yetkililer İD’ye karşı bir ortak cephe -veya koalisyon- oluşturmayı planladıklarını belirtiyorlar. Yönetim bu savaşın başarılı olması için kendisinin sağladığı hava desteğinin dışında bölge ülkelerinin de aktif asker katkılarına ihtiyaç olduğunu düşünüyor. Pentagon kaynakları bölge ülkeleri arasında Türkiye’yi de sayıyorlar.
Neden suskun?
Öyle görünüyor ki önümüzdeki günlerde Türkiye IŞİD ile ilgili gelişmeler konusunda tutumunu netleştirmekte bir hayli zorlanacak.
Ankara şimdiye kadar IŞİD meselesinde sessiz kalmayı tercih etti. Gerçekten diğer birçok ülke cihatçıların eylemleri