Birçoğumuzun “Görme Biçimleri”nden tanıdığı John Berger, 5 Kasım’da 90 yaşına girdi. İlk olarak BBC’de bir belgesel olarak 1972 yılında yayımlanan “Görme Biçimleri / Way of Seeing” o tarihten itibaren 20. yüzyılın en önemli sanat kitaplarından biri olarak kabul ediliyor. Ernest Gombrich’in “Sanatın Öyküsü” kitabıyla birlikte sanat, sinema, tasarım, fotoğrafçılık gibi bölümlerde eğitim alan öğrencilerin mutlaka okuması gereken kitaplar arasında yer alıyor.
Berger, “Görme Biçimleri”nde Avrupa’nın klasik sanatlarını 20. yüzyılın imgeleriyle mukayese eder. Bu eser yaşadığımız günlere dair bazı ipuçları verse de 21. yüzyıl hâlâ kendi John Berger’ini bekliyor. Teknolojinin, fotoğrafın, sosyal medyanın, selfie’nin bu kadar yaygın olduğu bir dönem bambaşka bir okuma gerektiriyor.
En büyük başarısı
BBC sanat editörü ve geçtiğimiz yıl Türkçeye de çevrilen “Pardon Neye Bakmıştınız?” (Yapı Kredi Yayınları) isimli kitabın yazarı Will Gompertz’e 90. yılı münasebetiyle verdiği verdiği röportajda “Görme Biçimleri” belgeselini dört ayda çektiklerini ve yayına hazır hale getirdiklerini söylüyor Berger. Tabii ki bu dört aydan önce yılların birikimi ve hazırlığının olduğunu belirtmek gerek. Berger
Terörün her geçen gün daha da küreselleşmesiyle birlikte tüm dünyada turizm son derece sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Paris’teki saldırılardan dolayı bir yıl içinde şehre giden turist sayısı yaklaşık 1.5 milyon kişi azaldı. Ülkemizin de yaşanan bu olumsuzluklardan etkilenmesi tabii ki kaçınılmaz ama 2000 yılında yaklaşık 7 milyon olan turist sayımız 2015’te 28 milyondan fazlaydı. Yani ülkemizde turist sayısı 15 yılda yaklaşık dört katına çıktı. Doygunluk noktasına ulaşmamış olan ülkemiz için daha kat edilecek yol varken gelişmiş ülkeler için aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor.
2015 yılı verilerine göre ülkemizde en çok ziyaret edilen müze 3 milyon 466 bin 638 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Ayasofya Müzesi olurken, ikinci müze 3 milyon 252 bin 524 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi oldu. Konya Mevlana Müzesi ise 2 milyon 337 bin 850 kişi tarafından ziyaret edildi.
Müzeler ve müzelerde sergilenen eserler birer kültür hazinesi olarak sadece ekonomiye değil, sosyal hayata da büyük katkılar sağlamaktadır. Bu konuyla alakalı olarak, tespit edebildiğim, Türkçe tek kaynak heykeltıraş Elçin Şener editörlüğünde Prof. Dr. Orhan Şener’in yazdığı “Müzelerin Ekonomik
İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin en önemli sanat etkinliklerinin başında gelen Contemporary Istanbul kısaca CI, 11. kez sanatseverlerle buluştu. 3-6 Kasım tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen etkinlikte 20 ülkeden 70 galeri, 520 sanatçı, 1500’den fazla eser yer alıyor.
Ülkemizin içinden geçtiği çalkantılı günlerde her şeye rağmen uluslararası bu etkinliği başarılı bir şekilde gerçekleştiren başta Ali Güreli olmak üzere bütün ekibi tebrik etmek gerekiyor. Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin açıklamaları fuarın dünü, bugünü ve geleceğiyle ilgili çok önemli bilgiler içerirken çağdaş sanat piyasasının anlaşılması için de ipuçları sunuyor.
“2000’li yılların başında sayısı 20’yi geçmeyen çağdaş sanat fuarları son 10 yılda bölgesel fuarları da sayarsak 269 gibi bir sayıya yükseldi. Sanata yatırım yapan koleksiyonerlerin zamanının daralması ve bu sebeple daha seçici olması fuarların ön plana çıkmasına katkıda bulunuyor. Fuarların ikinci bir özelliği de bienallerde olduğu gibi genç sanatçıların ilk kez sunulduğu veya tanınan bir sanatçının yeni bir işinin ilk kez sergilendiği sanat etkinlikleri olmasıdır. Fuarlar ayrıca galerilerin
Tarih boyunca yaşanmış olayları bilmek günümüzü anlamak için her daim yol gösterici olmuştur. Bu olayları anlamak için sanat da hep yardımcı olmuştur. Bu hafta, tarihi gerçeklere dayanan bir tiyatro oyunundan bahsetmek istiyorum: “Alamut”.
Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı tarafından sahnelenen “Alamut”ta Hasan Sabbah’ın hayatı ve sapkın düşünceleri anlatılıyor. 11. yüzyıla bakarak bugün yaşananları biraz daha iyi şekilde anlamak mümkün. Oyunun yapım direktörlüğü ve sanat yönetmenliğini üstlenen Mustafa Odabaşı da yaptığı açıklamada bu durumun altını çizdi: Herhangi bir dışarıya kapalı cemaat veya örgüt yapısında en üst tabakayla en alt tabakanın düşünceleri farklı aslında. Örgütü yönetenler başka bir şeye inanırken alt tabakadaki insanlar çok başka bir şeye inanıyorlar. Bugün Ortadoğu’da yaşadığımız şey de bunun bir benzeri. Bir insan cennete gidebileceği ümidiyle kendini patlatabiliyor.
Haşhaşiler, Türkiye gündemine yoğun bir şekilde Fetullahçı Terör Örgütü’nü (FETÖ) tanımlamak için o zaman başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan tarafından getirilmişti. Hafızam beni yanıltmıyorsa 2014 yılının ocak ayıydı. Bu tanımlama sonrası sözde cemaat üyelerinin etmediği
Bütün dünyanın gözü kulağı Musul’a kilitlenmiş durumda. Eli kanlı terör örgütü DEAŞ’ın kontrol ettiği Musul’u temizleme harekatı için tüm hazırlıklar tamamlandı. Musul’a birkaç yüz kilometre mesafede bulunan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin başkenti Erbil’de gerçekleşen bir konsere katılma fırsatı buldum. Grup Tillo’nun büyük Kürt edebiyatçısı, astronom, tarihçi ve İslam âlimi Ahmed-i Hani’nin divanında yer alan şiirlerden oluşan “Divan-ı Hani” isimli albümünün tanıtımı yapıldı. Erbil’in önde gelenlerinin neredeyse tamamı oradaydı. Belki de ilk kez hem Rudaw TV hem de TRT Kurdî aynı olayı canlı olarak yayınladı.
Konser öncesinde ve sonrasında çeşitli temaslarda bulunma şansı elde ettim. Beni en fazla etkileyen yorum üst düzey bir devlet görevlisinin “Bütün ülkeler buraya istihbaratçılarını gönderirken, sizin Türkiye’den gelip böyle bir konser düzenlemeniz gerçekten çok önemli, sizin bu yaklaşımınız asla unutulmayacak” demesi oldu. Başbakanlık Tanıtma Fonu desteğiyle gerçekleşen bu etkinlik bir kez daha gösterdi ki Türkiye sadece Türkiye değildir, aynı zamanda bütün bölgenin umududur.
Antalya Film Festivali ne kadar uluslararası?
Geçtiğimiz pazar günü dünyanın en eski film
Bu yıl 3. kez düzenlenen Star Gazetesi Necip Fazıl Ödülleri’nin kazananları geçtiğimiz günlerde açıklandı. Şiir ödülü Ebubekir Eroğlu’nun, hikaye-roman ödülü Cihan Aktaş’ın, fikir-araştırma ödülü Yaşar Çağbayır’ın, ilk eserler ödülü Emel Özkan ve Mustafa Çiftci’nin ve son olarak saygı ödülü yaşayan en büyük Türk hikayecisi Mustafa Kutlu’nun oldu. Jüri heyetinde Beşir Ayvazoğlu, Fatih Andı, Nurcan Yurdakul, Osman Konuk ve Turan Karataş’ın olduğu ödüle herhangi bir başvuru yapılmıyor. Jüri üyeleri o yıl ödüle layık gördükleri kişileri tamamen kendileri belirliyorlar.
Bu yıl iki kitabı yayımlanan ve Necip Fazıl Onur Ödülü’ne layık görülen Mustafa Kutlu’nun hikayeciliği üzerinde son yıllarda çok fazla çalışma yapılırken 2012 yılında “Uzun Hikaye” isimli muhteşem kitabı Osman Sınav tarafından beyazperdeye aktarıldı. İnanıyorum ki Mustafa Kutlu’nun her hikayesi bir gün sinemaya uyarlanacak. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan son hikaye kitabı “İyiler Ölmez”de Mustafa Kutlu bu durumun farkında olduğunu kitapta okurlarıyla giriştiği diyalogda belirtiyor. Son dönem Hollywood dizilerinde sıkça kullanılan filmin başkarakterinin hikaye akışı esnasında konuyu bırakıp izleyiciye seslenişini
Tosun Bayraktaroğlu ya da sanat eserlerinde kullandığı ismiyle Tosun Bayrak 1926’da İstanbul’da dünyaya gelir. Babası memur olmasına rağmen iyi bir eğitim alması için Tosun’u Robert Kolej’e gönderir. Maaşının yaklaşık yarısı bu eğitime gider. Hep verdiği bir tavsiye vardır: Amerikalılardan dünyevi öğrenecek çok şeyimiz var, öğren, amma sakın dost olma. Düşman ol, daha hayırlı, hiç olmazsa kendini müdafa edebilirsin. Dost olursan seni arkandan bıçaklarlar.
Babası Tursun bey, Çanakkale Harbi’nde bir kolunu kaybetmiş gazidir. Tosun’u Robert’e göndermekle İngilizler yerine Amerikalıları tercih etmiştir. Robert Kolej’de Ziyad Ebüzziya ve Necip Fazıl gibi hocaları vardır.
Paris’ten Amerika’ya
Tosun Bayrak Robert Kolej bitince Kaliforniya’da, Berkley Üniversitesi’nde iki yıl mimarlık okur. Mimarlıktan umduğunu bulamaz ve Paris’e geçer. Burada La Grand Chaumiere atölyesine devam eder. Bir müddet Paris’te durduktan sonra sanat tarihi eğitimi almak için Londra’ya geçer. Burada Bayrak’ın en yakın arkadaşları Bülent Ecevit, Can Yücel, Üstün Üstündağ ve Ali Neyzi’dir.
Tekrar Paris’e geçer. Yıl artık 1949’dur. Paris’te yepyeni bir sanat çevresi vardır. Abidin Dino, Selim Turan, Mübin Orhon, Fikret
Unutulan bir zafer olan Kut’ül Ammare bu yıl tekrar gündeme geldi. Birçoğumuz tarihin tozlu sayfalarından çıkartılarak geniş katılımlı törenlerle anılan bu zafere sanki yeni gerçekleşmişçesine ilgi ve alaka gösterdik.
Ülkemizde son yıllarda hemen hemen her alanda yerli ve milli vurgusu yapılır oldu. Nice unutulmuş, unutturulmuş kahramanlar ve kahramanlıklar tekrar gün yüzüne çıkmaya başladı. 2 Mart 1949’da Sütlüce’deki fabrikasında meydana gelen patlamayla hayatını kaybeden Nuri Killigil de bu kahramanlardan biri.
Bakü’yü Rus ve Ermenilerden kurtaran Kafkas İslam Ordusu’nun kumandanı olarak görev yaptı. İstiklal Harbi’nde vatan savunmasının ön saflarında yer aldı. Daha sonra gerçekten yerli ve milli duygularla hareket ederek Sütlüce’de silah ve mühimmat fabrikası kurdu. Türkiye savunma sanayiinde eşsiz bir yerde olan fabrika Arap-İsrail savaşı esnasında Arap direnişçilere uygulanan ambargoya rağmen silah satışı yaptı.
Özel bir kitap
Nuri Paşa nice askeri zafer yaşadı, yaşattı. Askerlikten emekli edildiğinde yılmadı, küsmedi. Vatana hizmete devam etti. Gerçek bir tasarımcıydı. Yaptığı tasarımlarla çok sayıda patent aldı. Ağabeyi Enver’le ilgili tartışmalara katılmadı ama bütün aile