Geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığımız Amerika’nın dünya çapında en önemli medya organlarından biri olarak gösterilen The New York Times gazetesine tam sayfa ilan verdi. İlanın konusu Türkiye’yi tanıtmak değildi. İlan yıllar önce ülkemizden yasa dışı yollarla kaçırılan bir tarihi eserin ülkemize iadesini konu alıyordu. Eser dünyaca ünlü Christie’s Müzayede Evi’nde satışa çıkmadan hemen önce verildiği için potansiyel alıcının bu eser üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hak iddiasında bulunduğunu bilmesini sağladı.
Bakanlığımız sadece ilan vermekle kalmadı, bu konuyla alakalı bir mahkeme kararı da çıkartarak müzayede öncesinde eser üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hak sahipliğinin duyurulması kararını aldı. Böylelikle Kilia tipi idolün ülkemize dönmesi için gereken çaba gösterilmiş oldu.
Atılan adımlar önemli
5 bin yıllık geçmişe sahip olan Guennol Yıldız Avcısı türünün en iyi korunmuş örneği.
3 milyon dolar fiyatla satışa çıkan eserin yaklaşık 11.5 milyon dolara alıcı bulması bu eserin önemini gösteriyor.
İlanda kullanılan dil de son derece diplomatikti. Müzayede evini hedefe almadan, son derece önemli bir şekilde farkındalık oluşturuldu. Ayrıca UNESCO’nun konuyla ilgili
Uzun zamandır üzerinde çalışılan proje nihayet duyuruldu. Ünlü Japon mimar Kengo Kuma, Eskişehir’e çağdaş sanat müzesi yapıyor. Ağırlıklı olarak genç bir nüfusa sahip ve Eskişehir Üniversitesi dolayısıyla çok sayıda öğrencinin yer aldığı Eskişehir’de yapılacak müzenin tasarımı bence son derece başarılı. Şehrin en eski yerleşim yeri Odunpazarı ilçesinde yapılacağı için buranın dokusuna da uyumlu olacak şekilde tasarlanmış. Birbirine geçen ahşap bloklardan oluşan tasarım son derece ilham verici.
Bina inşa edildiğinde büyük ihtimalle Eskişehir’in yeni sembolü olacak. Osmanlı döneminden kalma konakların sıklıkla yer aldığı Odunpazarı’nın genel dokusu da bozulmadan önemli bir dönüşüm geçirecek çünkü bir şehre, bir bölgeye müze kurulduğu zaman o bölgede önemli bir değişim oluyor.
İlham kaynağı olabilir
İlk bakışta tasarım rastgele dizilmiş kasaları andırıyor. Binanın girişinde geniş bir sergileme alanı planlanıyor. Bu bölümde sadece sergiler değil, çeşitli sanat organizasyonlarının da yapılması planlanıyor. Üst katlara çıkıldıkça sergi salonları küçülüyor. Eskişehir ölçeğindeki bir şehrin ihtiyaçlarını karşılayabilecek büyüklükte bir müze olması en baştan planlanmış. İstanbul’la ve onun
Ortaokul 2. sınıf öğrencisiydim. Yatılı okuyordum. Cumartesi günleri okulda düzenlenen İngilizce kurslarına katılıyordum. İngilizcenin çok önemli olduğu söyleniyordu. Bunu söyleyenlerin haklılık paylarını sonraki yıllarda çok daha iyi anladım. Kurs cumartesi günü olduğu için yatakhanede kalma zorunluluğum yoktu. Metal tabaktan yemek yemeye bir türlü alışamamıştım zaten. Cuma akşamları evi okuluma yakın olan halamda kalıyordum.
Halam ve kocası, Allah her ikisine de uzun ömürler versin, resim öğretmeniydi. Eniştemin öğretmenlik dışında idari görevleri de vardı. Ben de resim dersinde son derece başarısızdım. O yaşlarda önüme gelen her kitabı okuyordum. Mümkün olduğunca kütüphanede vakit geçiriyordum, dersleri dinlemiyor ve çoğunlukla roman okuyordum. O günlerde tanıştığım Dostoyevski’nin hayatımı değiştireceğini bilemezdim tabii. Rus edebiyatına olan tutkum nedeniyle üniversite eğitimimi yurt dışında alacağımı, Rusça öğreneceğimi, Çehov’dan, Dostoyevski’den eserler tercüme edeceğimi de...
Dönüp dönüp okudum
Gene bir cuma akşamı halamda kalırken evlerindeki kütüphaneyi karıştırıyordum. Hacimli bir kitabı elime aldım: “Sanatın Öyküsü”. Kapağında dört farklı sanat eseri vardı. Beni en çok
Türkiye’de mimarlık söz konusu olduğu zaman akla ilk gelen isimlerden biri Doğan Hasol’dur. Bunun iki nedeni var: 1- Mimar olarak uygulamasını yaptığı binalar. 2- Kaleme aldığı kitaplar. “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü” gibi bazı kitapları alanının en yetkin başvuru kaynağı olarak mimarlık fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Doğan Hasol’un yepyeni bir kitabı çıktı: “20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı”. Hasol bu kitapta “Türkiye’de mimarlık mı var?” diye soranlara gerçek bir cevap veriyor, en azından vermeye çalışıyor. Kitap “Birinci Ulusalcı Mimarlık Akımı”, “Genç Cumhuriyet’in Konuğu Yabancı Mimarlar”, “1930’larda Çağa Uygun Anlayış: Modernlik Arayışı”, “1940’lar... Milli Mimari ya da İkinci Ulusalcı Mimarlık”, “1950’ler... Modernizm / Uluslararası Üslup”, “1960’lar, 1970’ler... Tekdüzeliğe Karşı Arayışlar”, “1980-2000 Arası / Küreselleşme ve Neoliberalizm Etkileri” başlıklı bölümlerden oluşuyor.
Bir antoloji değil
Kitabın içindeki her bölümün başında mevcut bölümü değerlendiren genel bir yazı yer almakta. Ayrıca her sayfada bir eser tanıtılarak bütün eserlere eşit yer ayrılmış. Gayet güzel. Doğan Hasol, kitabın arka kapağında da belirtildiği üzere, bunun
Türk dizileri yurt dışında büyük ilgi görüyor. Onlarca ülkede bugün artık Türk izleyicisinin dönüp bakmadığı, demode bulduğu diziler bile reytinglerde birinci çıkıyor. Bu diziler sadece birer dizi olarak kalmıyor, Türkiye’nin tanıtımına da büyük katkı sağlıyor. Bu diziler sayesinde Türkiye örneğin Latin Amerika’da daha bilinir bir ülke oldu.
Reyting sistemi
Harvard Üniversitesi’nden Joseph Nye’ın mucidi olduğı “soft power” yani yumuşak güç de tam olarak budur. Ülkelerin sanayi ve kapital dışındaki güçleri. Latin Amerika’daki Türk dizileri fırtınası o kadar kuvvetli ki gözbebeğimiz, Türkiye’nin yurt dışındaki en bilinen markası Türk Hava Yolları bu ülkelere doğrudan seferler düzenliyor.
Bundan birkaç yıl önce Türkiye’deki dizi sektöründen birçok kişinin katılımıyla dizilerin aşırı uzun olması nedeniyle bir kampanya başlatılmıştı. “Yerli Dizi Yersiz Uzun” başlığını taşıyan kampanya geçtiğimiz günlerde tekrar başladı. Ağırlıklı olarak senaristlerin katıldığı ve öncülük ettiği kampanya özellikle sosyal medyada büyük ses getirdi.
Evet, Türk dizileri aşırı uzun. Bunun çeşitli nedenleri var. Sektördeki arkadaşlar bunu çok daha iyi bilirler. Bu sebeplerin başında Türkiye’de uygulanan reyting
İşim gereği her gün onlarca basın bülteni alıyorum. Yeni çıkan kitaplar, sergi açılışları, gösterime girecek filmler, tiyatro oyunları, mimariyle alakalı haberler vs... Birkaç gün önce e-posta kutuma gelen basın bültenini noktasına virgülüne dokunmadan aşağıda alıntılıyorum.
“Telsiz kapatan Bordo Bereliler Beyazperde’de
Özel Kuvvetlere bağlı Bordo Bereli askerlerimizin Suriye’deki FETÖ bağlantılı bir terör örgütüne ve liderine yapılan operasyonunu konu alan ‘Bordo Bereliler Suriye’ filmi vizyon için gün sayıyor. Film, Hakkari Dağlıca’da 2015 yılı eylül ayında PKK’lıları yakalamak için bölgeye indirilen ve üstlerinden ‘Dön’ emri almamak için telsizlerini kapatan Bordo Bereli askerlerimizin yaptığı operasyonla başlıyor.
Yapımcılığını 16 Yapım Medya’nın, yönetmenliğini Erhan Baytimur’un yaptığı ‘Bordo Bereliler Suriye’ filminin başrolünde Cenk Ertan, Sedat Mert, Arda Esen, Açelya Elmas, Feyza Çıpa rol alıyor.
Filmin çıkış noktasının gerçek hikayeden yola çıkılarak yazıldığını anlatan Bordo Bereli timin komutanı Mehmet Yüzbaşı karakterini canlandıran oyuncu Cenk Ertan, ‘İlham kaynağı birkaç yıl önce bir bordo bereli timin Suriye’de bir göreve gidip görev esnasında bir arkadaşlarının ağır
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilgiye erişim artık daha hızlı. Önümüzdeki onyıllarda bunun etkilerini dünyanın hemen hemen her toplumunda daha fazla göreceğimiz aşikar. İnternet şimdiden insanoğlunun en büyük icatlarından biri olarak gösteriliyor.
Tabii ki bu bilgi akışından sanat dünyası da son derece etkileniyor. Önceden bir sanat eserini sergilendiği müzede ziyaret etmek şartken şimdilerde sanal gerçeklik gözlükleriyle, üç boyutlu olarak müzeleri gezmek mümkün. Sanat eserleri özel tarayıcılar sayesinde her türlü araştırmada, incelemede kullanılmak üzere sanatseverlerin ve sanat tarihi profesyonellerinin dikkatine ve bilgisine sunuluyor. Tüm bu gelişmeler sayesinde, artık daha ulaşılablilir olan sanat daha geniş çevrelerce ilgi görebiliyor. Teknolojinin gelişmesi ve sanal gerçeklik sanıldığının aksine müzelerin ziyaretçi sayılarını azaltmıyor, artırıyor.
Bir açığı kapatacak
Eminim pek çoğunuz fotoğraf paylaşım uygulaması olan Instagram’ı duymuşsunuzdur. Ben şahsen birçok müzeyi, galeriyi, sanatçıyı takip ediyorum. Böylelikle özellikle yeni sergilerden ve eserlerden haberdar olma şansımı artırmaya çalışıyorum. Çinli ünlü çağdaş sanatçı Ai Weiwei’in yeni eseriyle de ilk kez
Ortadoğu ülkeleri maalesef günümüzde savaşlarla anılıyor. Halbuki bu ülkelerin hepsinin büyük, çok büyük sanatçıları da var. Gene maalesef medya, uluslararası medya özellikle, bu ülkelerin sanatçılarına Batılı sanatçılar kadar yer vermiyor.
Bu hafta Körfez ülkelerinin gündeminde sanat büyük ölçüde yer alıyor. Körfez’i ben kendimce sanat açısından şöyle tanımlıyorum.
Doha: Müzeleriyle öne çıkıyor.
Abu Dhabi: Körfez ülkelerinin eğitim başkenti, ayrıca Guggenheim ve bu yıl açılması beklenen Louvre Müzesi’yle müze alanında da öne çıkıyor.
Dubai: Sanatın ticari boyutu çoğunlukla burada gerçekleşiyor.
Sharjah: Çağdaş sanatın merkezi, bu yıl 13. kez düzenlenen bienaliyle fark yaratıyor. Sharjah Bienali kendinden olanı hiç dışlamadan, hatta pozitif ayrımcılık yaparak 26 yıldır düzenleniyor. Her zaman bölgeden bir küratöre teslim edilen bienali ziyaret ederken Ortadoğu’da olduğunuzu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Bizim İstanbul Bienali’ni bu açıdan İstanbul’daki gökdelenlere benzetiyorum. İstanbul’daki gökdelenleri alıp New York’a taşısak hiçbir New York’lu “Bu gökdelenler buranın dokusuna hiç uymadı” demez. Bienalimiz de maalesef aynı.
Ufuk açıcı konuşmalar
Dubai bu günlerde 11. kez düzenlenen A