Türkiye’de sanat kitaplarına olan ilgi her geçen gün artıyor. Sanat alanında kitap neşreden yayınevi sayısı ise arzu edilen kadar olmasa da büyük artış sağladı. Bu yayınevlerinin son örneği Hep Kitap.
İngiltere merkezli yayınevi Lauren King’in “This is...” başlığını taşıyan serisini görünce çok sevmiştim. Son derece yalın bir üslupla sanatçıların hayatlarını ve sanat anlayışlarını başarıyla aktaran bir seriydi. Hep Kitap muhteşem bir iş yaparak bu seriyi Türkçeye kazandırıyor. Şimdilik Dali, Leonardo da Vinci, Warhol, Van Gogh, Gauguin yayımlandı. Serinin diğer kitapları da yakında raflarda yerini alacak. Böylelikle 16 kitaplık şahane bir set ortaya çıkacak. Serinin diğer kitapları şu şekilde: Bacon, Caravaggio, Cezanne, Frank Lloyd Wright, Goya, Kandinsky, Magritte, Matisse, Monet, Pollock, Rembrandt.
Seride her sanatçıyı farklı bir yazar ve illüstratör ikilisi ele almış. Kitapların baskı kalitesi sayesinde hem sanatçının eserini net bir şekilde görebiliyoruz hem de illüstrasyonlar amacına gerektiği gibi hizmet ediyor. Böylelikle sanatçının hayatını ve eserlerini bir arada görerek daha rahat öğrenmek mümkün.
Yalın bir üslup
Eserler hakkındaki açıklamalar, o esere daha rahat nüfuz
Geçtiğimiz günlerde Meclis Anayasa Komisyonu’nda kabul edilen tasarıya göre yakın zamanda Türkiye’de yönetimsel anlamda büyük bir reform yaşanacak. Bu tasarıyı iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP desteklerken CHP ve HDP tamamen karşısında. Bu tabloya göre tasarının referandumla kabul edilmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.
Yapılacak olan değişiklikle birlikte artık başbakanlık makamı olmayacak. Peki 2014 yılına kadar cumhurbaşkanlarının, artık başbakanlığın kullandığı Çankaya Köşkü ne olacak?
Gazi Mustafa Kemal’den başlayarak bütün cumhurbaşkanlarına hizmet vermiş olan tarihi binanın en iyi şekilde değerlendirilme yolu bence müzeye çevrilmesidir: Cumhuriyet Müzesi. Kapsayıcılığın artması için müzenin cumhuriyetimize adanması demokrasimiz için de bir kazanım olacaktır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde tam olarak bir demokrasiden söz edilemeyeceği gibi darbeyle işbaşına gelenlere de demokrasi müzesinde yer vermek mümkün değildir.
Peki niçin müze? Başka türlü değerlendirmek mümkün değil mi?
Müze değer verdiğimiz bir konuyu, bir kavramı, bir olguyu ele almak, aktarmak, işlemek, tanıtmak için en uygun yöntemdir. Müzeler sayesinde birçok konu çok daha iyi anlaşılmıştır. Biliyorum müze
Geçmişte insanların bambaşka okuma alışkanlıkları vardı. Örneğin matbaanın icat edilmesine kadar sessiz okumak çok çok nadir görülebilecek bir davranıştı. Aziz Augustinus, Aziz Ambosius’u şu sözlerle tarif ediyordu:
“Okurken, gözleri sayfayı tarar, yüreği anlamı arardı ama sesi çıkmazdı. Dili kıpırdamazdı. Ziyaretine gittiğimizde onu sık sık sessizlik içinde okurken bulurduk çünkü sesli okumazdı.”
4. yüzyılda sessiz okumak o kadar farklıydı ki bunu yapan bir insanı tanımlarken mutlaka bu özelliğine vurgu yapmak gerekirdi.
Örneğin biz Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i hep sesli okuruz. Yalnız okurken bile hafifçe dudaklarımızı oynatarak okuruz. Tıpkı namaz kılarken okunan surelerin ve tesbihatın, yanımızdaki kişi duymayacak ama kendimizin duyacağı kadar sesli okunması gerektiği gibi. Biz, bize miras kalan geleneği devam ettirip hâlâ bu şekilde okumaya devam ediyoruz. Ve bu hep bu şekilde olmaya devam edecek.
Sessiz okuma olgusu matbaanın Gutenberg tarafından icadına kadar yaygınlaşamadı. Matbaanın icadıyla birlikte kitabın artık daha kolay erişilebilir olması neticesinde okumak da bireyselleşti. Önceden hocaların ders olarak yüksek sesle okuması ve öğrencilerin hocayı dinlemesi şeklinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi bahçesinde yer alan Meclis Camii’yle ilgili bir belirsizlik var. Net bir açıklama yapılmadı. 15 Temmuz darbe girişiminde zarar gördüğü iddia edildi ama öyle olmadığı net bir şekilde ortada.
Behruz Çinici ve oğlu Can Çinici tarafından tasarlanan cami 1995 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülülü’nü kazanmıştı. 1989 yılında faaliyete geçen cami son derece modern mimarisiyle türünün nadir örneklerinden. Geçtiğimiz günlerde Meclis’e yaptığım bir ziyarette caminin akıbetini merak ettim. Akşam geç saatlerde olmasına rağmen camiyi ziyaret etme imkanım oldu, cami şu an ibadete kapalı durumda maalesef.
Görebildiğim kadarıyla sapasağlam duruyor. Hatta havanın eksi derecelerde olduğu bir Ankara ayazında içeri girer girmez insanı, her iki manada da, sıcaklık karşılıyor. Eylül ayında zarar gördüğü için yıkılan TBMM Halkla İlişkiler A ve B Blokları’nın hemen yanındaki cami 750 metrekarelik bir inşaat alanına sahip. Arka bölümü, toprağa gömülü iki ayrı bölümün eğimli bir araziye uyumlu halde yerleştirilmesinden meydana geliyor. Avlusuyla birlikte toplam alanı 6 bin 400 metrekare. Meclis binasıyla son derece uyumlu ama aynı zamanda Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden de izler
Hemen yanı başımızda yer alan, yüzyıllarca kardeşçe yaşadığımız, her zaman bir parçamız olan Halep düştü. Esed rejimi, İran ve Rusya’nın desteğiyle şehirde büyük bir katliam yapıyor. Dünya kamuoyu büyük bir sessizliğe bürünmüş durumda. Batı medyası “Zafer!” çığlıkları atıyor. Biz Türkiye olarak, her zamanki gibi bizden yardım bekleyenlere gücümüz yettiğince yardım ediyoruz. Bu satırları yazdığım saatlerde, Türkiye’nin uyguladığı baskı sayesinde Halep’ten siviller tahliye edilebiliyordu. Halep bu haliyle Srebrenitsa’nın ve Guernica’nın kardeşi.
Geçtiğimiz haftalarda bu köşede Portekizli karikatürist Vasco Gargalo’nun “Alepponica” isimli eserinden bahsetmiştim. Picasso’nun, dünya sanat tarihinin en bilinen savaş karşıtı eseri sayılan “Guernica”nın bugünün Halep’ine uyarlanmış hali. Avrupa Birliği, DAEŞ, Esed, Putin, Ümran bebek, katledilen aileler, mahvolan hayatlar; her şey bu eserde tüm çıplaklığıyla yer alıyor.
Sanat yaşanan acıların aktarılmasında en büyük araçların başında geliyor. Bu yüzyıllardır böyleydi, ileride de böyle olacak. Bir türkü, bir ağıt, bir resim, bir hikaye, bir roman bazen yıllarca süren bir savaşı, bir acıyı o kadar gerçekçi aktarır ki, bu eserle karşılaşan
Bugün 2016 yılı Necip Fazıl Ödülleri töreni yapılacak. Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da teşrif etmesi bekleniyor. Saat 19.00’da Haliç Kongre Merkezi’nde yapılacak törene geçen yıllardan farklı olarak arzu eden herkes katılabiliyor.
Bu yıl Necip Fazıl Ödülleri’nde hikaye - roman ödülüne layık görülen Cihan Aktaş’ın yakın zamanda yayımlanan “Şirin’in Düğünü” isimli kitabından bahsedeceğim.
Açıkçası kitabı elime alınca gözüm korktu. 600 küsur sayfalık bir eser söz konusu. Ama kitaba ne zaman başladım, hangi ara bitirdim hiç anlamadım. Su gibi akıyor. Cihan Aktaş’ı ilk olarak bu akıcı üslubundan ötürü tebrik etmem gerekiyor. Bütün hikayeyi anlatıcının dilinden okuyoruz. Normal şartlarda okuru yorabilecek bu anlatım tarzı, Cihan Aktaş’ın başarısı sayesinde romana ayrıca akıcılık katmış.
Yazar, kitabın adının da verdiği ipucundan anlaşılabileceği üzre Ferhat ile Şirin’e göz kırpıyor. Ama Nizam-i Gencevi’nin “Ferhad ile Şirin”ine. Cihan Aktaş bu mesneviyi karakterleri koruyarak yakın geçmişimize başarılı bir şekilde aktarıyor.
90’ların sonu, 2000’li yılların başında geçen kitap sadece bir aşk hikayesi olarak tanımlanamaz. Kitap boyunca Şirin, Nursuna olmaktan vazgeçip kendini
İçinde bulunduğumuz günlerin uluslararası alanda en önemli konularının başında hiç şüphesiz göç geliyor. Özellikle Suriye’de yaşanan insanlık dramı neticesinde evlerinden olan, yurtlarını terk eden milyonlarca insan var. Bu insanların büyük kısmını ülkemizde misafir ediyoruz.
Uluslararası sanat dünyası da Türkiyeli sanatçılar gibi bu konuyu maalesef çok cılız bir şekilde gündemlerine alıyorlar. Ai Weiwei’in bile sesi artık çıkmaz oldu. Halep’te yaşananlar ne medyada ne sanat dünyasında gerekli karşılığı görüyor.
Avusturyalı sanatçı Oliver Ressler’in Salt Galata’da açılan sergisi bu açıdan önemli. Sanatçının sergide en çok öne çıkan eseri 15 Temmuz darbe girişiminden sonra İstanbul’da filme aldığı “There are no Syrian refugees in Turkey / Türkiye’de Suriyeli Mülteci Yok” isimli eseri. Sanatçı kendi ülkesini eleştirmek yerine Türkiye’nin Suriyeli misafirlere mülteci hakkı vermediğinden şikayetçi. Eserin adından bu kolaylıkla anlaşılabiliyor.
Eser yüzlerini görmediğimiz Suriyeli misafirlerin Türkiye izlenimleri ve serzenişleriyle dolu. Mesela bir yerde “Tabii ki Tayyip Erdoğan’ı sevmiyorum” denildiğini duyarken, 15 Temmuz gecesini anlatırlarken Suriyelilerin sadece kendileri için
Güzel sanatlar fakültesinde okumadıysanız sanatı anlamanız, hele ki çağdaş sanatı anlamanız zor olabilir. Çok şükür son zamanlarda ülkemizde sanatı anlamak isteyen “sıradan” kişilerin başvurabileceği kitap sayısı hızla artıyor. Bu alanda Hayalperest Yayınları çabası ve ortaya koyduğu eserlerle ön plana çıkıyor. Şahsen ben yayımladıkları her kitabı büyük bir beğeniyle takip ediyorum, sanata ister profesyonel anlamda olsun ister sadece anlamak için olsun meraklı herkese de şiddetle tavsiye ederim.
Yakın zaman içinde yayımladıkları şu eserler özellikle kayda geçsin: E.Osman Erden’den “Modern Sanatın Kısa Tarihi”, Ayla Ersoy’dan “Sanat Kavramlarına Giriş”, Ahmet Cemal’in yeni çevirisiyle tüm dünyada sanat tarihi ve güzel sanatlar bölümlerinde ders kitabı olarak da okutulan Heinrich Wölfflin’den “Sanat Tarihinin Temel Kavramlarına Giriş”.
Beş yıllık emeğin ürünü
Ceren Özpınar’ın “Türkiye’de Sanat Tarihi Yazımı (1970-2010)” isimli çalışması da yakın zamanda yayımlanan önemli kitaplar arasında. Tarih Vakfı Yurt Yayınları etiketiyle çıkan kitapta Özpınar bakın kitabını nasıl anlatıyor: “Türkiye’deki sanat tarihi yazımını ele alıyorum. Benzerliklerden çok farklılıkların üzerinde durarak