Türkiye’de mimarlık söz konusu olduğu zaman akla ilk gelen isimlerden biri Doğan Hasol’dur. Bunun iki nedeni var: 1- Mimar olarak uygulamasını yaptığı binalar. 2- Kaleme aldığı kitaplar. “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü” gibi bazı kitapları alanının en yetkin başvuru kaynağı olarak mimarlık fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Doğan Hasol’un yepyeni bir kitabı çıktı: “20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı”. Hasol bu kitapta “Türkiye’de mimarlık mı var?” diye soranlara gerçek bir cevap veriyor, en azından vermeye çalışıyor. Kitap “Birinci Ulusalcı Mimarlık Akımı”, “Genç Cumhuriyet’in Konuğu Yabancı Mimarlar”, “1930’larda Çağa Uygun Anlayış: Modernlik Arayışı”, “1940’lar... Milli Mimari ya da İkinci Ulusalcı Mimarlık”, “1950’ler... Modernizm / Uluslararası Üslup”, “1960’lar, 1970’ler... Tekdüzeliğe Karşı Arayışlar”, “1980-2000 Arası / Küreselleşme ve Neoliberalizm Etkileri” başlıklı bölümlerden oluşuyor.
Bir antoloji değil
Kitabın içindeki her bölümün başında mevcut bölümü değerlendiren genel bir yazı yer almakta. Ayrıca her sayfada bir eser tanıtılarak bütün eserlere eşit yer ayrılmış. Gayet güzel. Doğan Hasol, kitabın arka kapağında da belirtildiği üzere, bunun bir antoloji olmadığını vurguluyor: “Ülkenin 100 yıllık mimarlık birikimi içinden verilen örnekler, daha çok mimari yayınlarda yer almış, birçoğu ödüllü yapıtlardan derlenmiştir. Yapıtların seçiminde akımlar ve dönemler hakkında daha kolay fikir verebilecek olanların önceliği gözetilmiştir. Öte yandan, çevresiyle barışık olmayan birçok yapı da bazı mimari niteliklerine karşın seçki dışı bırakılmıştır.”
Hangi mimari yapıtların hangi kriterlerden dolayı seçki dışı bırakıldığını gerçekten merak ediyorum. Kitapta yer alan bazı yapıtlar bugün mevcudiyetini korumuyor. Bunların çeşitli nedenleri var ama Doğan Hasol bu nedenleri belirtirken nedense hepsine aynı şekilde yaklaşmayı uygun görmemiş.
Şöyle ki bir bina hakkında “Bina 2013 yılında mal sahibince yıktırılmıştır” gibi son derece yansız ve tarafsız bir ifade sarf ederken bir başka bina hakkında “Özelleştirme kapsamında satılmış ve daha yoğun bir yapılaşma uğruna yıkılarak yok edilmiştir” diyor. Söz konusu ikinci yapının mimarının bilinmediğini de belirtmek gerek. Ya da kitabın sonunda verilen “Yitirilen Önemli Bazı 20. Yüzyıl Mimarlık Yapıtları” listesinden bir alıntıda “Rumelihisarı, 1950’lerde gerçekleştirilmiş olan düzenlemede yer alan amfitiyatronun açık sahnesinin ortasına mescit yapıldı. Böylece Rumelihisarı, gösteri ve etkinliklere kapatıldı” deniliyor.
Anlamakta zorlandım
20. yüzyıl Türkiye mimarisinden bahsedilen kitapta bu konunun ne işi var gerçekten anlamakta zorluk çektim. Rumelihisarı’nın 1950’lerde konser ve etkinlik merkezi olarak düzenlenmesi mi yoksa yapılan eserin mescit olması mı Doğan Hasol’u rahatsız etti, anlamak güç. Eminim ki Hasol yapılan mescidin gökten zembille inmediğini, Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılan Boğazkesen Mescidi olduğunu, bu mescidin 18. yüzyılda bir deprem sonucu yıkıldığını gayet iyi biliyordur.
Hasol’un kitabın önsözünde de alıntıladığı gibi Fransız Mimarlık Yasası’nın birinci maddesi şöyle der: “Mimarlık, kültürün bir ifadesidir.” Peki değişen kültür neticesinde “eski”ye dönüş veya “geçmişten esinlenmek” mümkün değil mi?
Hasol önsözde “Çoğulculuk ve çokseslilik bugünün sanat anlayışında üsluplara olanak vermiyor artık. Hele hele, çoğu kez milliyetçi dürtülerle ve geçmişe öykünen, geriye dönük ideolojik dayatmalarla yaratılmaya çabalanan diriltmeci-seçmeci üsluplara bu çağda hiç yer ve değer verilmiyor” dediğine göre onun için mümkün değil, lakin neye değer verileceği, hangi üslupların kalacağı yıllar sonra belli olacak.