Sonunda sancılı sürecimiz bitti ve taşınabildik. Buna benden çok etrafımdaki eş dost sevindi. O kadar çok konuşup isyan ediyordum ki büyük ihtimalle çoğu beni telefon rehberinden sildi. Satırbaşlarıyla taşınma maceram işte böyle bir şey
* Her şeye bas bas bağırabilir mi bir insan evladı ya, yemin ederim varlığımdan soğudum. Eve gelen ustalarla öyle bir kavga ediyorum ki en son bir aydınlanma yaşadım “Ya o koltuk kenarıyla kafama vurup kaçarlarsa” diye.
* Minnacık odaya öyle bir yatak odası takımı almışım ki dolabı tavana monte etmek gerekliydi. Usta bana oturup güzel güzel anlatıyor, ben de sanki o takımı adam beğenmiş gibi nasıl bas bas bağıyorum evin içinde. Amcanın en son alnında atan damarı fark ettim de sustum.
* Bütün varımı yoğumu da oturdum çok izliyormuşum gibi televizyona vermem de ayrı bir mallık oldu tabii. ‘Arka Sıradakiler’i 3D’li izlerim artık. Bu arada ayda yılda bir denk gelip bütün olayı çözülebilen tek dizi. Sadece başrol oyuncusunu uzunca zaman kör sanıyordum.
* Salona öyle bir avize almışım ki, zevkin ‘z’si yokmuş yemin ederim bende. Yere kadar sallanıyor, uçuyor, kırmızılar falan böyle. Takılmasıyla geri göndermem bir oldu. Genelev işletsem ancak
Geleneksel ‘Pucca’yla taşınma merasimleri koşuşturmaları’na hoş geldiniz. Kendini hiçbir yere ait hissedememe, olduğu yerde hep bekleme, eşyaları sevememe gibi olayın tıpta bir adı varsa, bunu hastalık olarak kabul edip tedavisine başlayacağım
Kader aynı evin içerisinde bir sene boyunca beni tutmuyor, sürekli başka evler, eşyalar, semtler ve şehirler... Bu sefer de ev küçücük geldi. Üç kız aynı evin içerisinde yaşayınca ‘evlenince ayrılmak zorundayız’ tribine girip bir anda ev bakma olayında bulduk kendimizi. Ev ararken çok zorlandığımı söyleyemem. Kahvaltıya gidiyorduk, kiralık yazısını gördük, aradık, evi gördük ve tuttuk. Her şey bu kadar kolay oldu.
Ama sonrası işkence
Mobilya fiyatları ne kadar pahalı öyle! Kardeşimle yaşayacağımız için, “Kendimize yeni sayfa açalım, her şey sıfır olsun” mutluluğuyla bildik bilmedik bütün mobilya çarşılarını dolaştık. IKEA ve Koçtaş gibi yerlerde paramla rezil olma durumuna girdiğim için hiç bulaşmayayım dedim. Bir şey beğeniyorsun, beğendiğin şey kadar sana montaj ve nakliyat ücreti çıkartıyorlar. Gözlerimin içine baka baka “Eğer bilmem ne kadar daha vermezseniz, yatağı apartmanın önüne bırakıyoruz, siz eve kadar çıkartıyorsunuz”
Benim ağzımdan çıkamayan cümle sevgilimin ağzından çıktı, “Biz buna bakamayacağız” dedi. Noktayı koyar koymaz kendimi bir attım yere, nasıl ağlıyorum. Puki’yi eve getirdiğimiz için kendimi affetmiyorum
Bir arkadaşımın Pincher cinsi köpeği doğum yapmıştı, dünyanın en çirkin ama en sevilesi şeyleri evde cirit atıyor böyle. Ne zaman onlara gitsek kızla tek kelime muhabbet etmeden sadece köpeklerle oynayıp dönüyorduk. En son yine böyle onu ziyaretimizde, hatun eline zıp zıp zıplayanlardan birini aldı, “Ben bu sıçana bakacak güvenilir birini arıyorum. Daha bebek ve aklım kalmaması gerekli... Ne dersiniz?” dedi. O an sevgilimle nasıl sevindik, nasıl zıplıyoruz, nasıl birbirimize sarılıyoruz, hatta daha kız lafını bitirmeden hemen köpeğin adını koyduk, “Bundan sonra senin adın Puki” diyerek. Hemen gittik, bir sürü mama, mama kabı, uyuması için minderler, vitamini, çiş kokusu, peti falan filan doldurduk arabaya.
Bizim kızlarla yaşadığımız evde bir adet Abdüş adlı İran kedimiz olduğu için Puki’yi manitanın evine götürmeye karar verdik.
Eve girer girmez salonun ortasına öyle bir kakasını yaptı ki, şu yaşıma gelmişim ben o kadarını yapmadım yemin ederim. Pede alışır ya, biraz
Sevgililer Günü’nü seviyorum çünkü Sevgililer Günü demek, hediyeler, şımartılma, güller, mumlar, lüks yerlerde yemekler, sürprizler demek. Yani bir kadın olarak istediğim her şey ama her şey o günde mevcut. Peki ya erkekler bugünün neresinde?
Ogün gelene kadar istediğim her şeyi adamın gözüne gözüne sokuyorum, “Bak falanca sevgilisini bilmem nerelere götürüyor, kıymet bilinmesi için onun gibi yollu olmak lazımmış demek” diye inceden mesajımı veriyorum. Televizyonda tek taş reklamı çıktığı zaman sesini bangır bangır açıyorum. Sevgililer Günü’nde romantik jestler yapmadı diye ayrılan insan hikayelerini bir bir anlatıyorum. Çiçeğin çok gereksiz olduğunu onun yerine kadınlara ayakkabı alınması gerektiğini laf arasında geçiriyorum. Yani hedefi büyük tuttum, kırmızı odası olan ultra pahalı bir otelde, masajdan çıktıktan sonra şampanyamı yudumlayıp, tek taşımın parlaklığıyla ayakkabılarıma bakıyor olacağım.
Biraz beni düşünsen
Daha doğrusu olacaktım, benimkinin aklına saçma sapan bir şey gelene kadar. Karşısına oturttu beni, kafasını ellerinin arasına alarak yüzüme baktı baktı baktı. En son bu bakışı çocukken, 900’lü hatları aradık diye babamda görmüştüm. Elinde telefon
Aylar aylar önce sevgilimle bisiklet turu yaparken iki seksen yere yığılıp fok balığı gibi debelendiğimi yazmıştım. Hah işte o yazının arka taraflarında bir yerde kalabalık grubun arasında bir kızın olduğunu ve kesinlikle adamla arasında geçmişte bir şeyler yaşanmış olabileceğini düşünmüştüm. Ve bingo!
6. hissi çok kuvvetli olan biriyim, felaketleri olaydan üç dakika önce, kapıyı çalan kişinin kim olduğunuysa zil sesinden hemen sonra anlarım. Kahve falı konusunda çok iyiyimdir, bir kafe açsam köşe olurum ama iyi şeyler hissetmediğim için yapmıyorum. Demek isterdim ama maalesef, çok yiyip yemediğimi bile hissedemeyecek kadar dandiriyim.
Yalnız bazı konularda sadece içime bir kuşku düşer ve o kuşku hep gerçek olur. Özellikle ikili ilişkilerde o nefes borusunun içerisinde duran, ‘Kesin şu an bir halt karıştırıyor’ gıdıklanmasını hissetmeyeyim, ortalığı ayağa kaldırıyorum. Aylar aylar önce sevgilimle bisiklet turu yaparken iki seksen yere yığılıp fok balığı gibi debelendiğimi yazmıştım. Hah işte o yazının arka taraflarında bir yerde kalabalık grubun arasında bir kızın olduğunu ve kesinlikle adamla arasında geçmişte bir şeyler yaşanmış olabileceğini düşünmüştüm. Ve bingo!
Sen
Bir İzmirli olarak bilmem kaç kıştır kar yağışını değişik şehirlerde görsem de her gördüğümde içimde aynı heyecan, aynı telaş ve aynı ‘ufuuu bugün de evde yatıyorum’ hissi
Lise sona kadar kar olayını sadece televizyonda gören, doluyu kar zanneden biri olarak üniversiteye valizimde ince tarz montlarla gittim. Ankara’dayız, kar kış kıyamet, nasıl soğuk anlatamam. Öğrenci evi diye bir hadisemiz var ama şehrin bilmem kaç kilometre dışında o da. Her şeyden mahrum gibiyiz, akşam millet normal akşam yemeği yemeye gidiyor, biz son otobüsü bekliyoruz. Son otobüs denilen bu kadar korkutucu bir şey akşam 10’da olur mu? O otobüsü bir kaçırsan, bir asgari ücreti taksiye verip eve gitmek zorunda kalacaksın.
İlk tanışma
Günlerden bir gün yine böyle kar yağdı işte, o son otobüsü ben kaçırdım. Ayaklarımda çizmeler var ama içi gölet. Parmaklarımı hissetmiyorum. Eldiven, atkı nedir bilmeyen biriyim, bir de bildiğin durakta donuyorum. Eve gidiş yolum kapandı, “Lanet olsun bir taksi geçse de binsem” diye bekliyorum ama bir tane taksi görünmüyor. Benim gibi ortada kalan biri falan olsa bari birbirimizden destek alırız diyorum o da yok.
O durakta yalnız başıma kaldım. Önce ayaklarım işlevini
Sevgilim bir gün, “Bir proje mi ne varmış, beni de çağırıyorlar” dedi, sonrasını dinlemedim, nasıl olsa işiyle alakalı sıkıcı sıkıcı şeyler, dinlesem de işime yaramaz diye, “Hıı canım, git ya... O değil de ne olur bir kahve yap” diye geçiştirdim. Meğerse cümlenin devamı “Megan Fox ile tanışacağım” imiş. Şu an kulak zarıma küfür ediyorum
Adam, Megan Fox’la tanışacak yahu, gözlerine bakacak, hatta eminim arkasını döndüğü an poposuna bakacak, bacaklarını süzecek, televizyondaki halinden daha güzelmiş diyecek. Sonra Megan ona doğru dönüp, “Hello” diyecek, sonra gözleri birbirlerinden hiç ayrılmayacak, telefonlarını birbirlerine verecekler. Böyle seksi seksi bakarak, dudaklarını öne doğru 3 buçuk metre uzatıp benim adama, “Sevgilin var mı?” diye soracak. O da hemen “Ya var ama aslında yok, sürekli kavga ediyoruz böyle sürmeyeceği belli. Zaten şu an yurt dışında. Senin eşin nerede?” diyecek, o da boşanma, açık ilişki falan derken eline aldığı krem şanti tüpüyle...
Kıskanmak saçma ama içim fokurduyor
Bir saniye adamın hayaliyle, benim düşüncelerim karıştı pardon. Yani koca Megan Fox kala kala benim manitama mı kaldı ama Adriana Lima bile o koluna sümük sürülmez adamla
“Hayatta en nefret ettiğin ülke neresi?” diye sorsalar, hiç düşünmeden “İngiltere” derim. Ülkeyle alakalı zerre bir nedenim yok ama sağ olsun hayatımda ne var ne yoksa alıp götürüyor orası
Önce eski sevgilim evleneceğimiz anda canı master yapmak istedi, kalktı gitti, şimdi de kız kardeşim canı ingilizceyi sular seller gibi bilmek istedi gidiyor.
Ama bu sefer ben de kardeşimle gidiyorum. Korkumla yüzleşmeye, ne varmış yahu bu Londra’da nasıl bir lanet varsa bana dokunanın Londra kapıları açılıyor diye merakımdan gidiyorum. Şu an sen bu satırları okurken ben orada soğuktan donuyor olacağım. Bir hafta boyunca burada kalacağım, sonra kardeşimi ellerimle teslim edip ülke sınırları içerisine geri döneceğim. Hatta Boa Lingua ile Londra’da yaşayan birileri varsa bana bir ulaşsa nasıl sevinirim, nasıl mutlu olurum anlatamam.
Lanet olsun!
Bir haftalık gezi için o kadar çok eşya götürüyorum ki bir hafta sonraki yazımı tahmin edebiliyorum “Neden valizlerde kilo sınırlaması var bir sürü eşyamı atmak zorunda kaldım, Lanet olsun!” Valiz hazırlamak kadar iğrenç bir şey yok sanırım, pardon ya var, o valizi taşımak. İnsanları ışınlayamıyorlar. Hadi anladık, bilmem kaç senedir