Geçen gün derginin birinde ünlü bir mankenin hafta sonunu saat saat nasıl geçirdiğini yazmışlar. Hatunun yaptıklarını okudum, "Benim hafta sonuma bak bir de" diyerek utandım kendimden08:00- O, güzel bir günü kaçırmamak için erkenden uyanmayı tercih ederken; ben rüyamda İspanyol erkeklerine krem şanti sürme başkanlığına seçildiğimi görüyorum.
08:30- O, güne zinde başlamak adına kuvvetli bir kahvaltı için bla bla mekanını tercih ederken; ben yastığıma salyamı bırakarak uyuyorum.
09:30- O, kahvaltıdan sonra harika bir sporun iyi gideceğini düşünüp kardiyo mardiyo patır patır koşturuyor. Bense hâlâ uyuyorum, o sırada durumuma hareket getiren tek şey çişimin gelmesi. Uykudan uyanmayla uyanmama arasında kalıp, “Allahım çişimi geçirirsen kalkınca üç kurban keseceğim, lütfen beni uykumdan uyandırma” diye mırıl mırıl duamı edip, çişimi psikolojik olarak erteliyorum.
13.00- O, sporunu bitirmiş, duşunu almış, hatta evine geri dönüp süslenmiş, öğle yemeği için Nişantaşı’nda karşılığında iki ayakkabı alabileceğim bir mekanın yolunu tutmuş. Bense kardeşimin açtığı televizyonun sesine uyanmışım. Bas bas bağırıyorum, gözlerim şiş, ağzım burnum kaymış, “Burada insan yatıyor bee
Aslında şu yazıyı, bahsedeceğim kişinin adını, memleketini, yedi ceddini belirterek yazmak isterdim. İsterdim ki eğer hâlâ devam ediyorsa öğretmenliğe, bir neslin daha çocukluğu bitmesin...
İlkokuldayım, okulda sürekli ot, çöp için para toplanıyor. Etüt mü ne yapılacakmış, onun için toplu para istedi öğretmen bizden. Gidip anneme söyledim, o da gereksiz buldu olayı. Zaten kursa gidiyorum diye vermedi parayı. Öğretmen her gün tahtaya çıkartıp para da para diye başımın etini yiyip duruyor. Eve gelip anneme söylüyorum öğretmen ille istiyor diye, annem de evde inat ediyor, vermiyor parayı. Yapacak bir şeyim yok, her seferinde “Anneeem vermiooo” deyip duruyorum. Kadın iyice kıl oldu bana, “Para vermeyenlere karne vermiyoruz”dan başladı, “Adları tahtada yazılı kalacak”a kadar devam etti.
Yemeğim yok ama mutluyumBir gün, Yerli Malı Haftası sebebiyle herkes evinden yiyecek bir şey getirecek okulda beslenme yapılacaktı. Annem çalışıyor, bırak yerli malını, kadın evde yemek yapmıyor. Söyledim ben de “Börek falan yapsana” diye, o da bana onun yerine kantinden alırsın deyince zorlamadım kadını. Ertesi gün okula gittim, üçüncü derste, açtı herkes beyaz örtüsünü serdi masaya, çıkardı
Hayatım boyunca beyaz peynir kıvamında kalmakla lanetlenmiş bir kızım. İnsanlar yaz bitişi parlak bronz tenleriyle etrafta fink atarken ben yamalı eşek gibi dolanıyordum. Öyle bir yanıyordum ki çevirme piliç yanımda halt eder. Şu ten daha bir kez Latin sıcaklığını göremedi diyeyim. Kaderime razı olmaya karar vermiştim ki arkadaşımın bilmem nesinin, bilmem nesi güzellik salonu açtı. “Gel, baştan sona kavruk bir Eda Taşpınar olacaksın, üstelik bedava” deyince “Tamam” dedim. Bedavayı duydum ya ben, koştur koştur soluğu aldım solaryum makinesinin önünde. Girdim içeri sıkıntıdan patlayarak bekledim kızarmayı. İnsan o makinenin içerisinde biraz gayret etse hayatın anlamını bulabilir bence. Zor bir şey değil, bir parça kahverengileşmek adına tıkış tepiş, döne dolana ne işim var burada noktasından başlayabilirse, devamı kozmik dengeye kadar gider eminim.
Neydim, ne oldum?
Hayatın anlamı beni yoracağı için, bronz tenime gidebilecek elbiseleri hayal etmeye başladım. Hatta bu hayale öyle bir kaptırdım ki kendimi bir anda Trendyol’un karabiber mankeni olarak iç çamaşırlarımla poz verdiğimi, Murat Boz sevgilisine hediye için orayı tıklarken o pozları görüp kahrolduğunu, kendini yerden yere
Atmosferde yayılan kelimelerimin arasında en fazla kullandıklarım karşıma çıksa kesinlikle "Artık zayıflamam lazım” birinci olacaktır
İncecik bir kız olsam bile yuvarlak hatlarım sayesinde hep lömbür lömbür gözüküyorum. Kendimden geçip açlık grevine girdiğim anlarda bile, her bir yanım erimişti de basenlerim ve yanaklarım kalmıştı, sapı tasarım ödülüne layık lolipop gibi duruyordum. Baktım bu iş olmuyor, sal kızım dedim kendini, önemli olan iç güzellik diye götürdüm kebabı, böreği.
“Heyyo! Tombik de mutluyum, memelerim var en azından, hayat bana güzel” diyerek balık etlerimle sağda solda fink atarken, kuaförün söylediği bir söz tokat etkisi yarattı bende.
Erkek arkadaşım olmadığı için bütün hıncımı sevgili saçlarımdan çıkar-tıyorum bu sıralar. Garibanları kuş gibi yaptım ama hâlâ usanmadım, oynayacak yer aramak için kuaföre gittim. Afili de bir yer. Sana karakter testi falan yapıyor, ardından uygun saçı söylüyor, kendini ellerine bırakıyorsun adamın. Kuş olsan nereye uçarsın, ıssız ada üç şey gibi abuk subuk sorular sorup özgürlükçü bir kadın olduğum sonucuna ulaştı. Saçımı da Gülben Ergen stili şeklinde kesmeye karar verdi. Düşün artık o derece
Hayatım bir film olsaydı, son sahnesini Tori Amos’un ‘A sorta fairytale’ şarkısı eşliğinde eski sevgilimle karşılaştığımız sahnede bitirirdim
İstiklal Caddesi’nde yürüyorum, beş kilo vermişim, niyeyse bacaklarım da beş santimetre uzamış, su gibi hatun olmuşum. Karşıdan bu geliyor, göz gözeyiz. Orada pişmanlığını anlıyorum, dizlerime kapanıp “Ben ettim, sen etme ne olur geri dön” diye ağla ağla ölüyor. Çenesinden tutuyorum “Beybi yapma böyle” diyorum. Sonra da topuklarımla parmaklarını ezerek gidiyorum.
Acı gerçekHayallerim böyle devam ederken, bu adamla geçen gün karşılaştım. Üstelik İstiklal’de falan da değil. Yapı malzemesi satan bir mağazada. Elimde 2.5 kilo boya kutusu, koltuğumun altında yer silme sopası. Üzerimde eskimiş bir tişört, onun altında tayt. Bacaklarım o taytla bebişlere külotlu çorap giydirirsin ya, öyle duruyor. Saçım başım perişan halde banyo malzemeleri tarafında yürüyorum. Tam köşeyi dönüyordum ki, karşımda!
Aylar önce düğününü haberlerde izlediğim adam tavşan gibi bakıyor. Elim ayağıma girdi, ne yapacağımı bilemedim. Aklımdan “Selam versem mi acaba?”, “Hiç umursamıyor gibi davranayım bari”, “Herifle ayrıldığımızda 48 kiloydum şu an 58 kiloyum!”, “Allah
Eğer birini haddinden çok seviyorsan, sen ne yaparsan yap; sana olan ilgisi hiçbir zaman ‘çok’ olmayacaktır o kişinin
Bu sıralar peşimde dolanan biri var, ya böyle tipi güzel, işi güzel, kendisi güzel ama nasıl desem vantuz gibi yapışıyor adam. Bir nefes aldırmıyor yemin ederim, sürekli darlıyor beni. Sabah uyanır uyanmaz “Günaydın” mesajını görüyorum. Öğlen “Yemek yedin mi bakalım aç kalma bak” yazıyor. Akşama kadar da saat başı bir mesaj, iki saatte bir de arama. Ya hayır sanki bana “Yemek ye” demese aç kalacağım. Ben aç kalır mıyım yahu! Hiç yemek yemesem; bedenimde depoladığım proteinim, şekerim, yağım bana üç sene yeter de artar, bir de üzerine üç köy doyururum onlarla.
Ay nasıl daraltıyor beni
Telefondan, teknolojiden o lanet olası üç dakikası bilmem kaç kuruşluk kampanyalardan, hatta dünyaya geliş amacımdan soğuttu beni yemin ederim. İşten bir çıkıyorum kapının önünde pişmiş kelle gibi sırıtıyor, o sırıttıkça suratına iki tane patlatasım geliyor. Hayır, bir de kısmetime mani oluyor, gece bir yerlere çıkıyoruz, bir bakıyorum bu sol kolumda bir koala. “Adam düş yakamdan ,ilik çocuk avındayım” diyorum. Şaka yapıyorum zannediyor; “Ahh senin şu şakaların, en çok esprilerini
Sevgilimden ayrılmayı beceremeyen bir insanım ben. Ayrılamama özürlüyüm, adamı istemesem, sevmesem bile kan kusturup, onun benden ayrılmasını sağlıyorum. Aynı şey ev arkadaşımdan ayrılırken de başıma geldi
Ayrılamama özürüm ev arkadaşlarım ve iş hayatımda da aynı şekilde devam ediyor. Yanımdaki insana “Ben gidiyorum” diyemiyorum. Şimdi bir ev arkadaşım var benim; kadın, süphanallah ibretlik bir paylaşım! Zamanında internette ‘Ev arkadaşı arıyorum’ ilanlarından bulmuştum ben bu kadını. Kira ucuz, ev eşyalı, merkezi bir yerde, bir de üzerine “Sadece haftada bir gün evde kalıyorum” deyince, valizimi aldığım gibi gittim. Hatun biraz garip geldi başta, bıyıkları var ve türkü kafe çalışanı gibi. Yaşını “39” dedi, “Ablan sayılırım” dedi, “Bana güven” dedi. Böyle de yazınca, hikâyenin devamı pavyona düşüp, bir işadamının beni kurtarmasını beklediğim gibi anlaşılacak. Ama öyle olmadı, kadının yaşı her geçen gün indikçe indi, en son “25 yaşındayım” dedi. Hatunun koca bir şirketi varmış meğersem. Ama nasıl cimri, nasıl anlatamam. Ya evde bana uzattığı çikolatanın bile parasını kiraya yazıyor. Sürekli temizlik yapıyor ve devamlı konuşuyor: “Şurayı şunu yapalım, bunu yapalım, temizlikçi
Eğer kadınsan, sakın ama sakın flört aşamasında bir erkekle alışverişe çıkma. Eğer erkeksen, yakışıklıysan, komiksen, SSK’an düzenli yatıyorsa; sakın kıpırdama, başkası kapmadan seni ben almalıyım!
Dünyanın en tatlı adamıyla kısa bir süredir flört halindeyiz, daha doğrusu halindeydik. Kalabalık arkadaş grubunda bir kez görüştük, orada yarım yamalak konuşmadan sonra telefonlar alındı, öyle bir kurlaşma sürecine girdik biz bu adamla. Ardından Cihangir’de bir mekanda öğlen yemek yiyelim sonra sinemaya gideriz diye buluştuk. Karşımdaki adama kendimi beğendirmek için kıvrım kıvrım kıvranıyorum, herif hem yakışıklı, hem çok güzel gülüyor hem de muhabbeti acayip sarıyor. Al evde koca diye besle yeminle. “Bu kez cukkayı vurdun kızım” diye sevinç çığlıkları atıyorum.
Tehlike çanlarıDerken adam, küçük kardeşine doğum günü için hediye alacağını söyledi. “İyi” dedik, İstiklal’e çıkalım bakalım beraber. Ohh, ilk günden aile içine girme, beraber aktiviteye katılma artı bir pointi haneme ekledim. Kardeşi 14 yaşındaymış, takı toka mağazalarına girdik ettik falan, derken sonra bir anda bana ne olduysa oldu, içimden bir ‘gollum’ çıktı. Dandik bir yüzüğü parmağıma geçirip tam iki saat