Aslında şu yazıyı, bahsedeceğim kişinin adını, memleketini, yedi ceddini belirterek yazmak isterdim. İsterdim ki eğer hâlâ devam ediyorsa öğretmenliğe, bir neslin daha çocukluğu bitmesin...
İlkokuldayım, okulda sürekli ot, çöp için para toplanıyor. Etüt mü ne yapılacakmış, onun için toplu para istedi öğretmen bizden. Gidip anneme söyledim, o da gereksiz buldu olayı. Zaten kursa gidiyorum diye vermedi parayı. Öğretmen her gün tahtaya çıkartıp para da para diye başımın etini yiyip duruyor. Eve gelip anneme söylüyorum öğretmen ille istiyor diye, annem de evde inat ediyor, vermiyor parayı. Yapacak bir şeyim yok, her seferinde “Anneeem vermiooo” deyip duruyorum. Kadın iyice kıl oldu bana, “Para vermeyenlere karne vermiyoruz”dan başladı, “Adları tahtada yazılı kalacak”a kadar devam etti.
Yemeğim yok ama mutluyum
Bir gün, Yerli Malı Haftası sebebiyle herkes evinden yiyecek bir şey getirecek okulda beslenme yapılacaktı. Annem çalışıyor, bırak yerli malını, kadın evde yemek yapmıyor. Söyledim ben de “Börek falan yapsana” diye, o da bana onun yerine kantinden alırsın deyince zorlamadım kadını. Ertesi gün okula gittim, üçüncü derste, açtı herkes beyaz örtüsünü serdi masaya, çıkardı beslenme çantasından böreklerini ve çikita muzlarını. Gittim kantinden bir güzel gevrek ve beyaz gazozumu alıp oturdum sırama. Yemeğim yok ama mutluyum, matematik dersi işlemek yerine yemek yiyoruz dahası var mı? Bir de dersin sonunda Serkan diye Küçük İbo kılıklı bir bebe var, şarkı söyletecek öğretmen ona. Onu bekliyorum sabırsızlıkla. Çünkü Serkan’a aşığım, çünkü o bir sanatçı, sekiz yaşında yanık yanık “Geldim Emmooğlluu” diye türküler çığıran, çocuk kalmış, içli bir İbrahim Erkal. Onunla dünyalarımız farklı ama ben yine de onu içten içe seviyorum. Ben Yonca Evcimik şarkıları dinleyen, bayramlığı lambada etek olan bir pop kızı, o ise çilenin, acının, yok oluşun simgesi.
Bir taraftan gevreğimi parçalara ayırıp masanın üzerine koyarak kendi yemeğimi güzelleştirmeye çalışırken bir taraftan da gizli aklı çocuğu kesiyorum. Öğretmen de sıra aralarını dolaşarak uslu duruyor muyuz diye kontrol ediyor. Bana doğru yaklaşınca kopardığım gevrek parçasından belki almak ister diye elime bir tanesini alıp öğretmene doğru uzattım. Kadın bir sinirlendi... Ama nasıl... O uzun tırnaklarını kulak kıkırdağıma geçirip tahtaya sürükledi beni. Elimdeki gevrek parçası yere düştü, onu almak için eğilmeye çalışırken kulağımı daha da çekiştirip saçımı çekti. Evden yiyecek bir şey getirmedim diye tahtada ayakta bekletip, herkesin yemek yiyişini seyrettirdi.
Aman ormancııı...
Ağlarsam kendimi daha küçük duruma düşüreceğim diye ağlayamıyorum. Çocukların yüzlerine bakamıyorum çünkü yemek yiyorlar. 2-3 tane p.ç kurusunun dalga geçtiğini duyuyorum sadece. Tek istediğim zilin çalması, evime gitmem hatta okulun patlaması ve herkesin hafızasından tahtada duran aç kızın silinmesi. Bütün ders boyunca kafamı iyice önüme eğerek tahtanın önünde bekledim. Sonra Serkan şarkı söyledi, “Amannn ormancıııı...” diyerek. Kafasını titrete titrete, dudaklarını büzüştürüp, gözler kapalı, kaşlar birbirine yapışmış, şarkı söylemiyor acı çekiyor çocuk. Ama benim acımın yanında hiç kalır onunkisi. Ne ormancısı; açım, rezil olmuşum ve bir grup çocuğun önünde dikiliyorum ağız şapırtıları eşliğinde.
İçimden el şaklamalı bir oyunun müziği geçiyor sürekli, beni rahatlatıyor. Şarkı sözlerine göre hayal kuruyorum, Serkan’a dair. O sırada hayalini kurduğum her şey beni üzüyor. Mutlu eden hiçbir şey yok, eve gidiş yolu bile üzüyor, ev üzüyor, yatağım üzüyor, öğretmen üzüyor, içim eziliyor...
Hayat bir daha karşıma çıkarırsa o kadını andım olsun suratını tırmalayacağım. O derece iz bıraktı bende.
Yazının Norma’sı:
Tartışırken “Sana bir şey derdim ama neyse” dediğim an, aslında verecek cevabım yoktur ama yiğitliğime leke sürmemektir niyetim.