Eğer kadınsan, sakın ama sakın flört aşamasında bir erkekle alışverişe çıkma. Eğer erkeksen, yakışıklıysan, komiksen, SSK’an düzenli yatıyorsa; sakın kıpırdama, başkası kapmadan seni ben almalıyım!
Dünyanın en tatlı adamıyla kısa bir süredir flört halindeyiz, daha doğrusu halindeydik. Kalabalık arkadaş grubunda bir kez görüştük, orada yarım yamalak konuşmadan sonra telefonlar alındı, öyle bir kurlaşma sürecine girdik biz bu adamla. Ardından Cihangir’de bir mekanda öğlen yemek yiyelim sonra sinemaya gideriz diye buluştuk. Karşımdaki adama kendimi beğendirmek için kıvrım kıvrım kıvranıyorum, herif hem yakışıklı, hem çok güzel gülüyor hem de muhabbeti acayip sarıyor. Al evde koca diye besle yeminle. “Bu kez cukkayı vurdun kızım” diye sevinç çığlıkları atıyorum.
Tehlike çanları
Derken adam, küçük kardeşine doğum günü için hediye alacağını söyledi. “İyi” dedik, İstiklal’e çıkalım bakalım beraber. Ohh, ilk günden aile içine girme, beraber aktiviteye katılma artı bir pointi haneme ekledim. Kardeşi 14 yaşındaymış, takı toka mağazalarına girdik ettik falan, derken sonra bir anda bana ne olduysa oldu, içimden bir ‘gollum’ çıktı. Dandik bir yüzüğü parmağıma geçirip tam iki saat düşünüyorum; “Alsam mı acaba bunu, kırmızı tişörtümle güzel durabilir ya da almayayım ya ev yüzükten geçilmiyor. Alayım alayım, siyah boğazlımla da güzel olur. Yok ya, fazla büyük, almasam daha iyi sanki.” Dünyanın en büyük sorununu hallediyormuşum gibi iç sesimle sürekli cebelleşiyorum 3 TL verip alacağım yüzük için. Sanki ev alıyorum ha, o suratımın halini falan bir görsen nasıl ciddi bir mesele düşünüyorum...
Sonra mağazaların önünden geçmeye başladık, işte o an alışveriş için artık dönülmez bir yolda olduğumun farkına vardım. Sezon başı bir mağazaya girmek, Murat Boz ve nişanlısının evinde misafir olmak gibi bir şey. Adam karşında ama asla sahip olamayacaksın ona.
Kendimi kaybettim
Her şey çok pahalı, 2 ay sonra fiyatının düşeceğini bildiğin bir kazağa 100 TL vermek evlat acısı gibi koyuyor insana. Ama öylesine güzel görünüyor ki, “Al beni, memelerine yasla” diye sana yalvarıyor adeta...
Ben mağazaya girdiğim dakika yanımdaki çocuğun varlığını unuttum, her gördüğüm kıyafeti yeni gelinin, damat aparatına sarılışı gibi ‘kalp kalp beybi’ tadında sarıp sarmalıyorum. Orada ne aşk umurumda, ne aile, ne siyaset, ne de başka bir şey. Tek umurumda olan “Şu hırkayı alsam da gelecek ay hiç yemek yemesem mi acaba?”
Elime avucuma bir ton kıyafeti alıp, deneme kabinine girdiğim an kendime geldim. Bir elbise giydim, simit bölgesi bir pırtladı kenarından köşesinden elbisenin. Çocuk da kabin önünde bekliyor beni, o fırtlayan yağlarımı elbet bir gün görecek ama ben o günü “Kapa o ışığı, ben ışık açıkken sevişemem” modunda olmasını bekliyordum. Şimdi bütün sürpriz kaçacak, hatta çocuk kaçacak. Kafamı şöyle bir uzattım; nasıl ofluyor, benden nefret eder gibi bakıyor, o bakışlarında ki “Bunların parasını bana mı ödetecek sansar karı” ifadesini de gördüm. Daha başlamadan ilişkimi resmen bitirdim. Hemen üstümü giyinip, tek parça kıyafet almadan çıktık oradan.
Mağazalar hatun dolu
Gerçi hoş, bu adamları da anlamak çok zor yahu. Yani ben erkek olsam, outlet mağazalarını kendime mesken tutardım. İçeride bir sürü yaralı ceylan gibi dolanan kız var. Hayatında göremeyeceğin kadar güzel hatunları orada bir arada görüyorsun. Kımıl kımıl, cennetin ta kendisi daha ne? Buna sevineceklerine bir de sinirleniyorlar, kadın- larla alışveriş yapma olayına. Tutarsız herifler ne olacak! Adamın beni bir daha aramadığını da söylememe gerek yok herhalde.
Yazının Norma’sı:
Eski sevgililer mağa-za satış elemanları gibi; ne zaman arasan, ihtiyacın varken bulamazsın. Sakince dolanayım, etrafa bakınayım dersen, popondan ayrılmazlar.