Türkiye, geçen hafta Wall Street Journal’da çıkan bir makale üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatı’nı ve Müsteşar Hakan Fidan’ı tartışıyor. Makale, müttefiklerin Suriye’de farklılaşan çıkarları ve politikalarından yola çıkarak Hakan Fidan’a dair toplumun zihninde bazı soru işaretleri yaratmaya çalışıyor. Haber-analizin son cümlesinde ise adı verilmeyen ABD’li bir istihbaratçı MİT için “dünyaya farklı gözlükle bakıyoruz” diyor.
İstihbarat örgütleri asla dost olmaz
Evet, ülkeler “dost” ve “müttefik” olsalar bile dünyaya farklı gözlükle bakabilirler. Çünkü çıkarları, değerleri farklı olabilir. Siyasilerin dünyayı farklı okuduğu durumda istihbaratçıların da bakışının farklı olması doğaldır. Fidan da bunu yapıyor.
İstihbarat kurumunun en önemli işi siyasi karar alıcıları “stratejik sürprizlerden” korumaktır. Herkesin hem fikir olduğu üzere, stratejik sürprizler sadece düşmanlardan değil dostlardan da gelebilir. Ayrıca, İstihbarat Örgütleri bir yandan ülkesini ve kendisini yabancı istihbarata karşı korurken bir yandan da örtülü operasyonlar yürütür.
Bu çerçevede istihbarat dünyasında “dost” ülkeler/devlet dışı aktörler de doğal hedeftir. Onların niyetlerini,
Türkiye füze teknolojisi alımı/üretiminde tercihini Çin’den yana yaptı. İhale, 1990’ların sonunda başlayan füze edinme serüvenini yeni bir aşamaya taşıdı. Kazanan firmanın ilan edilmesinin ardından da ABD ve NATO, kaygılarını ve tepkilerini gösterdiler. Füzelerin NATO sistemi ile uyumlu çalışmayacağını, Türkiye’nin tutumunun üyelikle bağdaşmayacağını ileri sürdüler.
Türk tarafı ise Çin teknolojisini tercih etmesinin normal olduğunu açıkladı. Fiyatın uygunluğundan teknoloji transferine, kısa menzilli füze sisteminin Çin’den alınmış olmasından batının bitmez tükenmez bürokratik ve siyasi baskılarına kadar bir dizi geçerli nedeni olduğunu belirtti.
ABD ve NATO’nun tepkisi
Sınırlı sayıda ülkenin sahip olabildiği füze teknolojisi, pahalı ve ihale bedeli de oldukça yüksek. Bu sektörde faaliyet gösteren şirketlerin heyecanlanmış olması da normal. Silah şirketleri, böyle yarışlara kendi hükümetlerinin desteğini alarak girerler. Buna rağmen ihaleyi Çinli şirkete kaptırdılar. Tepkilere bakılırsa konu daha uzun süre gündemde kalacak ve Türkiye baskılanmaya çalışılacak.
Türkiye’nin füze tutkusu, Kıbrıs Rum Kesimi ile yaşadığı meşhur SS 300 krizi ile başladı. Rusya, İran
TBMM’den TSK’nın yurtdışına görevlendirilmesi için ardı ardına iki tezkere geçerken Başbakan Erdoğan mecburi askerliğin kısalacağını açıkladı. TSK bir yandan iki tezkerenin gereğini bir yandan da mecburi askerliğin kısaltılması ve erken terhis hazırlıklarını yapmaya başladı. Bu durumda tezkereler hedef aktörler üzerinde ne kadar etkili olur bilinmez ama önümüzdeki dönemde mecburi askerlik ve silahlı kuvvetlerin “profesyonelleşmesinin” daha fazla gündeme geleceği bir gerçek.
Profesyonel orduya geçiş için dört neden
Mecburi askerliğe geçiş yapan ülkeleri zorlayan ortak nedenler dikkat çekici. Bunları; nüfus, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi/refah ve askerlik mesleğinin değişen karakteri olarak sınıflandırabiliriz.
Nüfusu 74 milyonu aşan Türkiye’de ihtiyaçtan fazla asker kaynağı var. Çözüm için üretilen çareler ise hiç adil ve eşit değil. Üstelik askerlik süreleri de rasyonel olmaktan uzak. Sonuçta uzun, kısa, çok kısa ve havale yolu ile bu “görev” yerine getirilmektedir.
Ülkeleri profesyonel askerliğe zorlayan ikinci neden demokrasinin niteliğidir. Halkın gücünü ve taleplerini merkeze koyan demokrasilerde yurttaşların ve siyasetçilerin bu mesleğe bakışları ve
Başbakan Erdoğan’ın “demokrasi paketini” açıklamasının ardından kamuoyunda, medyada ve siyasi arenada hararetli tartışmalar sürüyor. Tartışmacılar bulundukları konuma ve siyasi kanaatlerine göre değerlendirme yapıyorlar. Destekleyenler de eleştirenler de var. Bu çerçevede en fazla merak edilen husus PKK’nın pakete vereceği tepki.
Henüz Öcalan’ın görüşleri kamuoyuna yansımamış olsa da ilk anlarda BDP kanadında bir kafa karışıklığı görüldü. “Demokrasi paketine” nasıl yaklaşmaları gerektiğine dair ortak bir görüş oluşturmadılar. İyi, ama, eksik gibi açıklamalarla geçiştirdiler. Zaman ilerledikçe itiraz ve eleştirilerin tonu arttı. Gerçek durumu ve olası tepkiyi ancak haftaya öğrenebileceğiz. Öyle de olsa bazı öngörülerde bulunabiliriz.
Öcalan’ın ‘direktiflerini beklerken’...
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı önümüzdeki hafta konu ile ilgili bir deklarasyon yayınlayacağını ilan etti. Gelecek haftanın beklenmesinin nedeni, Öcalan’ın “emir ve görüşlerinin” alınacak olmasıdır. Ancak ön açıklamada paketten hiç de memnun olmadıkları görülmektedir. Çünkü hayaller ve gerçekleri birbirine karıştırarak beklentileri çok yüksek tuttular.
Başbakan Erdoğan siyasi
Başbakan Erdoğan “demokratikleşme paketi”ni açıkladı. Hükümete göre bu ilk değildi ve sonuncu da olmayacaktı. Farklı kesimlere hitap eden paketten öncelikli beklenti PKK’nın yeniden silahlı şiddete dönüşüne engel olmasıydı.
PKK, “askeri eylemler”ine aylar önce ara vermesine rağmen zaman zaman hükümeti tehdit etmeyi sürdürdü. Sizler bu yazıyı okurken PKK da “demokrasi paketi” konusundaki “resmi” görüşünü açıklamış olacak. Yine hükümeti eleştirecek ve bedel ödetme cümleleri içeren tehdit açıklamaları yapacak.
Tarafların politik hedefi
Bir yanda hükümetin çabaları, demokratik paket açıklamaları, öte yandan PKK’nın “tehdit” dolu “barış”, “demokrasi” taleplerine karşılık verilmediği iddiaları olan bitenleri anlamamızı zorlaştırıyor. Bu çerçevede demokratikleşme paketinin önemi, ancak günlük tartışmaların dışına çıkarak ele almakla anlaşılabilir.
PKK Kürtlerin tamamını temsil ettiğini farz ediyor. Türkiye topraklarında bir Kürt devleti kurma fikrinden de vazgeçmiş gibi görünmüyor. Ancak zamanın ruhu onu da değişime zorlamaktadır. PKK’nın, hayaller, talepler, arzular ile gücünün sınırları ve demokratik değerler arasındaki ilişkiyi öğrenmesi gerekiyor.
Yıllar
Obama’nın kimyasal silahların imhasına karşılık Suriye’ye askeri müdahaleden vazgeçmesi birçok insanı şaşırttı. ABD, yüz binden fazla kurban, dört milyondan fazla mülteciyi göz ardı ederek şimdilik sahneden çekildi. Hedef ABD ve İsrail mi?
Obama’nın Suriye’de doğrudan askeri bir müdahaleye istekli olmamasının ardında bir dizi neden var. Örneğin, bu tip harekâtın aşırı maliyetli olması, uzun süredir devam eden ekonomik kriz, ülkesinin Irak ve Afganistan’da savaş yorgunu olması gibi. Göz ardı edilen husus ise kimyasal silahların yarattığı hassasiyetti. Teröristlerin konvansiyonel bir terör saldırısını kimyasal silah kullanarak felakete dönüştürebilecekleri düşüncesi İsrail ve ABD kadar El Kaide’nin hedefindeki Rusya’yı da endişelendiriyor.
Obama’nın kimyasal terör korkusunun olması anlaşılabilir bir durum. Bu korkuyu tetikleyen El Kaide bağlantılı örgütlerin Suriye’de artan gücü ve faaliyetlerinin yaygınlaşmasıdır. Yine, Suriye ordusunun envanterinde bulunan tonlarca kimyasal silahın güvenliği de en büyük kaygı nedenidir. Bunlar bizim için çok fazla anlam ifade etmeyebilir.
11 Eylül saldırısının ardından abartılı ve tüketime yönelik olsa da terörizm
Suriye’de kimyasal silahların kullanılması birçok tartışmayı beraberinde getirdi. ABD, Suriye’ye askeri müdahale için düğmeye bastı. Fakat beklentilerin tersine politik amacının Esad’ı devirmek değil politik-askeri ortamı yeniden şekillendirmek olduğunu belirtti. Başka bir ifadeyle amaç; çıkmaza giren savaşta tarafları siyasi bir çözüme zorlayacak biçimde “yol temizliği” yapmaktı.
Çok hassas ve karmaşık olan temizlik operasyonu üç noktada düğümleniyordu. Kısa vadede kimyasal silahların kontrolü ya da yok edilmesi. Yine kimyasal silahlarla bağlantılı olarak radikal İslamcı grupların tasfiyesi ve sembolik de olsa Esad’ın gönderilmesi.
Savaş tartışmaları devam ederken Rusya’nın diplomatik manevrası, temizliğin yöntemini ve maliyetini değiştiriverdi. Esad, kimyasalların yok edilmesi için işbirliğine hazır olduğunu açıkladı. Böylece hem zaman hem de yeni bir pozisyon kazandı. Şimdilerde hava saldırıları yerine daha az maliyetli kimyasal silah listesini hazırlamakla meşgul. İç savaş ise devam ediyor.
İç savaşlar nasıl biter?
Suriye örneğindeki gibi bir iç savaş üç farklı biçimde sona erebilir. Birincisi; hükümet veya muhalifler “askeri zafer kazanır” savaş biter. ABD’nin