Öcalan, yeni bir parti kurulmasını istediğinde birçok insan buna pek anlam veremedi. Çünkü Öcalan’ın çizdiği yolda siyaset yapan Barış ve Demokrasi Partisi vardı ve parlamentoda temsil ediliyordu. Üstelik adaya gidiş gelişlerinde de fazlaca bir sorun yoktu.
Yine de parti çalışmaları tamamlandı ve nihayetinde Halkların Demokrasi Partisi (HDP) kongresini yaparak kurulduğunu ilan etti. Şimdi partinin TBMM’de temsilcileri var ve çalışmalarını sürdürüyor. Üstelik başkan yardımcısı da kuruluşundan kısa bir süre sonra Öcalan’ı İmralı cezaevinde ziyaret ederek görüştü.
‘Birleşik cephe’ merakı
Gelişmeleri “demokratik” bulup, çok partili sistemin doğal bir sonucu olarak görebiliriz. Farklı ideoloji, farklı bakış açısına yarattığı ayrışmalar gibi. Ancak, Öcalan’ın niyetini ve stratejisini anlamak onun silahlı ve siyasi geçmişine ait detayları bilmekle mümkündür. Nitekim detaylar, konuyu göründüğünden daha ilginç hale getirebilir.
Öcalan’ın “Kürt”ler dışındaki illegal/legal muhaliflerle “birleşik cephe” kurma merakı 1980’li yıllara kadar uzanır. Onun bu merakını şekillendiren ise Marksist ideolojisi ile Maocu “uzun süreli halk savaşı” stratejisidir.
O, bu çerçevede her
Cumhurbaşkanı Gül, Guardian gazetesine verdiği mülakatta Suriye konusuna vurgu yaptı. “Kimsenin, Afganistan’daki gibi bir durumun varlığına, Akdeniz kıyılarında müsamaha göstereceğini düşünmüyorum. Bu nedenle uluslararası toplumun Suriye konusunda çok katı bir pozisyonu olmalı” dedi.
Konuşmasında endişesinin nedenlerini sıralayan Cumhurbaşkanı Gül, başta Avrupa olmak üzere tüm ülkeleri “radikal” hareketlere karşı uyardı.
Akdeniz kıyısında Afganistan hayali!
Afganistan’da, yarım yüzyıldır büyük bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Ülke, yanlış politikalar sonucu sadece komşuları için değil tüm dünya için sorun üreten bir merkeze dönüştü ve büyük ihtimalle yeniden kaderine terk edilecek. Cumhurbaşkanı Gül’ün batıyı ikaz için Afganistan benzetmesi yapmasında büyük haklılık payı olmakla birlikte Türkiye açısından tablo daha da vahim.
Bugün Suriye, küresel bir sorun haline dönüşmekte Türkiye ise çok yönlü hedef haline gelmektedir. Birincisi, El Kaide ile bağlantılı “radikal” gruplar. İkincisi, sınır aşan boyutu ile mezhep ve etnik çatışmalar. Son olarak, çökmüş merkezi otoritenin neden olduğu güvenlik, sosyal ve ekonomik risklerdir. Etnik ve mezhepsel çatışma bölgesel
Demokrasilerde devlet faaliyetlerinin açık olması temel kuraldır. İstihbarat faaliyetleri ise bunda istisnadır. Gizlilik esastır. Bu onun denetim dışı olduğu anlamına da gelmez.
Gizlilik ve istihbarata karşı koyma, bu örgütler için işin önemli bir parçası olmakla birlikte, bazen dünyanın en iyilerinin sırları bile ortalığa saçılıyor.
Rütbe, bilgiye ulaşma asimetrisi
Son yıllarda istihbarat disiplini ile uğraşanlara en büyük iyiliği iki alt düzey istihbarat çalışanı yaptı. İlk olarak, ABD ordusundan er B. Manning, Wikileaks’e gizli belgeler sızdırdı. Sonra da CIA eski çalışanı E. Snowden.
Wikileaks belgeleri, insani ve açık kaynak istihbaratı ile ABD’li profesyonellerin analiz yeteneklerini göstermesi açısından önemliydi. İkincisi ise, ABD’nin elektronik/sinyal istihbarat alanında hedeflerini, yöntem ve kapasitesini gözler önüne serdi.
Bilgiler ve hedeflere bakınca istihbaratın toplayıcılıktan avcılığa doğru evirildiğini görebiliyoruz. Bilgisayar teknolojisine dayalı sistemler ve internet, istihbarat örgütleri için büyük avantaj sağlamanın yanı sıra ciddi güvenlik açığına da neden oluyor. Nitekim, örgütlerin taktik düzeydeki pozisyonlarını işgal edenler, elde
Birkaç gündür medyada PKK ile ilgili eski bir tartışmaya dair yeni haberler yer alıyor. Haberlerin özünü “çocuk asker” sorunu oluşturuyor. PKK, bugüne kadar çeşitli nedenlerle ve çok sayıda çocuğu askeri amaçları için kullandı. Onları çatışma alanlarına sürdü. Bu konuda uluslararası hassasiyetin artması ise onu harekete geçirdi. Şimdilerde bu “insanlık suçunun” sonuçlarından kurtulmanın yollarını arıyor. Bazı uluslararası kuruluşlarla “çocuk asker” kullanmayacağına dair protokol imzalama peşinde.
Çocukları askeri amaçlarla kullanma
Bağlayıcı olmamakla birlikte uluslararası belgeler 18 yaşın altında “bir silahlı kuvvet veya grup ile bağlantılı” kişileri “çocuk asker” kabul etmektedir. Silahlı gruptan kastedilen terörist, isyancı, ayaklanmacı, askerileşmiş organize suç örgütleridir.
Bu yapılar çocukları farklı amaçlar için sömürmekteler. Onları casus, haberci, cinsel köle gibi kullanmaktalar. Yine ailelerini işbirliğine zorlamak için rehine olarak tutmakta ve propaganda aracı olarak görmekteler. Çoğu zaman silahlandırarak sıcak çatışmaya sokmaktalar. Bu durum Afrika ve Asya’da müzminleşmiş iç savaşların, çatışmaların yaşandığı bölgelerde sıklıkla görülmektedir.
P
Ortadoğu’da başlayan “Arap Baharı” başlangıçta umut dolu idi. Fakat Libya, Yemen, Mısır ve Suriye gibi ülkelerdeki çatışmalar, iç savaşlar umutları kaygılara çevirdi.
En öğretici gelişme Suriye’de oldu. AB’nin de desteklediği muhalifler Esad’ı deviremediler ve iç savaş uzadı. Sonuçta AB’nin kaygılarını arttıran ne mültecilerin dramı, ne de Esad’ın değişen siyasi pozisyonu oldu. Asıl neden silahlı militanların, teröristlerin Suriye’ye yerleşmesiydi. İşin kötü tarafı artık ne Suriye’de El Kaide’nin faaliyetlerini önleyebilecek ne de AB ile işbirliği yapılabilecek bir otorite de yok. Sonuçta AB ülkeleri korkuyorlar ve endişeleniyorlar.
Terör ve Avrupa
Aslında terörizm Avrupa için yeni bir olgu değil. “Terör” kelimesi bile 1789 Fransız Devrimi’nin mirası. Avrupa sonraki yüzyıllarda da terör olayları ile yüzleşti. ETA, IRA gibi etnik, soğuk savaş döneminde Kızıl Tugaylar ve Baader Meinof gibi ideolojik ve günümüzde de El Kaide gibi dini referanslı terör saldırıları görüldü.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, refahın artması, işbirliği ve bütünleşme AB’de sınıfsal kökenli terör olaylarını bitirdi. İngiltere ve İspanya ise etnik terör faaliyetlerini hatırı sayılır ölçekte
PKK tarihinde çok sayıda ülkenin rolünden söz edilir. Ancak her ne hikmetse Rusya fazlaca gündeme gelmez. Özellikle de doğalgaz tedarikinde ön plana çıktığından beri. Oysa Sovyetler Birliği ve mirasçısı Rusya’nın PKK’nın kuruluş, gelişim ve faaliyetlerinde istisnai bir rolü var. Suriye ile stratejik ilişkiler de dikkate alınınca üçlünün yollarının değişik dönemlerde kesişmesi de kaçınılmaz.
Sovyetlerden miras: PKK ile ilişkiler
Öcalan’ın ilk parti programı Soğuk Savaş’ın ruhuna uygun olarak Sovyetler Birliği’nden büyük bir övgü ile söz eder. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Bir yandan paylaşılan ve savunulan Marksist ideoloji öte yanda da desek vardır. Aslında Sovyetler Birliği için bu ilişkide ideolojinin çok da önemi yoktur. Nitekim yeni “Rus” kimliğine rağmen bu ilişki sürdürülür.
Bu ilişkinin de bir gereği olarak Öcalan uzun yıllar Suriye’de yaşadı. Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü bir dönemde Doğu Bloku’nun yürüttüğü “vekaleten savaşın” bir parçası olarak rolünü oynadı. Hatta bu sayede, 1986’da, resmi davetli olarak Bulgaristan’a iki aylık bir ziyaret gerçekleştirdi. Kendi anlatımına göre Bulgar istihbaratı kendisine büyük ihtimam gösterdi ve iyi ağırladı.
Kurban Bayramı’nda da Suriye’de “çatışmalar/savaşlar” devam etti. Savaşlar dedim, çünkü savaş içinde savaşlar devam ediyor. Kimin kiminle, nerede ve ne için savaştığını ise bilen yok. Sanırım Suriye sorununa ilgi duyan ülkelerin istihbarat örgütleri de ortaya net bir “askeri resim” koyamıyorlar. Konvansiyonel savaşlardaki gibi cephe hattını ve savaşan güçleri gösteren bir harita çizmek de mümkün değil.
Bu kaotik tabloya rağmen Rusya, son aylarda uyguladığı politik manevralarla savaşın genel gidişatına damgasını vurdu. Askeri müdahale tartışmalarının yapıldığı bir anda sorunu yeni bir boyuta taşıdı. Esad’ı ipten aldı. Rusya’nın stratejik düzeydeki müdahalesi Esad’ın uyumu onun oyun kurma yeteneğini göstermektedir. İşin sırrı, soğuk savaş döneminde devletler ve devlet dışı aktörlerle kurduğu ve muhafaza ettiği tarihi ilişkiler de saklı.
Esad’ı ipten alan Rusya
Sovyetlerin mirasçısı Rusya, bir kısım eski müttefikle, devlet ve devlet dışı aktörlerle, bağlarını muhafaza etti. Suriye ve PKK bunun en iyi iki örneğidir.
Suriye, Rusya ilişkisi politik, ekonomik ve askeri yardımla da sınırlı değil. Sovyet etkisi, Baas politik kültürünün oluşumunda, parti ve
Suriye’de iç savaş gittikçe karmaşık bir hale gelirken, TSK 15 Ekim 2013’te yaptığı bir açıklamayla Suriye’nin Azaz/ Parsa Dağı’ndan atılan bir havan mermisine karşılık verildiğini bildirdi. Atışın yapıldığı Irak Şam Devleti örgütüne ait mevzilerin topçu ateşiyle vurulduğunu duyurdu. Aslında Suriye tarafından yapılan atışlara misli ile cevap verme işi gittikçe sıradanlaşmaya başlamıştı. Fakat bu sefer işin ilginç bir boyutu vardı. Topçu atışını diğerlerinden ayıran “hedefin kimliği” idi. Türk tarafından yapılan topçu atışlarında radikal ve El Kaide ile bağlantılı Irak Şam İslam Devleti örgütünün mevzileri hedef alınmıştı.
Hükümet, Meclis’ten aldığı, Suriye’de kuvvet kullanma yetkisini doğal olarak TSK ’ya devretti. Amaç Suriye topraklarından Türkiye’ye yönelecek her türlü saldırıya anında cevap vermekti. Bu coğrafi/mekânsal bir tanımlama idi. Nitekim de öyle yapıldı/yapılıyor. Ancak Esad rejiminin kuzeyde kontrolü kaybetmiş olması onu genel olarak hedef olmaktan kurtarıyor. Fakat bu durum TSK’nın hedef yelpazesini genişletirken belirsizlikleri de artırıyor.
Hızlı karar alma mecburiyeti
Böylesine belirsizliklerle dolu bir ortamda Suriye tarafından gelecek saldırı ve