Türkiye füze teknolojisi alımı/üretiminde tercihini Çin’den yana yaptı. İhale, 1990’ların sonunda başlayan füze edinme serüvenini yeni bir aşamaya taşıdı. Kazanan firmanın ilan edilmesinin ardından da ABD ve NATO, kaygılarını ve tepkilerini gösterdiler. Füzelerin NATO sistemi ile uyumlu çalışmayacağını, Türkiye’nin tutumunun üyelikle bağdaşmayacağını ileri sürdüler.
Türk tarafı ise Çin teknolojisini tercih etmesinin normal olduğunu açıkladı. Fiyatın uygunluğundan teknoloji transferine, kısa menzilli füze sisteminin Çin’den alınmış olmasından batının bitmez tükenmez bürokratik ve siyasi baskılarına kadar bir dizi geçerli nedeni olduğunu belirtti.
ABD ve NATO’nun tepkisi
Sınırlı sayıda ülkenin sahip olabildiği füze teknolojisi, pahalı ve ihale bedeli de oldukça yüksek. Bu sektörde faaliyet gösteren şirketlerin heyecanlanmış olması da normal. Silah şirketleri, böyle yarışlara kendi hükümetlerinin desteğini alarak girerler. Buna rağmen ihaleyi Çinli şirkete kaptırdılar. Tepkilere bakılırsa konu daha uzun süre gündemde kalacak ve Türkiye baskılanmaya çalışılacak.
Türkiye’nin füze tutkusu, Kıbrıs Rum Kesimi ile yaşadığı meşhur SS 300 krizi ile başladı. Rusya, İran ve Suriye’nin kısa, orta ve uzun menzilli füze sistemlerine sahip olması da bunu tetikledi. Özellikle de Suriye ile yaşanan kriz ve NATO’dan talep etmek zorunda kaldığı füzeler, bardağı taşıran son damla oldu. Sonunda kendi güvenliğini başkasına emanet edemeyeceğini görerek süreci hızlandırdı.
ABD’nin ve NATO’nun, Türkiye’nin Çin’i tercih etmesine itirazlarının görünen ve görünmeyen nedenleri var. Çin füze sistemlerinin, ABD ve NATO’nun sistemine uyumlu çalışmaması gibi bir neden bu konuda her şeyi açıklamaya yetmiyor.
İhale bedelinin büyüklüğü bir yana asıl sorun daha farklı görünüyor. ABD’nin Çin’le küresel rekabeti sürüyor. ABD, Çin’i dengelemek için her alanda stratejiler geliştiriyor. Öte yandan ABD’yi kaygılandıran Çin’in siber istihbarat ve “teknoloji hırsızlığı” konusundaki tartışılmaz yetenekleri ve kapasitesi.
Soğuk savaş sonrasında ekonomik yükselişini sürdüren Çin’in bu kapasitesini silah endüstrisine yansıtmaması düşünülemezdi. O da böyle yaptı. Ancak teknoloji üretmenin zaman alması ve maliyetinin fazlalığı onu farklı alanda kapasite geliştirmeye yöneltti. Özellikle Çin istihbaratı sivil ve silah endüstrisinden “teknoloji” çalmaya yöneldi. Bu konuda en fazla bilinen hikaye, Wen Ho Lee hadisesidir. Lee, Çin orijinli ABD’li bir nükleer bilim adamıdır.
Çin istihbaratının “teknoloji” merakı
Çin ordusu, 10 Eylül 1993’te yeni tip bir nükleer bomba test eder. Birkaç yıl süren ABD araştırmaları bunun çok başlıklı ileri teknoloji bir füze denemesi olduğunu göstermektedir. Sonuç daha da şok edicidir. Veriler, nükleer başlıkların ABD’nin elindeki sistemlerle aynı olduğunu göstermektedir. Sonuçta Çin istihbaratı, ABD’nin füze ve çok başlıklı nükleer sistemlerine ait bütün bilgileri çalmış ve ülkesine götürerek başarı ile taklit etmiştir. Olayda, Lee olağan şüphelidir.
Çin, elbette boş durmamaktadır. Nitekim, 28 Mayıs 2013 tarihli Washington Post’un haberine göre Çin, ABD’ye ait en az üç füze savunma sistemine ait bilgileri ele geçirmiş durumdadır. Tablo böyle olunca NATO ve ABD, Türkiye’nin Çin’le işbirliğinden kaygılanmaktadır. Çin, NATO’ya ait gizli bilgilere nüfuz edebilir diye.
ABD’ye sorsanız, “Çin’i nasıl bilirsiniz” diye, “kendim gibi” diyecektir. Özellikle de ABD’nin istihbarat faaliyetlerini açık eden ve şimdilerde Moskova’da yaşayan Snowden hadisesinden sonra. Kendisi en yakın müttefiklerinin en mahrem yerlerine sızdığına göre Çin neden aynısını yapmasın.