Ortadoğu’da başlayan “Arap Baharı” başlangıçta umut dolu idi. Fakat Libya, Yemen, Mısır ve Suriye gibi ülkelerdeki çatışmalar, iç savaşlar umutları kaygılara çevirdi.
En öğretici gelişme Suriye’de oldu. AB’nin de desteklediği muhalifler Esad’ı deviremediler ve iç savaş uzadı. Sonuçta AB’nin kaygılarını arttıran ne mültecilerin dramı, ne de Esad’ın değişen siyasi pozisyonu oldu. Asıl neden silahlı militanların, teröristlerin Suriye’ye yerleşmesiydi. İşin kötü tarafı artık ne Suriye’de El Kaide’nin faaliyetlerini önleyebilecek ne de AB ile işbirliği yapılabilecek bir otorite de yok. Sonuçta AB ülkeleri korkuyorlar ve endişeleniyorlar.
Terör ve Avrupa
Aslında terörizm Avrupa için yeni bir olgu değil. “Terör” kelimesi bile 1789 Fransız Devrimi’nin mirası. Avrupa sonraki yüzyıllarda da terör olayları ile yüzleşti. ETA, IRA gibi etnik, soğuk savaş döneminde Kızıl Tugaylar ve Baader Meinof gibi ideolojik ve günümüzde de El Kaide gibi dini referanslı terör saldırıları görüldü.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, refahın artması, işbirliği ve bütünleşme AB’de sınıfsal kökenli terör olaylarını bitirdi. İngiltere ve İspanya ise etnik terör faaliyetlerini hatırı sayılır ölçekte sınırlandırdı.
El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de ABD’ye gerçekleştirdiği saldırı Avrupa ülkelerini de harekete geçirdi. AB, polis, istihbarat ve yargı konularında işbirliğini artırma kararını aldı. Fakat, El Kaide daha hızlı davranarak İstanbul, Madrid ve Londra’da saldırılar gerçekleştirdi. Bundan ders alan AB, terörle mücadele kurum ve stratejilerini geliştirmeye çalıştı.
Bunu zorlaştıran birçok neden vardı. Özellikle jeopolitik konum, ideolojik boyut, tolerans fikri ve özgürlükler. Yine, Avrupa’da yaşayan Müslüman kökenli göçmen işçiler potansiyel risk olarak görüldü. Öte yandan AB üyesi ülkelerin ortak kurumları, terör tanımı, tarifi ve listelerinin olmaması da büyük bir zaaftı.
Madrid ve Londra saldırılarının ardından AB terörizmle mücadele kurumlarını zenginleştirdi. Amaç AB üyesi ülkeler arasında istihbarat paylaşımı ve terörle mücadele stratejilerinin uygulanması idi. Yeni strateji; önleme, koruma, izleme, cevap verme ayaklarından oluşuyordu. Önleyici tedbir olarak, radikalleşme ve “teröristlerin” ortaya çıkış koşullarını değiştirmek önemli bir hedefti. Bu yeterli olmayınca da, 2010’da organize suçlar, siber suçlar, kara para aklama, doğal afetler de iç güvenliğin ilgi alanına girdi.
AB yeni terör dalgasını beklerken
Terörizmle mücadeleyi biçimlendiren; jeopolitik, değerler, refah, politik kültür ve buna cevap vermesi gereken kurumlar ile üye ülkeler arasındaki işbirliğidir. AB gibi demokratik refah toplumlarında halkın güvenlik beklentileri elbette çok yüksektir. Politikacılar, kurumlar her durumda hesap vermek zorundadırlar.
Özellikle Libya, Mali, Somali ve Suriye’deki gelişmeler AB’nin güvenliği bakımından endişe vericidir. Avrupa pasaportu taşıyan çok sayıda “savaşçı genç” bu ülkelerde cihat etmekteler. Yeni silahlar, teknikler öğrenmekte ve tecrübeler edinmekteler. Küresel ağlara katılarak global savaşçılar haline dönüşmekteler.
Sonuçta Suriye ve diğer yerlerdeki çatışmalar fiilen bitse de, Avrupa vatandaşı, eğitimli ve savaşçı gençlerin zihninde bu savaşlar asla bitmeyecektir. Dönüşte sadece anılarını değil, aynı zamanda savaş malzemelerini, yeteneklerini ve tecrübelerini de Avrupa’ya taşıyacaklardır.
AB’nin terörizmle mücadele stratejisinin ne kadar işe yaradığını, kurumlarının kapasitesini ve çevre ülkelerle işbirliğinin boyutlarını ve kalitesini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Elbette buna Türkiye de dahil.