Avrupa Parla-mentosu seçimleri 22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında 28 Avrupa Birliği üyesi ülkede gerçekleştirildi.
Katılımın çok düşük olduğu seçimin sonuçları da oldukça şaşırtıcıydı. Çünkü Avrupa Birliği karşıtı aşırı sağ ve radikal sol partiler İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Danimarka’da büyük başarı kazandılar. Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluk merkez sağ ve sol grupların hâkimiyetinde olmasına rağmen, şimdi çok daha güçlü bir AB karşıtı blok parlamentoya girmiş bulunuyor.
Neden böyle oldu?
AB’nin geleceğinden kaygılananlar sonuçlar üzerinde kafa yormaya devam ediyor. Aslında sebepler açık.
Avrupa Birliği, 2008 ekonomik krizinin etkilerini yaşıyor ve işe yarar bir çözüm de üretilmiş değil. Nitekim her bir ülkenin sorunla baş etme kapasitesinin farklılığı seçim aracılığıyla parlamentoya yansımış durumda. Ekonomik kriz geleneksel partilere reaksiyonu tetikledi ve onları geri plana itti.
Ekonomik krizle tahkim edilmiş göçmen karşıtlığı, tepkinin bir diğer nedeni olarak görülebilir. Nitekim Kuzey Afrika’da yaşanan olumsuzluklar, Arap Baharı’nın neden olduğu güvenlik/siyasi/sosyal sonuçlar Avrupa’ya yasadışı göçü tetiklerken korkuların da artmasına neden oldu.
Bu günlerde ABD-Çin ilişkileri ilginç bir seyir izliyor. Siyasi tartışmalar bir yana ilişkinin ekonomik yönü oldukça karmaşık. İki ülke ticaret hacmi neredeyse 500 milyar dolara ulaştı. Buna rağmen istihbarat örgütlerini de arkalarına alarak küresel ticaretin kuralları ve araçları konusunda kıran kırana bir mücadele yürütüyorlar.
Hikâye 1986 yılında Çin’in küresel ekonomiye açılmasıyla başlıyor. Dört Çinli bilim insanı ülkenin Batı ekonomileriyle rekabet edebilmesi için mutlaka bilim ve yüksek teknolojiye büyük ölçekli yatırım yapılması gerektiğini belirten bir mektup kaleme alıyorlar. (Meşhur 863 Programı) Aksi takdirde açığın asla kapanmayacağına dikkat çekiliyor.
Tavsiyeyi dikkate alan siyasiler bunu devlet politikası haline getirdiler ve sıkı sıkıya uyguladılar.
Acelesi olan Çinli ne yapar?
Acelesi olan Çinliler teknolojik açığı kapatmanın iki yolunun olduğunu kısa sürede keşfettiler. Sıfırdan başlamak. Ya da rızasına bakmaksızın teknolojiye sahip olandan bunu bir şekilde ele geçirmek.
Birinci yol, zaman, insan, zihinsel dönüşüm ve maddi sermaye demekti. İkinci yol ise daha elverişli ve avantajlı görünüyordu. Çünkü bilgisayar teknolojisi, internet, kablosuz
Putin bu günlerde Çin’e resmi bir ziyaret gerçekleştiriyor. Kendisi Çin’e varmadan birkaç gün önce Rus donanmasına ait bazı savaş gemileri ortak bir tatbikat için Çin’e ulaştı. Anlaşılan, Rusya ve Çin dünyanın öteki ucunda NATO ve ABD’ye güçlü bir mesaj vermek istiyorlar.
Elbette ziyaretin tek amacı askeri tatbikat değil. Enerji ve teknoloji de masada. Nitekim Rus Gazprom yetkilileri, Çin Ulusal Petrol ve Doğalgaz Şirketi ile gelecek otuz yılı kapsayacak şekilde görüşmelerini sürdürüyorlar. Gerçekleşmesi uzun zaman alsa da en azından konuşuluyor.
Putin’in gezisinden önce yapılan açıklamalarda ziyaretin amacının “askeri ve teknik işbirliği” olacağı belirtildi. Batı ile artan gerilimin Rusya’yı Çine yaklaştırdığı görüntüsü var. Kârlı çıkanın Çin olması yabana atılacak bir fikir değil.
Çin’le birlikte mesaj
Nitekim Obama’nın geçen ay Asya Pasifik bölgesine yaptığı ziyaret, Putin’in Çin ziyaretiyle beraber okunduğunda ortaya ilginç bir tablo çıkıyor.
Gelişmeleri tetikleyen ve anlaşmazlıkları/güvensizliği açığa çıkaranın Ukrayna krizi olduğunu söyleyebiliriz. Ülke, topraklarının bir kısmını Rusya’ya kaptırırken, bir kısmında da filli olarak egemenliğini yitirmiş
Batı, Suriye ve Ukrayna sorunlarına odaklanmış iken birdenbire Nijerya popüler hale geldi. İslami referanslı bir silahlı örgüt, sayısı tam belli olmamakla birlikte küçük yaşta yüzlerce kız çocuğunu rehin aldı. Çoğu Hıristiyan olan bu çocukları rehin tutmaya da devam ediyor. Hükümetin rehine olayına verebileceği askeri ve polisiye bir cevabının olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
“Boko Haram” örgütü neredeyse on yıldır faaliyette ve yüzlerce çatışma, saldırı ve ölümden sorumlu. Şimdilerde ise onu popüler yapan ise El Kaide ile bağlantısı olduğu iddiası. Dini referanslı olması, Hıristiyanları hedef alması, eylemlerinin dikkat çekici niteliği çift yönlü propagandaya imkân veriyor.
Savaş mı yoksulluğa neden olur, yoksulluk mu savaş çıkartır?
Afrika’da güvenlik sorunlarının giderek artacağı, özellikle Hıristiyanların ve Müslümanların birlikte yaşadıkları bölgelerde etkili olacağı bir sır değildi. Nitekim ABD’nin Soğuk Savaş’tan hemen sonra Somali’de yaşadıkları, Kenya’daki El Kaide saldırısı bunun ilk işareti idi.
Bu günlerde Orta Afrika, Sudan, Çat, Mali, Kenya ve Sahra altı çatışmaların olağan hale geldiği bölgelere dönüştü. İstatistikler bu tip
Suriye Hava Kuvvetleri geçen hafta İHH’ye ait yardım kamyonlarını Halep girişinde vurdu. Saldırıda Suriye uyruklu bir kişi ölürken bir kişi de yaralandı. Yaklaşık yüz elli bin kişinin öldüğü Suriye’de bu saldırı sıradan bir hadise gibi görülebilirdi. Ancak öyle olmadığına dair güçlü işaretler var.
Birincisi, Suriye rejimi hava kuvvetleri unsurlarını aktif ve verimli olarak kullanmaktadır. Nitekim Esad, kuşatılan şehirlerde korku ve panik yaratmak, direnişçileri yıldırmak, askerlerine destek sağlamak için uçak ve helikopterleri kullanıyor. Bir anlamda muhaliflerin neden hava savunma füzelerine sahip olmak istediklerini daha iyi anlıyoruz.
İkinci dikkat çeken husus İHH’ye ait kamyonların hedef olmasıdır. İHH, Birleşmiş Milletler’e akredite yardım örgütü olmasına rağmen, ismi üzerinde, yoğun tartışmalar olduğunu biliyoruz. Özellikle de muhalif gruplara çeşitli yardımların ulaştırılmasında.
Her iki olgunun bileşimi bizi ilginç bir noktaya götürmektedir. Küçük bir konvoya hava saldırısı iki koşulda mümkündür.
Fırsat hedefi
Birincisi, İHH’nin kamyonları Suriye uçakları tarafından bir fırsat hedefi olarak tespit edilmiş ve vurulmuştur. Başka bir ifadeyle uçaklar
İç politikada kamuoyunun dikkatini içeride tutabilecek kadar konu var. Dışarıda ise Ukrayna ve Kırım sorunu başta Avrupa olmak üzere tüm dikkatleri üzerine çekmiş durumda.
Bu arada fazlaca ilgi toplamasa da komşumuz Suriye’de de ilginç gelişmelere yaşanıyor.
Esad politik ve askeri alanda ilginç hamleler yapıyor. Bir yandan ülkeyi seçimlere götürürken, bir yandan da fazlaca gürültü çıkarmadan askeri hamlelerle etki alanını genişletiyor. İslami Cephe de yaratıcı ve yeni taktiklerle buna cevap vermeye çalışıyor.
İç savaşta seçim
Birçok siyasi gözlemci çatışmaların devam ettiği ülkede seçimin zor olduğunu belirtiyor. Ülke nüfusunun neredeyse üçte birinin yerinden yurdundan olduğu bir ortamda bu girişim iyice zorlaşıyor. Seçimin güvenirliği de iyice zayıflıyor.
Buna rağmen Esad seçim sürecini başlattı ve cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıkladı. Sadece adı “seçim” olsa bile bu tiyatroyu oynayacak. Kameralara poz veren sadık yurttaşları ve Esad’ı oy verirken göreceğiz. Böylece seçim, psikolojik harekât için elverişli bir zemin yaratacak.
Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani geçenlerde Irak seçimlerine dair dikkat çekici bir açıklama yaptı. “Seçimlerin Irak siyasetinde bir değişim sağlamaması halinde Kürt yönetiminin artık Bağdat’ın sorunlarının bir parçası olmayacağını” söyledi.
Seçim ne getirir?
Açıklama üç nedenden önemli. Birincisi, Barzani Irak Kürtlerinin geleneksel siyasi hedefini bir daha ortaya koydu. Bağımsızlık. İkincisi, Irak iç dengelerindeki olası gelişmelerden fazlaca umutlu olmadığını ifade etti. Hatta bunu fırsata çevirebileceğini düşünmektedir. Son olarak küresel ve bölgesel gelişmelerin Irak Kürtlerinin lehine olduğu kanaatindedir.
Bağımsızlığa kol mesafesinde olmak
Barzani, “bağımsızlık” idealine her zamankinden yakın olduğunu düşünüyor. Sadece politik gelişmeler bağlamında değil, stratejik araç olarak “petrol” bağlamında da.
Gündemde kamu-oyunu meşgul edecek çok sayıda iç ve dış gelişme var. Cumhur-başkanlığı seçimlerinden “paralel devletle” mücadeleye, PKK sorunundan gittikçe artan siyasi gerilime kadar oldukça uzun bir liste yapabiliriz.
Dış politikada ise, Alman Cumhurbaşkanı’nın ziyaretiyle başlayan tartışmalar, iç savaş beklentisinin arttığı Ukrayna ve maliyeti artan Suriye krizi gündemdeki yerini koruyor.
İstikrarsızlık sarmalında Irak
Bugünlerde gündemden düşmüş gibi görünse de, komşumuz Irak’ta önemli siyasi ve güvenlik sorunları yaşanıyor.
Ülke, ABD işgali sonrasında ilk genel seçimlerini terör saldırıları eşliğinde gerçekleştirdi. Sonuçların alınması ve yeni hükümetin kurulması uzun zaman alacak. Nitekim 2010’da yapılan seçim sonrası hükümetin kurulması sekiz ay almıştı.
Geçen seçimin ardından Nuri El Maliki tarafından kurulan hükümet, sorunları çözemediği gibi ihtilafları daha da derinleştirdi. Etnik ve mezhepsel fay hatları derinleşti, şiddet arttı.