İsrail kendiden emin, deney yapan bir araştırmacı sakinliği içinde Gazze’de operasyonlarını sürdürüyor. Çoğunluğu çocuk ve kadın 400’den fazla insanın ölümü bile onu durdurmaya ya da yavaşlatmaya yetmiyor. Bu tutum sadece uluslararası tepkilerin cılızlığından da kaynaklanmıyor.
İsrail’in bu tutumunun arkasında ki nedenler şunlar: Bir, güvenlikle ilgili konularda hiç kimseye güvenmeyeceksin. İki, en uygun “stratejiyi” bulmanın yolu, öğrenen organizasyon olmak ve stratejilerin doğruluğunu sahada test etmek.
Lübnan’dan dersler
Aslında bütün hikâye 2006’da Lübnan’da başladı. İsrail’in Hizbullah’a karşı giriştiği askeri operasyon bir dönüm noktası oldu. Bir ay süren harekâtta, İsrail, 46 sivil ve 121 asker zayiatı verdi. Kayıpların fazlalığı yüzünden; toplum, medya, siyaset kurumu ve ordu büyük bir şok yaşadı. Hakkında efsaneler üretilen İsrail ordusu, Hizbullah karşısında sendelemiş ve özgüveni sarsılmıştı.
Savaşın ardından nerede hata yapıldığını araştırmak için özel bir komisyon kuruldu. The Winograd Komisyonu, Lübnan savaşında işlerin neden iyi yürümediğini irdeledi. Yine konuyla ilgili birçok makale ve rapor yayımlandı. Bir dizi eleştiri getirildi.
Ordunun,
Suriye iç savaşından hemen sonra “yabancı savaşçı” kavramını sıkça işitmeye başladık. “Yabancı savaşçı” dünyanın değişik yerlerinden Suriye ve Irak’a “cihat” için gidenleri tanımlıyor.
Aynı kavramın Türkiye’den savaşmaya giden Türk vatandaşlarının tamamını kapsayıp kapsamadığı ise tartışmalı bir konu.
Siyasi sınırın anlamı yok olurken
Türkiye ile Suriye arasında 950 km’lik mayın tarlaları ve tel örgülerle takviye edilmiş sınır var. Ancak bu mânia serisi tarihi, coğrafi, ekonomik, kültürel, etnik, mezhebi ve ideolojik kimlikler için bariyer oluşturmaya yetmiyor. Doğal olarak siyasi sınır anlamını yitiriyor ve ülke kaosun bir parçası haline gelme potansiyeli taşıyor.
Geniş yelpazeden savaşçı ihracatı
İsrail’in Gazze operasyonu sürüyor. Çok sayıda Filistinli hayatın kaybetti. Anlaşılan kayıplar devam edecek. Ortada İsrail’i durduracak bir güç yok. Filistin’e saldırılarının gölgesinde kalmış olsa da İsrail’in dikkat çeken başka faaliyetleri de var. Kürt petrolünü satın alması gibi.
Ceyhan’dan yüklenen Kürt petrolünün son partisinin müşteri bulması fazla zaman almadı. Yük, önce Malta açıklarında gemiden gemiye aktarıldı. Ardından da İsrail’e taşındı. Kaynaklara göre “özel” bir rafineri için.
Sıradan bir sevkiyat mı?
Bu transfer, dünyada her gün yapılan milyonlarca ton petrol alım satımı gibi sıradan bir sevkiyat olarak görülebilirdi. Ancak, petrol ticaretinin gerçekleştiği politik ortam, satın alanların müphemiyeti göz önüne alındığında işin hiç de göründüğü gibi salt bir ticari faaliyet olmadığı anlaşılıyor.
Daniel Yergin, “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü” isimli kitabında, petrol piyasasında fiyatların sadece arz ve taleple oluşmadığını anlatır. Bu bağlamda petrol ticaretini salt ekonomik faaliyet olarak görmek mümkün değildir.
Petrolün, politik, diplomatik ve askeri gücünü ve önemini biliyoruz. Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık arayışlarında
Irak ve Suriye’de süren çatışmaların karakterine, kök sebeplerine ve olası siyasi sonuçlarına bakınca bölgede istikrarsızlığın uzun yıllar devam edeceğini öngörmek sürpriz olmaz. Dahası, istikrarsızlığın ve çatışmaların Irak ve Suriye ile sınırlı kalmayacağı daha geniş bölgelere yayılabileceği ihtimal dâhilinde.
Böyle bir ortamda, Irak Kürt Bölgesinin güvenlik sorunları da gittikçe ağırlaşacaktır. Bölgesel gelişmelerin yanı sıra Kürtlerin devlet olma arzusu, güvenlik ortamının daha da kırılgan hale getiriyor.
İç ve dış tehditler
Şimdilik geri planda kalmış gibi görünse de, Kürt bölgesinin iç sorunlarının da istikrarsızlık yaratma potansiyeli var. Sadece partiler arası rekabet ve yolsuzluk gibi sorunlar değil, merkezi hükümetle ilişkilerin bozulmasının ardından kendini daha fazla hissettiren mali konular gibi.
Dışarıda ise esas tehdidin IŞİD radikalizmi ve Sünni Araplar olduğunu görebiliyoruz. Özelikle de psikolojik olarak hazmedilmesi kolay olmayan Kerkük’ün Kürtler tarafından ilhakının ardından. İŞID ve Sünni aşiretler bu günlerde Şiiler ve Suriye ile meşguller. Bu nedenle de Kürtleri ikinci plana itmiş gibi görünüyorlar.
Öte yandan Başbakan Malik’i de
Irak’ta devletin çöküşü, ülkenin bütünlüğünü tartışmaya açtı. Kürtler bağımsızlık arzularını hayata geçirebi-lecekleri tarihi bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Bu görüş farklı siyasi mahfillerde ciddi destek ve kabul görüyor.
Irak ordusunun (Şia ordusu olarak da görülebilir) Kerkük’le birlikte Sünni bölgeleri terk edip kaçması, Kürtlere tarihi hedeflerini “sıfır maliyetle” gerçekleştirme imkânı verdi.
Başta Barzani olmak üzere Irak’lı Kürtler, Kerkük’e, daima “Kudüs” ayarında kutsallık atfederler. Kudüs’ün sadece tarihi bir arzunun sembolü olmadığını biliyoruz. Kudüs aynı zamanda uzun yıllar süren, şiddetle yoğrulmuş çatışma ve sorunların da kaynağıdır. Bu bağlamda Kerkük zaferin hazzı kadar acıların da kaynağı olabilir.
Bugünlerde Barzani Kerkük’te, Sünni aşiretlerin desteklediği IŞİD ise işgal ettiği bölgelerde siyasi, psikolojik ve askeri varlıklarını tahkim etmeye çalışıyorlar. Süreç sona erdiğinde, “Kudüs/Kerkük” sorununun ne yöne evirileceğini göreceğiz.
Siyasi arzular ve askeri kapasite inşası
Suriye ve Irak’taki gelişmeler Barzani için yeni fırsatlarla birlikte bir dizi risk de getirdi. İşlemeyen siyasi süreçlerin, bozulan güvenliğin
Barzani, BBC’ye yaptığı açıklamada “Bundan sonra, bunun (bağımsızlığın) amacımız olduğunu saklama-yacağız” dedi ve ekledi, “Bizim, ülkenin yaşadığı bu trajik durumun içerisinde mi kalmamız gerekiyor? Bağımsızlığa karar verecek olan ben değilim. Halktır. Bir referandum yapacağız ve bu aylar içinde olacak.”
Barzani’nin amacı ABD’nin Irak’ı bütün olarak muhafaza hedefi ile örtüşmüyor. ABD ısrarcı olsa da sahadaki gelişmeler bu fikrin her geçen gün zemin kaybettiğini gösteriyor. Yakın gelecekte ABD’nin fikir değiştirmesi sürpriz olmayacaktır. Değişimi dayatan sadece sahadaki gelişmeler değil ABD’nin yakın müttefiklerinin yaklaşımı.
Yerel sorun, küresel soruna karşı
Irak’taki çatışmaların karakteri, geniş bir sahaya yayılmış olması ve istikrar maliyetinin yüksekliği umut kırıcı. Ortalıkta savaşı sona erdirerek, düzen sağlayacak gönüllü bir aktör de görünmüyor.
Irak Şam İslam Devleti’nin amaçları ve yaptıkları, batı dünyasını Kürtlerin etnik taleplerinin neden olabileceği krizlerden daha fazla korkutuyor. Günün sonunda etnik temelli politik talepler batı için doğrudan tehdit değil. Üstelik ortada küresel bir iddia da yok.
Irak’ın bir bölümünün “istikrarlı bir ada”
Koalisyon kuvvet-leri, 1991’de Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten çıkarttı fakat Bağdat’a gelmeden durdu. Ateşkes, muhayyel Kürt devletinin sınırlarını belirgin hale getirmişti. ABD, Irak’ı işgal ettiği 2003’te bu defa sınırlar biraz daha tahkim edildi. Siyasi nitelik ise bölgesel dengelerin etkisinde ve bağımsızlığa oldukça yakın “federasyon” olarak şekillendi.
Her iki savaş, mütekâmil bir Kürt devleti kuramadı. Ama her hamle birbirini izleyen bir sürecin kilometre taşları oldu. Bugün oldukça farklı bir aşamanın eşiğindeyiz. Kürtler bağımsız bir devlete giden süreçte geri dönülmez bir noktaya geldiler. Ancak her şey “tereyağından kıl çeker” gibi kolay ve “mekanik” gelişmiyor.
Yıllar önce bir makalede Irak’ta Kürt devletinin kurulabilmesinin dört koşula bağlı olduğunu ileri sürmüştüm. (Middle East Policy, could a Kurdish state be set up? March 2004) Bunu Kürt devletinin jeopolitik zorlukları aşma yeteneğine, ABD’nin rızasına ve himayesine, Kerkük’ün ilhakına, son olarak da Irak’lı Kürtlerin iç sorunlarını çözebilmelerine bağlamıştım.
Jeopolitik ulusların kaderidir
Napolyon’a atfedilen meşhur bir sözdür bu. Kürt devletinin önündeki en büyük engel “kaderini”, başka bir
Bugün Suriye ve Irak’ta yaşananları bildik siyasi haritalarla ve zihin dünyamızla açıklamamız mümkün değil. Siyasi sınırlar farklı nedenlerle anlamın yitiriyor. Avrupa Birliği gibi rasyonel projelerin yanı sıra başka nedenlerle de. Örneğin, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü tarafından silah gücüyle “iptal” edilen Suriye-Irak sınırının yanı sıra insani nedenlerle anlamı yiten Suriye-Türkiye sınırından da söz edebiliriz.
Değişimi hızlandıran sadece küreselleşme değildi. Askeri müdahaleler, ekonomik nedenler, zayıflayan ve çöken merkezi otoriteler bu sonucu hızlandırdı. Genelde son çiviyi çakanlar ise sınır tanımayan silahlı gruplar, terör ve suç örgütleri oldu. Irak ve Suriye’de şiddet kullanımının nedeni, ölçüsü, niteliği ve yarattığı etki çoktan salt “terörizm” konusu olmaktan çıktı.
Dini, etnik ve mezhebi anlaşmazlıkların kökleri derin. Geçmişte yaşanmış kötü olaylar hafızalardaki sıcaklığını koruyor. Bu nedenle her silahlı grubun kendi kamuoyunda kabul gören bir hikâyesi var. Öyle olunca da örgütler halkın desteğini kazanabiliyorlar. Bu çerçevede şiddet, politik pozisyon, güç kazanma kendini koruma stratejisinin en önemli parçası haline geliyor. Irak ve Suriye’de