DAEŞ’e yönelik harekât Suriye ve Irak’ta iki koldan devam ediyor. Ancak iki harekât da kesin sonuçlu olmaktan uzak. Şimdilik tali operasyon gibi görünüyorlar.
ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel geçen hafta bölgedeydi. Görünen o ki Irak’ın mevcut siyasi ve askeri tablosundan, operasyon birliklerinin bileşiminden, yetenek ve kapasitesinden çok da mutlu değil.
Öte yandan, yapılan açıklamalar Suriye’de durumun farklı ele alındığını gösteriyor. En büyük teselli, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) (siz onu PKK/PYD olarak okuyun) “savaşma motivasyonunun” yüksekliği. Öyle ki SDG, ABD’nin Suriye’de DAEŞ’i çökertme stratejisinin vazgeçilmez, kullanılabilecek yegâne etkili aygıtı haline gelmiş durumda.
ABD yönetimi (Pentagon), Suriye Demokratik Güçleri’ne hava, eğitim, istihbarat ve lojistik destek vermeyi sürdürüyor. SDG de bu desteğe uygun cevabı verme arayışında. Bu tablo, ABD yönetiminin DAEŞ ile mücadele politikası açısından Suriye cephesinde iyi haber. Fakat aynı haberin Türkiye için çok farklı anlamları var.
Mevcut hadiseler, PKK/PYD’nin Suriye’de diplomatik, askeri, ekonomik, coğrafi alanlarda bir hayli mesafe aldığını gösteriyor. Bu yazı, sorunun sadece
Geçen hafta, ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı, dört yıldızlı, General Josef L. Votel Suriye’nin kuzeyini ziyaret etti. Ardından da Türkiye’ye geldi. Bu düzeyde bir yetkilinin çatışmaların devam ettiği bir bölgeyi ve müttefikler arasında tartışmalı devlet dışı silahlı bir grubu ziyaret etmesi üzerinde düşünmeyi hak ediyor.
Ziyareti analiz etmek bazı ilave bilgiler gerektiriyor. İşe Merkezi Kuvvetler Komutanlığı’nın ne olduğuyla başlamak faydalı olabilir. ABD, mealen, “müttefikleriyle işbirliği içinde ve siyasetin diğer güç unsurlarını da kullanarak güvenlik ve istikrar sağlamak, hayati çıkarlarını gerçekleştirmek için” dünyayı coğrafi olarak altı stratejik komutanlığa bölmüş. Bunlar, Merkezi Kuvvetler, Afrika, Pasifik, Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika komutanlıkları.
Bu aralar Çin’le rekabet nedeniyle Pasifik Komutanlığı, yaygın ve yoğun çatışmalar nedeniyle de Merkezi Kuvvetler Komutanlığı en faal olanlar. Merkezi Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), güneyde Mısır-Suudi Arabistan yarımadasından Pakistan’a, Kazakistan’dan İran’a, Irak ve Suriye’ye kadar geniş bir bölgeden sorumlu.
Sorumluluk alanı, 550 milyon nüfusu, 22 farklı etnik grubu ve 18 farklı dili kapsıyor.
Terör örgütü PKK’nın lider kadrosuna göre Türkiye ile her alanda savaş sürmektedir. Bu durumda örgütün temel ihtiyacı “savaş araç” gereçleridir. İhtiyacın çap ve ölçeğini örgütün stratejisi, destekçilerin niyetleri, rakibin askeri, teknik yetenekleri belirler.
Terör örgütleri silah ihtiyaçlarını üç kaynaktan temin ederler. Birincisi, devlet kontrolünün hiç olmadığı ya da zayıf olduğu coğrafyalarda karaborsadan, kaçakçılardan satın alarak. Ortadoğu, bu yöntemin en yaygın ve müsait olduğu coğrafyalardan biridir.
İkinci yöntem çöken devletlerden arta kalanlardır. Savaş, özellikle iç savaş dönemlerinde askeri malzeme depoları yağmalanır; malzemeler sivillerin, örgütlerin eline geçer. Örneğin, PKK bu konuda şanslı bir örgüttür ve tarihinde birden fazla yağma vardır.
İran İslam Devimi sırasında Şah’ın ordu depolarından silahlar yağmalanması, Devrimin ardından başlayan ve sekiz sene süren İran-Irak savaşı silaha ulaşmayı kolaylaştırmıştır. Başta kuzey Irak olmak üzere, tüm bölgede milyonlarca hafif silah etrafa saçılmıştır. Kuveyt’in işgali, Birinci Körfez Savaşı ve Saddam’ın kontrolü dışına çıkan 36’ncı paralel uygulaması da benzer şekilde silahların terör örgütlerinin, devlet dışı
İç politika gündemi yine çok yoğun. Böyle olunca, siyasiler ve bürokrasi gündelik işlerden uzaklaşarak orta/uzun vadeli sorunlara yeterince zaman ayıramıyor. Oysa bazı sorunlar zamanla can sıkıcı hal alabiliyor. Tıpkı birkaç gün önce, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Ra’ad el Hüseyin’in ilk işaret fişeğini attığı açıklamalarda olduğu gibi.
Açıklama mealen şunları söylüyor: “TSK ve güvenlik güçleri operasyonlarında insan hakları ihlalleri yaptı/yapmakta. Bunlarla ilgili çeşitli güvenilir kaynaklardan giderek artan sayıda birçok bilgi, veri elimize ulaştı. Ortaya çıkan tablo, henüz net olmamakla birlikte, çok endişe verici boyutlarda”.
Yüksek Komiser, PKK ile bağlantısı olduğu iddia edilen “gençlik grupları (siz onu PKK’nın Sivil Savunma Birlikleri olarak okuyun) ve diğer devlet dışı yapıların yasa dışı eylemleri ve şiddetini” de kuvvetle kınadığını, terör eylemleri sonucu meydana gelmiş tüm can kayıplarından üzüntü duyduğunu” söylüyor.
Devamla, “Yetkililerin terörizm karşıtı operasyonlar yaparken insan haklarına, işkence, yargısız infaz, orantısız öldürücü şiddet ve keyfi gözaltı eylemlerini yasaklayan uluslararası hukuka daima saygı göstermesi temel
Cumhur-başkanı Sayın Erdoğan, hafta sonu yaptığı bir konuşmada, Türkiye’nin terörle mücadelede yalınız bırakıldığını söyleyerek müttefiklerine sitem etti. Üstelik müttefikler de terörden muzdaripler.
Türkiye, üç buçuk cepheli terörle mücadelesini yalnız sürdürüyor. Bunlar, PKK/PYD, DAEŞ, Fethullah örgütü ve DHKP-C. Sadece listenin sonundaki örgütle mücadelede işbirliği var gibi görünüyor. O da örgütün ABD’yi doğrudan hedef almasıyla ilgili.
Öte yandan, PKK/PYD ve DAEŞ cephesinde işbirliği oldukça sorunlu. Türkiye ile ABD ve AB arasında PKK/PYD’nin kimliği ve rolü konularında tartışmalar sürüyor. Müttefikler PYD’nin PKK’nın organik bir parçası olmadığı havasındalar.
Görüş ayrılığı savaş alanına, Suriye’ye farklı şekillerde yansıyor. Sadece Ruslar değil, müttefikler de PKK/PYD’yi beslemeye devam ediyorlar. Silah, askeri teçhizat, eğitim yardımları sürüyor. PKK/PYD, çeşitli ülkelerde temsilcilikler açarak meşruiyetini pekiştiriyor.
PKK/PYD’nin finans konusunda hiçbir sorunu yok. Avrupa Birliği, Kobani’nin “altyapısında” kullanılacağını ileri sürerek PKK/PYD’ye 300 milyon euro finansal yardım sağladı. Oysa parayı verenler, savaş sırasında sağlanan paraların altyapıya
Türkiye’nin iç politikaya odaklandığı bu günlerde Suriye’nin geleceğini etkileyebilecek önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu nedenle etrafa bakmakta fayda var. Ne de olsa Suriye’deki askeri, politik ve insani gelişmeler bizi de etkileyecek.
ABD ve Rusya, Halep’te devam eden çatışmalara ara verilmesi için savaşan taraflara baskısını sürdürdü. Ardından iki günlük ateşkes ilan edildi. Bu gelişme, akamete uğrayan Cenevre görüşmelerinin sürdürülmesine vesile olabilir.
ABD ve Rusya’yı genel tutumlarından vazgeçiren bazı önemli gelişmelerden söz edebiliriz. Rusya’nın, her alanda desteklediği, Esad yönetiminin politik meşruiyeti ve askeri kapasitesiyle ülkenin tamamında kontrolü tesis edebileceğine dair şüpheleri her geçen gün artıyor. Rusya’nın bu hususta yeterli bilgisi ve askeri tecrübesi var. Günün sonunda Rusya’nın çıkarlarını koruyacak bir düzen ancak müzakereyle mümkün olacaktır. Halep’te ilan edilen iki günlük ateşkes, bu düşüncenin ete kemiğe bürünmesini sağlayacak iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Şüphesiz, Rusya’nın tutumunu esnetmesinde ABD’nin rolü var. ABD, sürüncemeye dökülen savaştan çıkışın “uçuşa yasak ya da güvenli bölge” olabileceğini Ruslara hissettirmiş ve
PKK ve DAEŞ’in terör saldırıları artarken, neden olduğu olumsuzlukları her geçen gün daha fazla hissediyoruz. Nitekim terör saldırılarına bağlı ekonomik, siyasi ve sosyal istatistikler Türkiye’nin ciddiye alınması gereken bir güvenlik sorununun olduğunu gösteriyor.
Farklı ideolojiyle hareket eden, aynı zamanda düşman iki örgütün, ortak yanı terör taktikleri. Gaziantep’te Emniyet Müdürlüğü’ne ya da Dicle’de Jandarma Tabur Komutanlığı binasına yapılan bombalı araç saldırılarında olduğu gibi. Taktikler benzer olsa da her iki örgütün stratejilerinde bazı farklılıklar var.
Örgütlerin farklı politik hedeflerinin olması farklı stratejilerinin olmasına yol açıyor. Bu bağlamda gerek PKK’nın gerekse DAEŞ’in kısa vadeli hedefleri de farklı. PKK, devlet otoritesinin yerini almak, toprak koparmak isterken, DAEŞ, şimdilik, kaos yaratmanın, halk üzerinde sosyal kontrol sağlamanın peşinde. Öte yandan, her iki örgütün politik, askeri kapasitesi, tecrübeleri, gelişmişlik düzeyleri de birbirinden farklı.
Suriye ve Irak’ta devam eden iç savaş, her iki terör örgütünün besleneceği koşulları sağlıyor. Bölgede istikrarsızlığın daha uzun süre süreceği de açık. Üstelik olaylara müdahil
Kilis’e düşen roketlerden 17 kişi hayatını kaybetti ve onlarca yaralı var. Bölge halkının güvenlik kaygıları her geçen gün artıyor. Aslında füzeler buz dağının sadece görünen kısmı. Sadece sınırın öte yakasında savaşan devlet dışı iki aktörün rastgele ateşlediği ya da kazaen topraklarımıza düşen cisimlerden söz etmiyoruz. İşin kötü tarafı, Suriye’de politik askeri resim değişmedikçe füzeler düşmeye devam edecek.
Bu kanaatimizi destekleyen tabloya yakından bakmakta fayda var. Devletin öncelikli görevinin yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak olduğu hususunda tereddüt yok. Uluslararası hukuk Türkiye’ye kuvvet kullanma dahil her türlü tedbiri alma hakkı veriyor. Bu noktada iki konu ön plana çıkıyor. Muhataplarınızın siyasi tutumu ve kuvvet kullanma kapasiteniz.
Suriye’deki tabloya göre Esad rejimi, Rusya, İran, PYD/PKK ve DAEŞ Türkiye’nin rakibi. Çıkarları Türkiye ile taban tabana zıt. Bu tablonun sahaya yansıması, Türkiye’nin kuvvet kullanma kapasitesine getirilen sınırlama şeklinde kendisini gösteriyor. Nitekim Türkiye, Rus ve Esad rejiminin hava savunma sistemlerinin tehdidi nedeniyle DAEŞ’e karşı havadan harekete geçemiyor.
Sonuçta Rusya, İran ve Esad rejimi için