Terör örgütleri için politik neden- ideoloji, para ve insan vazgeçilmez unsurlardır. Politik neden, etnik, dini ve sınıfsal olabilir. Yine terörist mantığa göre, örgüt savaştadır. Temel girdisi ise insan ve paradır. Nihayetinde teröristler pahalı bir işle iştigal etmektedirler.
Finansman teröristler için hayati bir konu olunca, terörle mücadele edenler, terör örgütlerini “paradan yoksun bırakmayı” stratejilerinin önemli bir parçası olarak görürler. Bu nedenle sık sık “terörizmin finansal kaynaklarının kurutulması” lafları edilir. Sonuç almak ise, terör örgütünün karakteri, faaliyet gösterdiği ülkenin politik kültürü, coğrafyası, hükümetin etkinlik ve denetim kapasitesine ve uluslararası işbirliğine bağlıdır.
Elbette bütün bunlar PKK için de geçerli. PKK gibi yaygın ve kalabalık bir örgütün her zaman para sorunu olacaktır. Örgüt devletlerden doğrudan destek aldığı dönemlerde sorun azalır. Diğer zamanlarda ise iş başa düşer.
PKK bu gün, yerel yönetimlerden elde ettiği mali kaynaklarla daha uzun yıllar eylem kapasitesini muhafaza edebilir. Nitekim devletin yerel yönetimlere aktardığı paraların çeşitli yol ve yöntemlerle PKK’nın amaçlarına harcandığı bir sır değil.
İç politika yine yoğun ve gündemi işgal ediyor. Ancak dış politikada da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Özellikle de Irak ve Suriye’de. Devletler ve devlet dışı aktörlerin birbirleriyle ilişkilerinin değişen tabiatı, tam oluşmayan kuralları, siyasilerin ve profesyonellerin mevcut tabloyu tam olarak açıklamasına mani oluyor. Bazen ortaya garip durumlar çıkabiliyor. Zaman zaman söylenenlerle gerçekler örtüşmeyebiliyor. Bu gün Suriye’de olduğu gibi.
Türkiye’nin itirazlarına rağmen ABD, müttefiki Suriye Demokratik Güçleri’ni (siz onu PKK/PYD olarak anlayın) Fırat’ın batısına geçirdi. Hava desteğini arkasına alan PKK/PYD, Menbic’e girdi ve DAEŞ’i temizlemek için harekâtı sürdürüyor. Operasyon sadece DAEŞ’in geleceğini, PKK/PYD’nin Suriye’deki pozisyonunu değil, Türk-ABD ilişkilerini, Türkiye’nin PKK ile mücadelesini anlama açısından da oldukça öğretici.
Geçen haftalarda ABD Savunma Bakanlığı ve Pentagon sözcüleri Menbic operasyonunun amacının DAEŞ’in lojistik ve personel ikmal yollarını kesmek olduğunu açıkladılar. Güzergâhın öteki ucunda Türkiye yer alıyor. Açıklamanın daha detaylısını ve ilgincini bu kez ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken CNN Türk’e verdiği mülakatta
Geçen hafta Fransa ve Amerika’da dikkat çekici iki terör saldırısı oldu. Ömer Metin isimli Afgan asıllı bir ABD vatandaşı, terörizm tarihinde yer alacak ölçekte büyük bir katliam gerçekleştirdi. Fransa’da ise bir terörist polis ve eşini sosyal medya üzerinden tam zamanlı yayınla infaz etti.
Eylemler, yeni dalga terörizmin ürkütücü iki özelliğini birleştirmiş görünüyor. Bir yanda “canlı bomba” eylemcisinin ölümü kutsayan ve başkalarını da ölüme ortak eden intiharı. Diğeri ise 1990’larda başlayan ve gelecekte çokça tartışılacak, örgütsüz olmanın avantajlarını kullanan “yalnız kurdun” terör eylemi.
Herhangi bir terör örgütü ile “fiziki” teması olmayan, ancak onun ideolojik görüşlerini paylaşan, yöntemlerini benimsen veya kendi inanç ve ideolojisiyle, kendi eylem kararını alan tek kişilik terör eylemine “yalnız kurt” adı veriliyor. Tanımlama, kurtların sürü halinde avlanmasına rağmen bu tip teröristlerin tek başına hareketinden yola çıkarak tanımlanmış.
Amerikan istihbarat örgütlerinden FBI’ın başkanı James Comey, teröristi “yalnız kurt” olarak tanımlıyor. Saldırganın DAEŞ ile “fiziki” bir teması yok. Ancak internet üzerinden radikalleşerek eyleme giriştiği anlaşılıyor.
Günümüz
Geçen hafta Başbakan Binali Yıldırım, PKK’dan görüşme talepleri içeren bazı “mesajlar” geldiğini ifade etti. PKK gibi örgütler, “şiddetle ya da şiddetsiz” mesajlarını kodlarken, devletin politik kültürü, geçmiş deneyimi ve kamuoyu ile kendi kapasitesini dikkate alır. Bu nedenle mesajların doğru anlaşılması için PKK tarihinde yer alan “krizler ve çıkışlar” listesine göz atmakta fayda olabilir.
PKK, ilk önemli krizini lider kadrodan bazılarının Elazığ’da tutuklandığı 1979’da yaşadı. Nitekim Öcalan bu hadisenin ardından Suriye’ye kaçtı. Suriye istihbaratının Lübnan/Bekaa’da tahsis ettiği bölgede eğitim kampını kurdu. Örgütün, krizi aşmak için 1982 yılında Suriye ve İran İslam devleti arasında “stratejik işbirliği” anlaşmasının imzalanmasını beklemesi gerekti. Bu sayede Türkiye ile savaş yapma vekâletini Suriye ve İran’dan aldı. Ertesi yıl, İran üzerinden Kuzey Irak’a taşındı ve ilk krizinin üstesinden geldi.
Örgüt ikinci krizini 1986’de yaşadı. Eylemlere başladığı 15 Ağustos 1984’ü takip eden iki yıl içinde militanlarının 2/3’ünü kaybetti. Tam krize girmişken, Türkiye’de sıkıyönetim kaldırıldı. Sorun, sahibinin belli olmadığı, muallakta kalan “polisiye bir iş” mertebesine indi. Bu
Suriye iç savaşından PKK’nın kârlı çıktığını söyleyebiliriz. Bu günlerde önemli sayıda nüfusu kontrol edebiliyor; ciddi ölçekte ve nitelikte silahlı gücü de oluştu. Terör eylemleri için önemli olan ve Türkiye’ye farklı noktalardan girişe imkân veren coğrafi derinlik de kazandı.
Artık geçmişte hiç olmadığı kadar bol lojistiğe ulaşabiliyor. Para, silah ve giyecek sorun değil. Dahası, devletler ve devlet dışı aktörlerle iyi ilişkileri var ve bunu bir adım daha ileri götürerek temsilciliklerini bile açtı.
Ancak tüm bunlar, yine de, her şeyin uyumlu ve yolunda gittiği anlamına gelmiyor. PKK’nın bölge ülkelerindeki faaliyetleri bir bütün olarak ele alındığında, orta vadede “genel” stratejinin iki sorunlu alanının olduğu görülüyor. Türkiye ayağında hatalı strateji seçimi ve buna bağlı “strateji/yönetim/lider” krizi. Suriye ayağında ise, iç savaşla satın alınan süresi belirsiz bir “savaş hali”.
PKK’nın geçen yaz başlattığı “şehir savaşları” sona ererken, örgüt, terör saldırılarının temposunu artırmaya ve eylemlerini diğer şehirlere yaymaya başladı.
Terör saldırıları, genel olarak terörizmin teorik çerçevesi ve örgüt tarihi bağlamında ele alındığında ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Terör
Suriye ve Irak’ta çatışmalar devam ediyor. Genel tabloya bakınca ABD, Rusya, Esad ve İran’ın DAEŞ operasyonlarını senkronize biçimde yürüttükleri anlaşılıyor. Bu çerçevede Suriye’nin kuzeyindeki askeri resim hadisenin yeni ve ilginç bir aşamaya geldiğini gösteriyor.
DAEŞ, birden fazla cephede saldırı altında. Irak ordusu Felluce’de harekât yürütürken, Esad Rakka’da baskılamayı sürdürüyor. ABD desteğindeki PKK/PYD unsurları ise iki harekâtın yarattığı fırsatları değerlendirerek Türkiye sınırından 40 km uzakta, Fırat’ın batısında ilerleyişine devam ediyor.
DAEŞ, üç cephede kara savaşı yürütmenin yanı sıra, havadan da bombalanıyor. Esad, Rusya ve ABD Hava Kuvvetleri işbaşındalar. Türkiye ile “güven” sorunu yaşayan ABD, İncirlik’te pürüz çıkabileceğini hesaplayarak Akdeniz’e getirdiği uçak gemisinin hava unsurlarını da kullanıyor. Bir süre sonra operasyonların gözle görülür, ilginç sonuçlarına tanıklık edeceğiz.
Örneğin, Türk-Amerikan ilişkilerinden Türkiye’nin Suriye politikalarına, PKK ile mücadele stratejilerinden Suriye politikasından sorumlu kurumların performanslarına kadar.
Gerçek şu, sahadaki gelişmeler Türkiye’nin beklenti ve öngörülerinin çok dışında seyrediyor.
PKK’nın “şehir savaşları pratiği” ve sonuçları oldukça öğretici, bu nedenle daha uzun süre tartışılacak. Şimdilik işin sonuna gelindiğini Karayılan da kabul ediyor. Daha önce yazdığım gibi, örgüt orta çağ derebeylerinin “şato”larını savunması gibi hendeklerin gerisinde mahallelerde “savaşa” tutuştu. Sonuç ortada.
PKK, tarlasını terk etmemekte ısrar eden, Öcalan’ın da nefret ettiği, köylü savaşını yürüttü. Taktiği, tekniği ve mantığı ile tam da böyleydi. Şehirler yıkıldı, insanlar öldü, geçmişlerini, hayallerini kaybettiler. Bu tablo PKK’nın da öngöremediği bir sonuçtu. Bu nedenle terör örgütü içine düştüğü açmazdan çıkış arıyor ve birden fazla alana odaklanmış görünüyor.
İlk alan, Suriye. PKK, kazanımlarını korumanın ve geliştirmenin stratejik öneme haiz olduğunun farkında. Öte yandan “şehir savaşları” öngörülmeyen ölçüde lojistik, finans ve militan kayıplarına neden oldu. Ağır psikolojik sonuçlar üretti. Sonuçları önemli yapan, mücadelenin sembolik ve asimetrik karakterde olmasıydı. Nitekim Karayılan hasarın hızla telafi edilmesi gerektiğini ifade ederek, sürekli halkı PKK’nın istediği türden bir ayaklanmaya davet ediyor.
Yine “şehir savaşlarının” neden olduğu militan kaybı, PKK’nın
Türkiye, PKK/PYD’nin ABD ile askeri işbirliğinden rahatsız olduğunu ısrarla dile getiriyor. Geçen hafta gündemi ABD Özel Kuvvet mensubu askerlerin üniformalarında PYD sembolleri kullanması işgal etti. Aslında mevzu, “sembolik” olmaktan çok daha derin.
ABD ile PKK/PYD’nin askeri işbirliğinin tartışıldığı esnada, toplanan MGK’nın ardından yapılan açıklama ile hadisenin başka bir boyutu dikkat çekti. PKK/PYD, Avrupalı bazı “dost” ülkelerde temsilcilik açmıştı.
Bildiride PKK/PYD’nin Prag, Stockholm, Berlin ve Paris’te (Moskova’ya yer verilmemişti!) temsilcilikler açtığı belirtildi. Bu gelişmenin “teröristlere imkân ve cesaret verdiği gibi, bu tutumun dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağı” ifade edildi.
Elbette ABD’nin PKK/PYD’ye askeri yardımı ve işbirliğini temsilcilikler açılmasından ayrı ele almak mümkün değil. İç savaş, ayaklanma gibi politik-askeri hadiselerin yaşandığı bir ülkede, savaşan gruplardan birisi üçüncü bir ülkede özel izinle “temsilcilik” açıyorsa, savaşan grup yeni bir statü kazanıyor ve siyasi süreç farklı bir yönde ilerliyor demektir. Hamle isyancı/silahlı grubun, devletlerin tekelinde olan meşruiyet alanına girdiğinin/ortak olduğunun ve stratejik bir