İç politika gündemi yine çok yoğun. Böyle olunca, siyasiler ve bürokrasi gündelik işlerden uzaklaşarak orta/uzun vadeli sorunlara yeterince zaman ayıramıyor. Oysa bazı sorunlar zamanla can sıkıcı hal alabiliyor. Tıpkı birkaç gün önce, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Ra’ad el Hüseyin’in ilk işaret fişeğini attığı açıklamalarda olduğu gibi.
Açıklama mealen şunları söylüyor: “TSK ve güvenlik güçleri operasyonlarında insan hakları ihlalleri yaptı/yapmakta. Bunlarla ilgili çeşitli güvenilir kaynaklardan giderek artan sayıda birçok bilgi, veri elimize ulaştı. Ortaya çıkan tablo, henüz net olmamakla birlikte, çok endişe verici boyutlarda”.
Yüksek Komiser, PKK ile bağlantısı olduğu iddia edilen “gençlik grupları (siz onu PKK’nın Sivil Savunma Birlikleri olarak okuyun) ve diğer devlet dışı yapıların yasa dışı eylemleri ve şiddetini” de kuvvetle kınadığını, terör eylemleri sonucu meydana gelmiş tüm can kayıplarından üzüntü duyduğunu” söylüyor.
Devamla, “Yetkililerin terörizm karşıtı operasyonlar yaparken insan haklarına, işkence, yargısız infaz, orantısız öldürücü şiddet ve keyfi gözaltı eylemlerini yasaklayan uluslararası hukuka daima saygı göstermesi temel önem arz etmektedir” demektedir.
Yüksek Komiser’in iddialarının hangi süreçlerden, kim tarafından geçirilerek temellendirildiği, bilgi kaynaklarının ne olduğu, hızlı bir internet araştırmasıyla kolayca bulunabilir.
Benzer konularda oldukça tecrübeli ve hatırı sayılır destekçisi bulunan PKK, hendekleri kazarken “şehir savaşından” askeri bir zafer çıkmayacağını gayet iyi biliyordu. Ancak bu taktik, propaganda savaşı için emsalsiz malzeme sağlayabilirdi. Bu nedenle örgüt savaşının sıklet merkezini propaganda cephesine kurdu. Alakalı “kurumları” ilk günde seferber etti. Yakında BM ile başlayan süreci diğer aktörlerin, uluslararası kurumların takip etmesi sürpriz olmayacak.
Propaganda hamlesi devam ederken lider kadrodan Duran Kalkan, örgütün kısa dönem taktik ve stratejileriyle ilgili açıklamalarını sürdürdü. Kalkan, “Kürt gençlerinin, kız ve oğullarının ellerinde sopalarla, çakaralmaz tüfeklerle sokak ve mahallelerde kazdıkları hendekler ve kurdukları barikatlar arkasında kendilerini savunmaya çalışmaktan başka çareleri yoktu. Sadece hendek ve barikatlar arkasında direnme zafer kazandırmaz’’ dedi.
Nitekim, ellerine silah verilen çocuklar, çukurların arkasında ölüme gönderildiler. Örgüt onların cesetlerini, harabeye dönen şehirlerini propaganda savaşının malzemesi haline getirdi. Üstelik elde edilen malzemenin nerede, ne zaman, nasıl kullanılacağına dair teknik bilgiye, medya desteğine ve mali kaynağa ulaşmak da zor olmadı.
Devlet cephesinde işler ise işler biraz muğlak görünüyor. Siyasetin, hukuk sisteminin, sivil ve askeri bürokrasinin böylesine karmaşık bir sorunun üstesinden gelmeye ne kadar hazır olduğunu zaman içinde göreceğiz.