PKK, Nusaybin, Yüksekova ve Şırnak’ta çoğu çocuk militana tahkim edilmiş hendeklerin gerisinde “şehir savaşı” yaptırıyor. Kısa süre önce benzer manzara Sur, Silopi, İdil ve Cizre’de vardı.
“Uzatılmış halk savaşının” şehir versiyonu PKK liderlerinin stratejik aklının, aradan geçen kırk yıla rağmen ne kadar ham olduğunu gösterdi. Karayılan’ın gizleyemediği “savaş” pişmanlığının arkasında sadece çok sayıda militan kaybı değil, PKK jargonuyla, “askeri yetmezlik” ve “maceracılık” da var.
Karayılan birkaç gün önce tüm birimlere gönderdiği mesajında şunları söyledi. “Yani ordu bütün her şeyiyle gençlere karşı savaşıyor. Halbuki bu şehirlerde bu düzeyde bir savaş yaşanmasına gerek yoktu. Aksine, eğer onlar sıradan yaklaşsaydılar, bu hendek sorunları bir şekilde çözülebilirdi.”
“Şehir savaşı” emrini veren Karayılan, topun icat edildiğinden habersiz şatosunu korumaya çalışan Ortaçağ lordları gibi davrandı. Birbirinden kopuk şehirlerde hayatlarını hiçe saydıkları çocuklardan oluşan “serflerini” ellerine tüfek vererek ölüme gönderdi. Onları hendeklerin ve patlayıcıların gerisinde kalkan yaptı. “Teorik olarak” büyük kitlelerin ayağa kalkarak işi bitireceğini sandı. Kandırılmış olabilir!
Yapılan açıklamalara göre Sur, Silopi ve Cizre fiziki olarak denetim altına alındı. Diğer şehirlerde ise operasyonlar devam ediyor. Önümüzdeki günlerde PKK çatışmaları yayacağını ve yeni alanlarda aktif hale geleceğini ilan etti. Özellikle de kırlarda ve sınır hattında. Ayrıca TAK gibi çakma örgütlerle yapabileceği terör saldırıları da işin başka bir boyutu.
PKK’nın stratejisi, kapasitesi, yayıldığı alan ve faaliyetleriyle sıradan bir terör örgütü olmadığı ortada. Bu çerçevede teröristleri yargı önüne çıkarmayı hedefleyen, kolluk merkezli “ceza adalet sisteminin” etkili olamayacağı anlaşılıyor. Nitekim olayların sayısı, niteliği ve askerlerin her geçen gün daha fazla görünür olması bunun sonucudur.
Örgüt, politik-askeri strateji izleyerek başta kamuoyu, hükümet ve güvenlik güçleri olmak üzere tüm sistemi yıpratmayı esas alıyor. Geçmişte fırsatları iyi değerlendirerek eylemlerini şehirlere taşıdı. Yerel yönetimlerden elde ettiği kaynaklarla fiziki hazırlıklarını tamamladı. Silahlı organizasyonunu şehirlerdeki yeni duruma göre yapılandırdı. Şehrin sunduğu avantajları kullanarak eylemler için teknik hazırlıklarını tamamladı ve hibrit bir mücadeleye girişti.
PKK ölçeğinde
Paris saldırıları Avrupa’yı sarsacak terör kâbusunun ilk habercileriydi. Belçika saldırıları ise sorunu derinleştirdi. Gerilim artarken nerelerde hata yapıldığı, güvenlik açıklarının boyutu ve neler yapılabileceği daha fazla sorgulanacak.
Yeni dalga terörizmin niteliği, teröristlerin kimlikleri sorunun görünenden daha derin ve karmaşık olduğunu gösteriyor. IŞİD’in “her yerde savaş” ideolojisi, hibrit stratejisi, yok etmeye odaklı taktikleri herkesi kaygılandırıyor. Örgütün her yerde “kâfir ve Rafızi” ilan ettiği insanları “cezalandırmaya” devam edeceği anlaşılıyor. İntihar saldırılarının neden olduğu “sürekli savunma psikolojisi” kitlelerin yaşam tarzını tehdit ediyor ve dengesini bozuyor.
Teröristlerin Birlik ülkelerinin yurttaşları olması bir diğer sorun. Bu sorunlu yurttaşlar, Avrupa eğitim ve değerler sistemini kökten reddediyorlar. Özellikle yaşam hakkı etrafında şekillenen insan hakları. Canlı bomba haline gelen teröristler, eylemleriyle sadece kendilerini öldürmüyor, Avrupa’nın değerler sistemini hiçlik mertebesine indirme iddiasındalar.
Mevcut terör dalgası, Avrupa’nın güvenlik kültürünün sorunlu, organizasyonunun eksik, tedbirlerinin hatalı olduğunu gösterdi.
İŞİD, terör eylemleriyle her geçen gün daha fazla gündemde yer alıyor. Bunu belli bir amaç için ve iyi planlanmış bir stratejiyle yürüttüğü açık. Bu çerçevede Türkiye stratejisi dört aşamadan oluşuyor.
İlk aşamada, kuruluş döneminin zayıflığı ve coğrafi uzaklık etkiliydi. Bu nedenle düşük profil ve sessizliği tercih etti. Önceliğini gücünü tahkim etmeye ve rakip örgütleri tasfiyeye verdi. Türkiye’nin mültecilere sınırlarını açması, yabancı savaşçılar, lojistik kolaylıklar gibi jeopolitik nedenlerden dolayı da Türkiye’ye pek ilişmedi.
IŞİD’in askeri operasyonlarını genişletmesi, bazı bölgeleri kontrol etmesi ve Musul Türk konsolosluğu çalışanlarını rehin almasıyla “sessizlik” stratejisi hızla değişmeye başladı.
PKK/PYD’nin IŞİD ile savaşması gelişmelere yeni bir boyut kattı. Her iki grupta yer alan Türk vatandaşları savaşı Türkiye topraklarına taşıyarak ülkeyi “operasyon” alanı haline getirdiler. Bu tablo ikinci aşamaya geçildiğini gösteriyordu. Özellikle de ABD’nin Kobani’de PKK/PYD’ye yaptığı askeri destek sonrası.
İki grup, önce bazı şehir ve kasabalarda küçük ölçekli çatışmaya giriştiler. Ardından 6-8 Ekim olayları, Diyarbakır’da HDP mitingine yapılan bombalı
PKK hiçbir zaman, bazılarının iddialarının tersine, “bağımsız devlet” kurma hedefinden vazgeçmedi. Amacını, politik askeri strateji izleyerek gerçekleştirmenin yollarını aramayı sürdürdü. Bu nedenle “sürekli savaş” halinde. Derdi, hiçbir zaman demokrasiyi genişletmek ve derinleştirmek olmadı.
PKK’nın savaş hali sürekli hazırlık yapmayı gerektiriyor. Epey mesafe almasına rağmen yine de bazı zayıflıklarının olduğunun farkında. Sadece fiziki-askeri konularda değil, meşruiyet alanından da söz ediyoruz. Nitekim birçok ülkenin terör örgütü listesinde yer alması bunun göstergesi.
“Savaş hali” fikrini aklından çıkarmayan PKK, tüm imkânlarını, kurumlarını buna göre ayarlamış durumda. Başarısının, bir bütün olarak hareket etmeye, uyumlu çalışmaya bağlı olduğunu biliyor. Bu uyumlu yapı, muhayyel otoriter devletin “amorf” hali olarak tanımlanabilir.
PKK’nın tüm aygıtlarının eşgüdüm halinde tek bir hedefe odaklanması sıkı bir disiplin, hiyerarşi ve denetimle mümkün. Bu çerçevede PKK’nın siyasetini Öcalan, genel stratejisini ise Kandil belirlemeye devam ediyor.
Strateji iki alandan oluşuyor. Askeri ve demokratik yaşamın sunduğu fırsat alanları. Gerek operatif gerekse taktik
Pazar günü Ankara’da gerçekleşen terör saldırısı yine çok sayıda yurttaşımızın hayatına mal oldu. Yeni haftaya şaşkın, üzgün, endişeli ve bir o kadar da öfkeli başladık. Kendince “ulvi” bir amaçla hareket eden terörist ve onu motive edenler hamlelerini duygularımızı şekillendirme üzerine kurdular.
Stratejilerin çalışması, başrolünde oynadıkları tiyatronun mümkün olduğunca büyük kitleler tarafından izlenmesine bağlı. Özellikle de siyasi amaçlarının yayılması, yaratılan dehşetin sürekli üretilmesiyle. Aslında, internet ve televizyondaki tekrarlarla ideolojilerini, yarattıkları dehşeti ve vahşeti satmak için basit bir pazarlama tekniği kullanıyorlar.
Bu çerçevede medya ve sosyal medya, hükümetler kadar teröristler için de stratejik bir araç. Terörü önlemekle sorumlu hükümetler, halkın haber alma hakkını sağlamak ve işini yapmak isteyen medya ve kitlelere ulaşmak isteyen terör örgütleri sürekli rekabet ve çatışma halindeler.
Bu nedenle terörizm çalışmalarında medyanın önemli bir yeri vardır. Geleneksel medyanın (gazete, televizyon) hâkim olduğu günlerde, hükümetler terör olaylarıyla ilgili haberlerde “medyanın profesyonellerinden” sorumluluk üstlenmelerini ister, bazen de
İçişleri Bakanı bazı şehirlerde “hendek” operasyonlarının bittiğini, sokakların temizlendiğini ilan etti. Bu “fiziki” temizlik boyunca çok sayıda “terörist”in etkisiz hale getirildiğini öğrendik. Şehirler harabeye dönerken sırasını bekleyenlerde endişe, korku ve kasvetli bir hava hâkim.
Açıklama yapan PKK’nın lider kadroları ise önümüzdeki günlerde saldırı ve çatışmaların artacağını, eylemlere yeni boyut kazandıracaklarını söylüyorlar. Bir yandan da insanları sokaklara çağırıyorlar. Hikâyelerini, İçişleri Bakanı’nın tersine, “fiziki” mekânlar yerine “insanlar” üzerine kurdukları görülüyor.
Şehirlerde hendekler kazan, patlayıcılarla tahkim eden ve silahlı militanlarla korumaya alan PKK bunun kesin sonuçlu “askeri” bir hamle olmadığını biliyor. Buna rağmen Sur’da, Silopi’de, İdil’de olduğu gibi yüzlerce kayıp ve yaralıya mal olacak eylemlerde ısrar ediyor. İnsanları evlerinden barklarından ederken uzun vadede kazanacağını düşünüyor.
PKK’nın “hendek” stratejisinin dört temel hedefi var. İlki, şehirlerin “savaşmak” için sağladığı fiziki avantajları kullanmak. Sokakların, düzensiz yerleşimin sağladığı sürprizler sayesinde taktik avantajlar elde etmek.
İkincisi, şehirlerde
Suriye’de ateşkes gündeme oturunca Irak geri plana düştü. Oysa ülkede siyasi ve askeri kriz devam ediyor. Baharla birlikte Musul’a yapılacak operasyon, tartışmaları alevlendirdi.
Nitekim operasyon hazırlıklarında gözle görülür bir artış var. Merkezi hükümet Musul’un kuzeyine birlik kaydırırken, ABD’nin B-52 ağır bombardıman uçaklarını bölgeye göndereceği söyleniyor. Artan askeri ve diplomatik ziyaretler de operasyon iddiasını güçlendiriyor.
Bu çerçevede IŞİD de boş durmuyor. Operasyon tartışmaları alevlendikçe terör eylemlerinin temposunu ve sayısını artırıyor. Nitekim pazar günü yine çok sayıda sivilin öldüğü bombalı saldırıda bulundu. Önümüzdeki günlerde benzer saldırılarına devam etmesi muhtemel.
IŞİD, Irak ordusunu yıldırmayı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları daha da derinleştirmeyi hedefliyor. Musul, savaşan taraflar için bir beka sorunu. Bağdat yönetimi şehri geri alacak olursa bu gelişme IŞİD için bir dönüm noktası olacaktır. Bu nedenle IŞİD, şehri elde tutmayı varlığını sürdürmenin temel koşulu olarak görüyor.
Irak’ta hükümet ve askeri yetkililer üst perdeden savaşa hazır olduklarını açıklamaya devam etseler de, Amerikan ordusunun ciddi tereddütleri