Özgüvenli, zeki, entelektüel, idealist ve cesur. Bence Davutoğlu’nu tanımlayan en belirgin özellikler, sırasıyla bunlar.
En başta geleni özgüveni. Yıllarca Batı’yı kutsayan, öncü değil, takip edici olan, kendini merkeze değil, çevreye layık gören bir anlayışın kırılmasının en büyük anahtarı bu özgüven.
Zeka. Fazla söze gerek yok. ‘Hoca’nın istisnai zekası, kavrama ve hafızada tutma yeteneği seven, sevmeyen herkesin kabul ettiği bir özelliği.
Donanım. Davutoğlu’nun siyasetçiden önce bir entelektüel, bir akademisyen olduğu da öyle. En sevdiği eylemler okumak, kitapçı gezmek, kütüphanelerde kaybolmak. Benim de katıldığım bir çok sohbette de söylemiştir: Seyahatlerde saatlerce kitapçılardan çıkmaz. Bakan olduktan sonra tek başına böyle kayboluşların çok eksikliğini çekiyor.
İdealizm. Net bir dünya görüşü var. Doğrularını ve yaşam tasavvurunu çekinmeden ortaya koyuyor. Son yıllarda Türkiye’nin izlediği dış politika bunun bir yansıması. Cesaret. Bence onu kendine özgü kılan en belirgin özelliklerden biri bu. Doğru bildiğinden asla taviz vermeyen, yeri geldiğinde kafa tutmasını bilen, korkusuz tavır.
Bunların hepsi Davutoğlu’nu başbakanlığa taşıdı. Bence idealizm ve
10 Ağustos’ta beklenen oldu. Recep Tayyip Erdoğan artık Türkiye’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı. Bundan sonra önümüzde 27 Ağustos var. 27 Ağustos’ta kongre yapılacak ve AK Parti’nin yeni genel başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu olacak. AK Parti’nin üst düzey isimleri, ‘partinin lideri Tayyip Erdoğan, genel başkanı ise Ahmet Davutoğlu’dur çizgisinde uzlaşmış durumdalar. Şimdi önümüzde şu soru var: Davutoğlu kabinesinde yeni isimler kim
olacak?
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş:
Yeni kabinede yer alacak isimlerden biri Numan Kurtulmuş. Başbakan Yardımcısı olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Numan Bey, Türkiye’nin geleceğinde önemli görevler alabilecek bir siyaset adamı. Fethullah Gülen Şubat 2012’de elindeki tüm devlet ve medya imkânlarını Kurtulmuş’un emrine sokmaya hazırdı. O dönem cemaat Kurtulmuş’a Erdoğan karşıtı ittifak teklif etti. Pensilvanya tüm gücüyle Kurtulmuş’u alternatif lider olarak pazarlayacaktı. Numan Bey bu vesayetçi teklifi elinin tersiyle itti ve bilakis o zor süreçte Tayyip Erdoğan’ın yanında durdu. Nefsini değil, demokrasinin tarafını tuttu. Paralel yapı önce bir süre Kurtulmuş’u yok saydı sonra da o çirkin kaset komplosunu düzenledi. Böyle bir
Ben Bodrum’da yürümüşüm. Annem hep anlatır: Kara İncir Plajı’na yakın bir devre mülkümüz varmış. Öyle bir oda, bir küçük mutfak, bir banyo. Ama genç okurlar, hemen burun kıvırmayın. 80’lerin başında Türkiye için böyle bir yer epey lüksmüş... İşte orada, o meşhur plajda, kızgın kumların üzerinde yürümeye başlamışım. Herhalde bu yüzden, Bodrum hep özeldir benim için. Hâlâ her yıl birkaç günlüğüne de olsa uğramaya gayret ederim.
Son yıllarda her gidişim beni giderek daha çok gururlandırıyor. Zira Bodrum her yıl global olarak daha fazla tanınan bir turizm merkezi haline geliyor. Dikkatli gözler dünya starlarından, Forbes’un zenginler listesinin en tepesindeki işadamlarına kadar bir çok kişiyi burada yakalayabilir.
Biz bu yıl ilginç isimlerle karşılaştık. Ama şüphesiz bunların içinde en dikkat çekici olanı Ferhad Ahmedov’du. Ahmedov Azeri asıllı bir Rus işadamı. Baba tarafından da Azerbaycan Kürtlerinden. Türkiye’de olanları ve çözüm sürecini de dikkatle takip ediyor. Northgas’ın hisselerinin neredeyse tamamını alıp daha sonra Putin’in baskısıyla sattı. Müthiş bir servete sahip. Rusya’da siyasi bir geçmişi de var. Ancak benim için esas ilginç olan özelliği
Beklenen ama yine de çok ilginç günlerden geçiyoruz. Emniyet ve yargı başta olmak üzere devletin içinde kendini devlet yerine koyan bir yapı olduğunu 7 Şubat MİT krizinde, Adana’da durdurulan TIR’larda, 30 Mart seçimlerine giderken yayınlanan yasadışı ses kayıtlarında, ülkenin güvenliğini ilgilendiren, Dışişleri Bakanlığı’nın kozmik bir toplantısının manipüle edilerek sızdırılmasında gördük. Seçimlerin sonucunu değiştirmek isteyen yasadışı bir el kendini apaçık ortaya koydu. Önce yolsuzluk operasyonlarına sarıldı, sonra illegal ses kayıtlarını ortaya döktü, en sonunda Türkiye’nin dış itibarını sarsıp, IŞİD denen belayla Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştı.
Bu gücün cemaat gücü olduğu kanısı cemaatin gazetelerinin, televizyonlarının ve akademi, iş dünyası ve siyasetteki sözcülerinin sergilediği tek tip, toplumun gözünün önünde duran bu yapıyı inkâr eden tavrıyla iyice kuvvetlendi. Şimdi bu tek tip tavır 22 Temmuz’da başlayan emniyet görevlilerine yönelik operasyonlara dair de aynen hatta daha da kuvvetlenerek devam ediyor.
Cemaat medyasının şairleri
Zaman ve Bugün gazeteleri, Samanyolu ve Bugün televizyonlarını açın. Bir haftadır yalnızca mağdur edebiyatı ve
AB Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun medya mensuplarıyla birlikte çıktığı ilk seyahate eşlik ediyorum. Roma’dayız. Temmuz sıcağının rehavetine rağmen hareketli geçen bir gezi. Bakan dinamik. Öyle ki yılın bu zamanları işleri epey yavaşlatan bile hareketlendirmeyi başarmış. İtalyan Dışişleri Bakanı başta olmak üzere bir dizi görüşme ve basına mülakatlar sığdırmış iki güne.
İtalya Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakan ülkelerden. Hatta Kıbrıs meselesinde bizim yanımızda olduğunu anlatmak için KKTC vatandaşı olan milletvekilleri bile var. İşte bu vekiller ‘Turkey now’ yani ‘Türkiye hemen’ diye bir grup kurmuşlar, adaylığımıza destek veriyorlar.
Bu tabloyu görmek güzel. AB-Türkiye flörtü 2004-2005 döneminde çok hızlı başladı ancak AB’de değişen iktidarlarla, Kıbrıs Rum kesiminin engelleriyle ve Avrupa’da yoğun hissedilen ekonomik krizin etkileriyle sekteye uğradı. Tabii bunda o havadan etkilenip dümeni kıran Türkiye’nin de payı var. Ancak önümüze umutla bakmak gerek. Ne dedi Başbakan vizyon toplantısında? ‘2014 yeniden AB yılı olacak’. Yeni Bakan Mevlüt Çavuşoğlu da bu konuda kararlı, zaten Başbakan’ı heveslendirenlerin başında o geliyor...
Bizim İtalya’da bulunuşumuzun temel
Gök gürültüleri altında bir İstanbul var bu gün. Şimşekler ardı ardına çakıyor. Bombalar yağıyor sanki yukarıdan. Geçtiğimiz gecenin ağırlığını, bizler mışıl mışıl mışıl uyurken Gazze’de tepeden atılan ölüm fişeklerini, sokaklarda gezen tankları anlatıyor sanki hava. Utanıyor insan. İnsan olmaktan utanıyor. Hiçbir şey yapamamaktan utanıyor. Riyakârlıktan, adi sessizlikten utanıyor. Medeniyet diye işaret edilen Batı’nın iğrenç sahtekârlığından utanıyor. Sanki iki taraf varmış, eşit şartlar altında bir savaş varmış gibi sunulan vahşet tiyatrosundan utanıyor.
Gazze’de yaşanan soykırımı Hamas ve İsrail arasında bir savaşmış gibi gösteren her yaklaşım, oradaki kırımı iki taraf varmış gibi anlatan her ses, zalimin sesi. Küçük bir çocuğun dev cüsseli bir adama vurduğu bir tokat ne kadar zarar verirse Hamas o kadar zarar veriyor İsrail’e. O dev cüsseli adam küçük çocuğu ve onun günahsız bütün kardeşlerini, çocuğun attığı tokadı bahane göstererek ayağının altında eziyor. Ve Batı buna ‘iki tarafın kavgası’ olarak bakmamızı istiyor...
Kara harekâtının başladığı perşembe akşamı çıktığım canlı yayında İsrail’in Gazzelilere yaptığının Hitler’in Yahudilere yaptığından farksız olduğunu
Güneş İstanbul’u cayır cayır yakarken Haliç kıyısındaki büyük kongre merkezine ulaştığımda, tam kıyıya kurulmuş canlı yayın çadırlarına doğru ilerlerken şunu düşündüm: Bu cehennem sıcaklarında Haliç’ten püfür püfür bir rüzgâr esiyor. İnsanın içinden kıyıya bir şezlong atıp keyif yapası geliyor. Nerede bundan 10 yıl önceki yanına yanaşılmayan Haliç, nerede karşımda duran tam donanımlı merkez ve önünde düzenlenmiş kıyı...
Bu düşünce birazdan başlayacak toplantıda Başbakan’ın açıklayacağı vizyon belgesi ve onu buraya kadar getiren temel prensipleri de özetliyordu aslında: Dinamizm, özgüven, gelecek. Haliç’i dönüştüren aklın arkasında bunlar var. Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti bu üç kavram üzerine oturan bir vizyonla bu güne kadar geldi. Milletteki dinamizmi ortaya çıkardı. Yıllarca örselenmiş özgüvenini yeniden kazandırdı ve insanların kendini içinde görebildiği bir gelecek perspektifi sundu.
Sanatçılar ve CHP
Salona girdiğimde bir kez daha gördüm: Ak Parti organizasyon işini çok iyi biliyor. Heyecan yaratmayı, dikkat çekmeyi, vaat sunmayı, yaptıklarını anlatmayı... Çok geniş bir katılım vardı. Sanatçıların, iş dünyasının, spor dünyasının davet edilmesi çok
Tam bir sene geçti. Ne sene ama... Gezi olaylarının tavan yaptığı mahşer gibi bir geceydi. Gündüzün akşama karıştığı, Beşiktaş’taki çatışma seslerinin Üsküdar’a kadar ulaştığı, nemli, yapışkan, dev karnımın nefessiz bıraktığı, her türlü tuhaflığa gebe günler... İşte öyle bir gün, sabaha kavuşmaya yakın, gözlerim henüz kapanmışken kapıyı çaldı bizim minikler. Annelerinin ismine uygun, ansızın geliverdiler. Önce bacaklarımda hissettiğim sıcak bir su, sonra doktorumun seyahatte olduğunu hatırlamam, nöbetçi doktorun açılan telefonundan gümbür gümbür gelen Halk TV sesi, doktorun kayıtsızlığı, pijamayla koşa koşa sokağa çıkış, ilk bulduğumuz taksiye biniş, sesler, sesler, sabaha kadar sancı, kendi çığlığımın kendi sinirlerimi bozması, Rasim’in yanı başımdaki kaygısı, annemin odaya girişiyle hissettiğim rahatlama, ameliyathane... Ve dünya gözüyle ilk kez gördüğüm pıtırcıklar...
Tam bir sene... O iki küçük kara böcek bayağı alımlı iki genç kız oldular şimdi gözümde... Göz süzmeler, öpücük göndermeler, babaya düşkünlük, naz niyaz, birbirinden eksik kalmama... İki minik insan dolanır oldu ortalıkta. Hayatın bambaşka bir penceresi açıldı. En hakikisi. Belki de tek hakikisi... Her gün