Beklenen ama yine de çok ilginç günlerden geçiyoruz. Emniyet ve yargı başta olmak üzere devletin içinde kendini devlet yerine koyan bir yapı olduğunu 7 Şubat MİT krizinde, Adana’da durdurulan TIR’larda, 30 Mart seçimlerine giderken yayınlanan yasadışı ses kayıtlarında, ülkenin güvenliğini ilgilendiren, Dışişleri Bakanlığı’nın kozmik bir toplantısının manipüle edilerek sızdırılmasında gördük. Seçimlerin sonucunu değiştirmek isteyen yasadışı bir el kendini apaçık ortaya koydu. Önce yolsuzluk operasyonlarına sarıldı, sonra illegal ses kayıtlarını ortaya döktü, en sonunda Türkiye’nin dış itibarını sarsıp, IŞİD denen belayla Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştı.
Bu gücün cemaat gücü olduğu kanısı cemaatin gazetelerinin, televizyonlarının ve akademi, iş dünyası ve siyasetteki sözcülerinin sergilediği tek tip, toplumun gözünün önünde duran bu yapıyı inkâr eden tavrıyla iyice kuvvetlendi. Şimdi bu tek tip tavır 22 Temmuz’da başlayan emniyet görevlilerine yönelik operasyonlara dair de aynen hatta daha da kuvvetlenerek devam ediyor.
Cemaat medyasının şairleri
Zaman ve Bugün gazeteleri, Samanyolu ve Bugün televizyonlarını açın. Bir haftadır yalnızca mağdur edebiyatı ve gözaltına alınanları aklama çabası görürsünüz. Halbuki onlar dışında bu polislere sahip çıkan tek bir medya organı yok. Toplumun hiçbir kesiminden destek alamıyorlar. Erdoğan nefretiyle savrulan ve tamamen duygularıyla hareket eden birkaç isim dışında ikna edebildikleri kimse yok. Her kesime öyle zarar vermişler ki bir anlamda 12 Eylül rejimi gibiler. Kimse onlara sahip çıkmıyor.
Bu ülkede adalet isteyen hiç kimse yanlış yere bir kişinin dahi mağdur edilmesini istemez. Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi doğru ve çok haklı bir zeminin suistimal edilmesini, oradaki hataların tekrar edilmesini arzu etmez. Ancak bir süreç henüz başlarken bu kendinden emin tavır da neyin nesi? Cemaat medyası, Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıkların tümünün suçlu olduğundan emindi. Şimdi de gözaltına alınan polislerin tümünün suçsuz olduğundan emin. Bu başlı başına söz konusu polislerle aralarında iddia edildiği gibi bir bağın bulunduğunun itirafı değildir de nedir?
17 Aralık’la başlayan süreçte cemaat medyasının tam göbeğinde hiçbir mahalle baskısına aldırış etmeden cesurca yazılar kaleme alan Gülay Göktürk dün de köşesinde her satırının altına imza atacağım bir yazı yazmış. Diyor ki: “Cemaate yakın kaynaklar her fırsatta aynı lafı tekrarlıyordu. Bütün bir cemaati hedef tahtasına koyacağınıza somut olarak suç iddialarınızı ortaya koyun. Tek tek şüpheliler hakkında adli süreçleri başlatın... Şu an yapılan bundan başka bir şey değil... Peki o zaman tek tek kişilerin soruşturulmasına karşı verilen bu kolektif tepki ne oluyor?.. Bu gün gözaltındakileri aslanlar, kaplanlar diye savunan, heykelini dikmekten bahsedenler söz konusu kişilerin suçsuz olduğunu nereden biliyor? Ben bilmiyorum şahsen...”
Ben de bilmiyorum. Bu ülkeyi yasadışı yöntemlerle yönetmeye kalkışan, işi iktidarı devirmeye kadar götüren bir yapı olduğunu biliyorum ama bu yapının somut olarak yöneltilen bu suçlamaların arkasından deşifre olup olamayacağını, gözaltına alınan kişilerle ilgili iddiaların doğru olup olmadığını soruşturma ve yargı süreci nihayetlenince göreceğiz.
Kolektivist ve totaliter
Ancak bu ülkede 180 kriptolu telefonun 80’inin dinlendiğini, Başbakan’ın, Mit Müsteşarı’nın, Cumhurbaşkanı’nın telefonlarının takibe alındığını, arşivlendiğini, binlerce kişinin sahte isimlerle ‘istihbari’ kıluydurularak dinlendiğini biliyoruz. Bunları uzaydan gelen birileri yapmadığına göre bu ülkede birileri suçlu. O zaman gerçekleri arayan bu aşamada nasıl olur da topluca bir aklama tavrı sergileyebilir?
Şu satırlar nasıl yazılabilir mesela: “Bu olaylar olmasa Türkiye’nin son 10 yılına damgasını vuran bu polisleri görmeyecek ve onları yüreklerimizle alkışlamayacaktık. Böylesine yetişmiş, böylesine birikimli, böylesine iyi eğitimli ve karakter sahibi bir ekibin varlığından haberimiz olmayacak ve Türkiye için hiç de iyi olmayan şeyler düşünmeye devam edecektik. Meğer bu ülkede bilmediğimiz kadar çok cesur yürek varmış...”
Belli ki yukarıdan cemaat mensuplarının topluca bu polisleri aklamaları emredilmiş. Her gün bir başkası içlerindeki şairi ortaya çıkarıyor. Bazılarına da ekranda çarpışma görevi verilmiş. İnanmadan ama canı pahasına göğsünü siper ediyor.
Kolektivizmin her çeşidinden nefret ederim. Bu da yeniden kolektivist ve totaliter bir hareketin, insanın kişiliğini, aklını nasıl kendi içinde erittiğinin başka bir örneği. Maalesef kendilerini tam tersi gibi anlattılar. Hep yalan söylediler. Biz de yanıldık. Kendileriyle ilgili çizdikleri resmin hakiki olduğunun sandık.
İnşallah bu süreç bir ders olur ve bundan böyle bireyin kendi başına değerli olduğu bir Türkiye’ye doğru yürürüz. Ancak akıllarda soru işareti kalmaması için bu önemli soruşturmaların hukuk devleti çizgisinden sapmaması ve eş zamanlı olarak 17 Aralık’ta ortaya atılan somut iddiaları da adil bir şekilde sorgulayacak bir yargı mekanizmasının derhal harekete geçirilmesi şart...