Tam bir sene geçti. Ne sene ama... Gezi olaylarının tavan yaptığı mahşer gibi bir geceydi. Gündüzün akşama karıştığı, Beşiktaş’taki çatışma seslerinin Üsküdar’a kadar ulaştığı, nemli, yapışkan, dev karnımın nefessiz bıraktığı, her türlü tuhaflığa gebe günler... İşte öyle bir gün, sabaha kavuşmaya yakın, gözlerim henüz kapanmışken kapıyı çaldı bizim minikler. Annelerinin ismine uygun, ansızın geliverdiler. Önce bacaklarımda hissettiğim sıcak bir su, sonra doktorumun seyahatte olduğunu hatırlamam, nöbetçi doktorun açılan telefonundan gümbür gümbür gelen Halk TV sesi, doktorun kayıtsızlığı, pijamayla koşa koşa sokağa çıkış, ilk bulduğumuz taksiye biniş, sesler, sesler, sabaha kadar sancı, kendi çığlığımın kendi sinirlerimi bozması, Rasim’in yanı başımdaki kaygısı, annemin odaya girişiyle hissettiğim rahatlama, ameliyathane... Ve dünya gözüyle ilk kez gördüğüm pıtırcıklar...
Tam bir sene... O iki küçük kara böcek bayağı alımlı iki genç kız oldular şimdi gözümde... Göz süzmeler, öpücük göndermeler, babaya düşkünlük, naz niyaz, birbirinden eksik kalmama... İki minik insan dolanır oldu ortalıkta. Hayatın bambaşka bir penceresi açıldı. En hakikisi. Belki de tek hakikisi... Her gün gülen gözlerinde arındığım, kaybettiğim babamın sancısını yalnızca o bakışlarda unuttuğum iki güneş. Nefesin ve neşenin ne olduğunu bana öğreten iki küçük öğretmen. İşte bu miniklerin ilk doğum günleri yarın. Hayat önümden bir ırmak gibi akıyor. Kızlar gözümün önünde büyüyorlar. Büyürken esasen bizi büyütüyorlar...
Lokum’a elveda
Hayat Boğaz’ın kıvrımları gibi. Her yöne bükülüyor. Her tarafa akıyor. Bir yanda pıtırlarımın neşesi, öte yanda tarifsiz bir keder... Aynı anda hem doğum kutlaması, hem ölüm acısı...
Kızlarımıza kavuşmanın birinci yılı dolarken evimizin diğer kızı, kedimiz Lokum Hanım hayattan gidiverdi. Apansız. Öylece. Belki yeni eve alışamadığı için. Şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribatın fazlalığından ya da. Belki de benim tek kızım olmamasının getirdiği mutsuzluğa artık tahammül edemediğinden. Gözümüzün önünde kederle sürdürdü bir süre yaşamını. İki gün önce de yemek kabının hemen yanında hayata gözlerini yumdu.
Müthiş güzel bir kediydi Lokum. 3 yaşına bile gelmemişti henüz. Yumuşacık tüyler, derin derin bakan sarı gözler, mırıl mırıl yatışlar... Ona kızlardan sonra yeterli ilgiyi gösteremedim. Bunun vicdan acısı hayatımın sonuna kadar sürecek. Yatağımdan görebildiğim bir yerde yatıyor şimdi. Bu yazı da onun anısını daim kılmak için tarihe bir not... Elveda benim güzel Lokumum! Elveda...
İbrahim Okur’un mektubu
Geçen hafta HSYK başkanvekili İbrahim Okur’a bir takım sorular sormuştum. Okur bunlara istinaden cevap gönderdi. Bana yolladığı mektuptan çıkardığım şu: İbrahim Okur yargıya çöreklenmiş paralel örgütün farkında ve evrensel hukuka aykırı davranan bu yargı mensupları ile ilgili rahatsızlığını belirtiyor. Özellikle 7 Şubat 2012’den itibaren paralel savcı ve hakimlerle ilgili bütün şikâyetlere olumlu baktığını ifade ediyor. Gerçekten de son 2 senedir söz konusu yargı mensuplarının HSYK müfettişleri tarafından incelenmesi ve soruşturulması gerektiği görüşünde.
Bana yazdığı mektuptan önemli bulduğum kısımları yayınlıyorum: ‘...2010 yılında kurul üyesi olarak seçildiğimiz dönemdeki şartlar çok farklıydı. Hepimiz ülkenin bir vesayetten kurtulduğuna, darbe hazırlığı yapan insanların engellendiğine, bir çok faili meçhul cinayetin sorumlularının yakalanacağına ve cezalarını çekeceklerine, o günlerde kahraman ilan edilen bazı meslektaşlarımızın da bu konuları cesurca soruşturduğuna inanıyorduk. Ben de şahsım adına 7 Şubat 2012’ye kadar böyle düşünüyordum. Meşhur 7 Şubat olayı yaşandıktan sonra ne oluyor diye sormaya ve bazı gerçeklerin göründüğü gibi olmadığını anlamaya başladım... 2012 sonlarına kadar yukarıda belirttiğim sebeplerle daha farklı yaklaştığım konularda 2013 yılından itibaren Genel Kurulda soruşturma açılması yönünde oylar kullandım... Bu çerçevede Hanefi Avcı dosyasının içeriğini bilmiyordum ve konuya ilişkin bir bilgim yoktu. Ta ki cezaevinden bana yazdığı mektuba kadar. Bu mektup sonrası yaptığım araştırmalarda Avcı’nın gerçekten yazdığı kitap yüzünden mağdur edildiğine dair bir kanaatim oluştu...’
Okur’un önemli mektubundan en can alıcı bulduğum bölümler böyle. Deniz Feneri savcıları aleyhine hiçbir şey yapmadığını da belirtiyor bu mektupta. Ancak Fethullah Gülen’le ilgili ‘CIA’nin mi yoksa MOSSAD’ın mı kucağına oturuyor’ sözlerini tekzip etmemiş ve bu sözlere rağmen cemaat medyasının sessizliği konusunda yorum yapmamış.