Çelik, FT’ye verdiği röportajın ardından basına yansıyan ve tartışmaya yol açan sözlerini, gazetenin yorumu olarak niteledi. Çelik “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız” dedi
Ak Parti Genel Başkan yardımcısı Hüseyin Çelik, Financial Times’a bir mülakat verdi. O mülakatta Irak Kürdistan’ı ile ilgili yöneltilen soruya verdiği cevap tartışmaları da beraberinde getirdi. ‘Irak bölünürse Kürdistan kardeştir’ diyen Çelik acaba Türkiye’nin bağımsız bir Kürdistan’a yeşil ışık yaktığı mesajını mı verdi? Irak’a yönelik Türkiye’nin yaklaşımı değişiyor mu? Bölgedeki gelişmelere yönelik Ak Parti’nin en önemli isimlerinin başında gelen Çelik neyi işaret ediyor?
Merak edilenleri ve o mülakatın perde arkasını Hüseyin Çelik’e sordum...
‘Bütünlükten yanayız’
FT’ye bir röportaj verdiniz. O röportajda dediniz ki Irak fiilen bölünürse Kürtler bizim kardeşimizdir. Yani bir anlamda ‘biz halkların kararına saygılıyız’ diyorsunuz.
HSYK’nın en kritik ismi 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’dur. Kamuoyunun HSYK denince aklına ilk ve tek olarak Okur gelir. Okur’un neredeyse tüm kariyeri yargıdaki personelin tayin ve terfi süreçlerinde geçmiştir. Türkiye’deki tüm yargı mensuplarını istisnasız ismen ve yüz yüze tanır. Son 4 senenin bütün hâkim ve savcı tayinlerinde esas karar veren odur.
İbrahim Bey yargı çevrelerinde sağ görüşlü ve ülkücü kökenli olarak biliniyor... Öte yandan, bütün farklı siyasi ve sosyal kesimlerle arası iyi olmuş, hepsiyle güzel diyalog kurmuş bir isim. Yargıdaki Atatürkçülere ve Alevilere de, ülkücülere de, cemaatçilere de aynı anda yakın olmayı başarmış tek kişi. AKP döneminden önce de hep önemli görevlerde bulunmuş, hiçbir dönem kızağa çekilmemiş bir yargı mensubu. Sevenlerinin deyimiyle ‘adil ve dürüst’, eleştirenlerin deyimiyle ‘her devrin adamı’ olduğu için bu böyle. Fakat seven sevmeyen herkesin ittifak ettiği bir konu var: Okur çok zeki ve konjonktürü çok iyi analiz ediyor.
Önceki gün Cumhuriyet gazetesini okurken onunla yapılmış bir söyleşiye rastladım. Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e bir röportaj vermiş. Çakırözer’i kutlarım. Çok çarpıcı, çok başarılı bir
En heyecanlı aksiyon filmlerini aratmayan gelişmeler oluyor. Her ne kadar merkezle arasındaki ilişkisi tartışılsa da El Kaide çizgisi olduğu tartışılmaz olan IŞİD dünyanın gözünün önünde şehirleri alarak, insanları öldürerek ve rehin alarak ilerliyor. Bundan 13 yıl önce kendi kuleleri bombalandı diye El Kaide’yi yok edeceğiz diyerek Afganistan’a bomba yağdıran, 11 yıl önce olmayan nükleer silahlar için Irak’a saldıran ABD bu defa kanlı canlı işgal, bir başkonsolosluğa yapılan baskın, ciddi sayıda rehine ve belirsiz sayıda ölüm olmasına rağmen El Kaide’nin Ortadoğu’nun göbeğini ele geçirmesine karşı harekete geçmiyor. Irak ordusu ışık hızıyla buharlaşıyor. Kürdistan yönetimi inanılmaz bir güç kazanıyor. Maliki yönetimi hiçbir şey yapamıyor. Peki, ama bütün bunlar ne anlama geliyor?
Obama büyük hayal kırıklığı
Maalesef Irak’ta bu noktaya gelinmesinin en önemli sorumlularından biri ABD. Baştan sona yanlış, hesapların hatalı yapıldığı, bütün Ortadoğu’yu altüst eden bir denklemle Irak’ı yeniden yaratmaya kalktı ABD. Washington, Saddam Irak’ından kurtulmak için Sünni yönetici sınıfını yok etti, Saddam’a karşıt Şii grupları ve radikal siyasi fraksiyonları güçlendirdi,
Türkiye’de çözüm sürecinin geldiği nokta bir mucize hakikaten. Büyük tahriklere, çelme takmalara, ajitasyonlara rağmen bir süreç büyük bir kararlılıkla yürüyor. Bu kararlılığın bir göstergesi olarak cuma günü Diyarbakır’da düzenlenen çalıştay çok önemliydi. Birkaç açıdan hem bir ilkti hem de cesur mesajlar verildi cuma günü. İlk olan ne miydi? Bir kere Diyarbakır’da bu düzeyde bir toplantı yapmak bir ilkti. Tarafların ikinci aşamaya girdiklerini beyan etmeleri açısından bir ilkti. Son günlerde son derece tuhaf bir şekilde bölgede artan gerginlik varken olumlu bir fotoğraf oluşturması açısından bir ilkti...
Esasen bu çalıştayın tohumu nisan ayında İstanbul’da atıldı. Malta Köşkü’nde yine Zeynep Karahan Uslu’nun organize ettiği Beşir Atalay, Süleyman Soylu, Yalçın Akdoğan gibi isimlerin katıldığı ilk toplantı düzenlendi. Bir nevi 30 Mart sonrası değerlendirmesiydi o toplantı. Çözüm sürecinde nereye gelindi ve bundan sonra nasıl ilerlenecek toplantısı. Gündem maddeleri daha geniş tutulmuştu. İşte o toplantının devamı, sorunun kalbinde daha somutlaştırılmış bir ikincisiydi cuma günkü çalıştay.
Arabulucunun yokluğu
Beşir Atalay çalıştayda yaptığı konuşmanın bir yerinde
Bu yazıyı yazdığım saatlerde (15 civarı) Gezi olaylarının yıldönümü sayılan vahim 31 Mayıs çadır yakma hadisesi nedeniyle Taksim’de çok geniş önlemler sürüyordu. Metro kapalı, park kapalı, hayat önemli ölçüde sekteye uğramış... Geçtiğimiz sene o son derece tuhaf çadır yakma hadisesinden sonra olaylar kontrolden çıkmış herkes başarısız bir sınav vermişti. Ben o hadiseden sonra çadır yakanların bir provokasyon yaptığını, emniyetten tasfiye edilenlerin bu işle bir ilgisinin olabileceğini bir yazıda ima etmiş, sonra da nedense malum vakıf ve medya çevrelerinden bir anda bunun aksini ispat etmek isteyen mesajlar almıştım. Hiçbir isim, adres belirtmediğim halde üzerlerine alınmışlardı. Sonra çok şeyler yaşandı Türkiye’de. Ve ben özellikle 17 Aralık’tan sonra o gün yaptığım tespitin ne kadar doğru olduğunu gördüm...
Gezi herkesin birçok ders çıkarması gereken acı bir deneyim olarak tarihe geçti. Oradaki ölümlerin, hak ihlallerinin sonuna kadar hesabının sorulması şart. Ben artık hükümetin bu travmayı üzerinden atması gerektiğini düşünüyorum. Elbette şiddet isteyen, ortalığı terörize eden gruplara karşı önlemler alınsın ama Gezi yasaklar ve engellemelerle anılmasın...
Alman basını
Soma’da yaşananlardan sonra hâlâ insan kalanların hissettiği tek duygu utanç. Çok büyük bir utanç. Hâlâ, ilk günden beri kendi iğrenç, karanlık, pis hesaplarına yaşarken toprağa gömülen o bedenleri alet edenler, bu ‘ortak felaketten’, bizi birleştirmesi, ‘biz’ olduğumuzu yeniden hatırlatması gereken korkunç hadiseden rant devşirenler, üstelik bunu ‘en üzgün’ maskelerini takarak gerçekleştirenler... Bize ‘yaşam’ ve ‘ölüm’ü hatırlatan bu trajediyi bile silah olarak kullananlar... Daha fazlasını istiyorsunuz değil mi? Daha çok ölelim her gün! Daha çok darmadağın olalım! Silahlar patlasın! Savaş çıksın, kaos hâkim olsun bu ülkede...Bunları istiyorsunuz değil mi? Twitter’da kustuğunuz nefret yetmiyor, yiten yüzlerce madencinin toprak altındaki bedenlerini kendinize siper ederek yüzlerce başka canların daha ölmesini istiyorsunuz değil mi?
Ben bu felaketin yaşandığı salıdan beri giden canların arasında hep babamı görüyorum. 3,5 yıl önce kaybettiğim babamı... Çünkü ne zaman bir maden kazası yaşansa sabaha kadar uyuyamazdı babam. O da bir madenciydi... Çocukluğumun yazları Nevşehir’de madenin yanındaki evde geçirdiğimiz sıcak ve toprak kokulu günler olarak kalmış aklımda... Şimdi,
Anayasa Mahkemesi Başkanı’ndan mı cesaret aldı, yoksa eski Türkiye’deki çarpık anlayışı fırsat bu fırsat yeniden hortlatmaya çalışayım mı dedi, bilinmez ancak dün Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma bir utanç fotoğrafı daha ekledi tarih sayfamıza...
Haşim Kılıç’ın konuşması da böyleydi. Hakikaten önemli, hukuki tespitler içeren uzun bir metne siyasi mesajlar sıkıştırma, açık açık iktidara meydan okuma, son dönemdeki olaylarla ilgili, pozisyon belirtme... Feyzioğlu’nun konuşmasını, özellikle orta bölümlerinden itibaren gözlerini kapayarak dinleyen biri muhalefet lideri iktidarı eleştiren bir konuşma yapıyor yanılgısına düşebilirdi.
Bir hukuk adamının 1 Mayıs’ta Taksim’in gösterilere kapalı olmasıyla ilgili fikrini açıklaması başka nasıl izah edilebilir? Sosyal medyayla ilgili konuşurken, “Atılan taş zedelenen itibara değmemiştir” ya da “Öfkeyle kalkan zararla oturur. Burada zarar ortak zarardır” demesi siyaset yapmak değildir de nedir? MİT Yasası ile ilgili siyasi görüşünü bildirmesi dil sürçmesi midir?
Daha başka örnekler de var konuşmada ancak benim için sözün bittiği yer, en vahim nokta maalesef Feyzioğlu’nun
İki davadan yargılanan, bir katliamı planlamakla suçlanan ve hakkında bir cumhurbaşkanını zehirlediği iddiası olan, uzun süredir cezaevinde bulunan bir komutan var karşımda. Ergenekon’dan tahliye kararı çıktı ve onunla birlikte tutuklu yargılananlar tahliye oldular ama o Malatya Davası nedeniyle hala tutuklu. Üstelik ‘her şey bir yana cinayetle itham edilmek çok ağır geliyor’ diyerek ruhen de bu tutukluluğun özel ağırlığını anlatmaya çalışıyor...
Tolon’la yaptığımız söyleşide onun geçmişte verdiği beyanlar ve Ak Parti iktidara geldiği dönem takındığı tutum ile ilgili ortaya konan fotoğraf da konuşuluyor tabii. Öncelikle Özden Örnek günlükleri ile ilgili parantezi açmam şart. Zira bir dönemi kişisel detaylarla anlatan, dönemin Genelkurmay üst kademesi ile ilgili birçok notun olduğu metinler bunlar. Ve o metinlerde Hurşit Tolon’un da ismi geçiyor.
Önce şunu hatırlatayım: Tolon günlükleri başından beri tamamen reddediyor, düzmece olduğunu söylüyor. Söz konusu sahte olduğunu iddia ettiği metinle ilgili: ‘Ben orada 2 yerde geçerim. 1) İzmir’de kahvaltı. Bu bir vaka. Ege Ordu Komutanı’ydım. Ev sahibiydim yani. 2) YAŞ toplantısı. Zaten rutin bir toplantıdır. Ben de fikrimi