Özgüvenli, zeki, entelektüel, idealist ve cesur. Bence Davutoğlu’nu tanımlayan en belirgin özellikler, sırasıyla bunlar.
En başta geleni özgüveni. Yıllarca Batı’yı kutsayan, öncü değil, takip edici olan, kendini merkeze değil, çevreye layık gören bir anlayışın kırılmasının en büyük anahtarı bu özgüven.
Zeka. Fazla söze gerek yok. ‘Hoca’nın istisnai zekası, kavrama ve hafızada tutma yeteneği seven, sevmeyen herkesin kabul ettiği bir özelliği.
Donanım. Davutoğlu’nun siyasetçiden önce bir entelektüel, bir akademisyen olduğu da öyle. En sevdiği eylemler okumak, kitapçı gezmek, kütüphanelerde kaybolmak. Benim de katıldığım
6 yazar portresi ve Türkiye
Yıllardır Almanya’da Türkiye’ye ve bu toprakların değerleri ve onlara yaşatılan sorunlara dair başarılı belgeseller çeken Osman Okkan’ın bir çalışması yeni elime geçti. 6 yazarı anlatan 30’ar dakikalık 6 belgeselden oluşan ‘İnsan Manzaraları’ tarihten günümüze bir gezinti.
Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murathan Mungan ve Aslı Erdoğan’ın portrelerini sunuyor Okkan. Uzun ve titiz bir çalışma yapıldığı belli.
Bu belgeselleri izlerken uzak geçmişten, yakın geçmişe Türkiye’de yaşanan insanlık ayıpları da gözünüzün önünden akıp gidiyor. Nazım Hikmet’le başlayıp, Orhan Pamuk ve Elif Şafak’la tamamlayınca dünden bu güne doğru Türkiye’deki demokrasi eksikliğinin bir özetini de görüyorsunuz.
Fikirleri yüzünden vatandaşlıktan atılan ve sürgünde ölen Nazım, Kürt sorununu cesurca dile getirdiği için mahkemelerden çıkamayan Yaşar Kemal, 12 Eylül’ün zorba rejimine kafa tutan ve yargılanmaktan korkmayan Murathan Mungan, resmi ezberleri reddetti diye linç edilmeye çalışılan ve ülkesini terk etmeye zorlanan Nobel’li yazarımız Orhan Pamuk ve yine 1915 tabusunun üzerine giden bir roman yazdığı için Pamuk gibi 301’den yargılanan Elif Şafak...
Çok büyük ayıplar yaşandı bu ülkede... Nereden nereye geldik... Düşündüm de bu yaşatılan sorunların hepsine el atıldı son dönemde. Uzun yıllar adı ağza alınmayan, kitapları yasaklı olan Nazım Hikmet’e vatandaşlığı geri verildi. Nazım Hikmet Vakfı kuruldu. Dünya çapında bir değer olan bu büyük şaire kendi ülkesi bu dönem sahip çıktı. Yaşar Kemal hayatı boyu Kürtler’in kimliklerinin reddedilmesini, dillerinin yasaklanmasını dile getirdi. Bu gün Kürt meselesinin çözümünde son evredeyiz. Kürtçe okullarda öğretilen bir dil artık. Ana dilde eğitim tartışmaları dahi yapılıyor. PKK silah bırakıyor, savaş değil, müzakere ediliyor.
Yaşar Kemal’in bölümünde bir detay var, benim unuttuğum bir detay: Ertuğrul Günay’in Kültür Bakanlığı döneminde Günter Grass Türkiye’ye geliyor, Kemal’le birlikte toplantılar yapıyorlar. Orada Grass ‘Türkiye 1915 olaylarıyla yüzleştiğinde, tarihinde yaşanan bu olayları kabul ettiğinde gerçek bir demokrasi olacak’ diyor. E, bu tabu da yıkıldı. Tayyip Erdoğan’ın 26 Nisan mesajı geliyor aklıma. Ermeni soykırımı konusunda da büyük bir kabul ediş evresindeyiz.
Orhan Pamuk’u ve Elif Şafak’ı tehdit eden, sokakları terörize edenlerin beslendiği o karanlık devlet de yok artık. Evet onların yargı süreçleri onlar kadar karanlık vesayet güçlerinin elinde heba edildi ama adil yargılanacakları günler de yakın...
Sonuçta Türkiye’nin Erdoğan iktidarı zamanında kat ettiği mesafe çok büyük. Ama bunu seçmen gayet iyi görüyor da belli çevreler ısrarla görmüyor. Büyük bir tuhaflık, bir yok sayma hali var. Yalnızca Batı’da değil, burada bu sorunlara yıllarca eğilen çevrelerde de. Bu, nereden kaynaklanıyor? Bir kendini ifade ediş sorunu mu sebep? Yoksa Müslüman muhafazakar bir iktidara, Batı’ya kafa tutabilen bir lidere karşı önyargılar ya da kabullenememeden kaynaklı üstünü örtme refleksi mi baş gösteriyor? Bu soruların cevapları da başka bir yazıya...