Zengin için tahammül edilebilmesi en kolay şey, fakirin parasızlığıdır. Buna “en kolay tahammül edebileceği ve en az anladığı veya anlamak istediği şey” de diyebiliriz.
O nedenle, Başbakan’ın kredi kartı borçlarını ödeyemeyenlere ilgili küçümseyici ve azarlayıcı sözlerini gazetelerde okuyunca hiç şaşırmadım.
Sonradan zengin bazı insanlarda tahammül dışı bir azamet ve kendini başkalarından üstün görme hali var.
“Ne demek kredi kartı mağduru?” diye sordu Başbakan. “Parayı sınırsız kullanıyorsun, ondan sonra ödemiyorsun. Sonra da kredi kartı mağduru oluyorsun, bu nasıl iş?”
Bunun nasıl bir iş olduğunu veya olabileceğini, ona anlatmak isteyen biri var. Bir okuyucum. Adını açıklamak istemediği için onu adının ilk harfleriyle anacağım.
“Otuz iki yıldır profesyonel olarak çalışan bir kimya mühendisiyim” diye tanıttı kendini A. Ç.
“Türkiye’nin konusunda en önemli markalarından birini üreten bir firmada çalışıyorum. Ekim ayından bu yana ücretsiz izne çıkarılmış bulunuyorum. Fabrikada çalışanlar da ücretsiz izinde olanlar da maaş alamıyor.
Önüne gelene fırça...
Az gelişmiş ülkeler ile zengin ülkeler arasındaki fark, gelir değil bilgi farkıdır.
Gelir farkını doğuran, bilgidir.
Bu anlamda, bilgi, bir devletin, insanları dahil, doğal kaynaklarını ve dünyanın olanaklarını yaygın refaha çevirmek amacıyla en akıllıca kullanma yeteneğidir.
Türkiye bu yeteneğe sahip olmadığı için geridir ve, Enerji Bakanlığı’nın fiyaskoyla sonuçlanan nükleer santral ihalesi bir işaretse, hiç şansı yok.
Hilmi Güler ve ekibinin tuttuğu yoldan sonuca varılamayacağı nükleer enerji sektörünün temsilcileri tarafından defalarca söylendi. Yetkililer ile sektör temsilcileri defalarca toplandı. Yazıldı, çizildi ama Güler bildiğinden, daha doğrusu bilmediğinden, şaşmadı. Sonuç başarısızlık. Aynen Afşin Elbistan termik santralı işinde olduğu gibi ve aynı nedenlerle: Uluslararası standartlarda ihale şartnamesi hazırlamaktan aciz olmak.
En bilgisiz, bilgisiz olduğunun farkında olmayan bilgisizdir. Korkarım Güler bu kategoridedir.
Türkiye’nin trajedisi, Güler gibi yeteneği kısıtlı kişilerin yönetimin kilit noktalarını işgal etmiş olması değildir.
“Dün Obama’nın yemin törenini izlerken gözyaşlarımı tutamadım” diye yazdı bir analist dün raporunda. “Sonra Bloomberg kanalına geçtim, bu defa da hıçkırıklarımı tutamadım.”
Gözyaşları akmış seller gibi çünkü, Amerika Birleşik Devletleri’ni iyimserlik ve ümit havası sararken, dünya ekonomisinin kötü gitmesiyle ilgili haberler aralıksız devam ediyordu.
Obama bir fark yaratacak mı?
Evet. Elleri temiz, inanırlığı olan, Kongre’nin ve Temsilciler Meclisi’nin desteğine sahip bir politikacı ve sağlam bir ekonomi takımı kurdu. Kararlı ve ciddi. Muhakkak fark yaratacak. Ama ne kadar?
Dünyayı sarmış olan ekonomik krize Amerika neden olmuş olabilir. Ama Amerika, Obama’lı veya Obama’sız, tek başına krizi ters çeviremez.
Çok genel hatlarıyla durum şöyle özetlenebilir:
Krizden önce dünyada iki tür devlet vardı:
Türkiye’nin ilk nükleer santralını yapmaya talip olan Türk-Rus ortak girişim grubunun verdiği kilovat saat başına 21 küsur sent fiyat ihalenin kesinlikle iptal edileceğini gösteriyor.
Bu durumda nükleer santral için yeniden ihale açılacak.
Pazartesi Türkiye Elektrik ve Ticaret şirketi TETAŞ tarafından açılan zarftan çıkan fiyat son kararı vermek üzere Bakanlar Kurulu’na gönderilecek. Ancak Bakanlar Kurulu’ndan çıkacak kararın olumsuz olacağı kesin çünkü önerilen fiyat kabul edilemeyecek kadar yüksek.
Hatırlanacağı üzere, ihaleye 10 civarında uluslararası konsorsiyum ilgi duymuş ancak sadece JSC Atomstroyexport-JSC Inter Raoues-Park Teknik ortak girişim grubu teklif vermişti. Öğrendiğime göre, teklif vermeyen bazı şirketlerin fiyatları 11 sent civarındaydı.
Türk-Rus girişiminin yüksek fiyatı hükümete rahat bir nefes aldırmış olmalı. İhaleyi Ruslara vermek doğalgazda büyük oranda Rusya’ya bağımlı olan Türkiye’yi daha çok Kremlin’in insafına bırakacağı için stratejik olarak kolay bir karar olmayacaktı.
Fiyat, bakanlığı da şaşırttı
“Böyle bir fiyatı hiç beklemiyorduk” diye konuştu enerji sektöründen, nükleerle ilgilenen başka bir kaynak. “Ruslardan strateji düşünürler varsayımıyla
15/12/2008, Eski Foça / İzmir
Sevgili Metin, Telefonla sana bir türlü ulaşamadım. Herhalde bendeki numaralar eski.
Kalp durumun iyidir, inşallah.
Kafa kâğıdı eskidikçe bende de aynı problemler çıktı. İlaç falan idare ediyorum.
Ben Eski Foça’da oturuyorum.
Fabrikayı da İzmir’e taşıdım.
Oğlum Kerem ve eşim Günseli benimle beraber çalışıyor. İstanbul Mecidiyeköy’deki ofis hâlâ duruyor. Başında Günseli’nin kardeşi Cahit var. Kızım Yeşim orada çalıştığı gibi, TV dizilerinde de oyunculuk yapıyor. Kazandığını da şirkete harcıyor.
Türkiye’de siyaset hortumlamayı gizlemek için çıkarılan bir gürültüden başka bir şey değildir.
Bu gürültü bazen askeri bando, bazen aranjmandır, bazen fasıl gibidir.
Bazen de Ergenekon gibi her telden.
Bilgiyle saptırmanın, iyi ile kötü niyetin, doğru ile yanlışın, yargıyla siyasetin sarmaş dolaş olduğu, nereden çıktığı, ne kadar süreceği olmayan alaturka bir gürültüdür Ergenekon.
Boşuna anlamaya çalışmayın. Ergenekon’la ilgili her şey doğrudur. Ergenekon’la ilgili her şey yalandır.
Ergenekon “Yorgan gitti, kavga bitti”nin kavga kısmıdır.
Yorgana ne oldu peki? Yorganı kim götürdü, kimin yatağını ısıtıyor?
“TMSF ve zulüm” başlıklı dünkü yazıma TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’ten aldığım mektubu aşağıda yayımlıyorum.
Yazıyla ilgili diğer mail’lerden bazılarını milliyet.com.tr’deki yazımın altında bulabilirsiniz.
Bu arada, “TMSF ve zulüm” adlı yazımın kısmen eksik, yanlış ve saptırılmış bilgilere dayandığını öğrendiğim için tamamını geri çekiyor ve okuyucularımdan özür diliyorum.
TMSF Başkanı Ertürk’ün mektubu:
“TMSF ve zulüm” başlıklı yazınız, TMSF ile batık banka sahibi borçlular arasındaki alacak-borç ilişkisine tek taraflı ve ön yargılı yaklaştığınızı ve batık banka sahiplerinin TMSF’nin alacak tahsil süreçleri aleyhine yalan ve yanlış bilgilerle kamuoyu oluşturma çabalarına alet olmama duyarlığından uzaklaştığınızı göstermiştir.
İkinci olarak, TMSF’nin alacak takip ve tahsil süreçleri de dahil, bütün işlemleri yargı denetimine tabidir. Bütün borçlulara veya TMSF’nin herhangi bir işleminin taraflarına yargı yolu açıktır. TMSF’nin, borçlulara, dava açmamaları veya açtıkları davalardan vazgeçmeleri için baskı yaptığı şeklindeki bir iddia ise “gülünç” olmak dışında bir nitelemeyi hak etmemektedir.
Toprak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Halis Toprak’ın geçtiğimiz cumartesi günü Sabah gazetesinde bir duyurusu yayımlandı.
Haykırısı desem belki daha doğru olur.
Türkiye’de insanlar bu tür duyuruları, genellikle, çaresizlikten, her şeyi göze aldıktan sonra yayımlarlar.
Toprak, duyurusunda, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) zulmüne uğradığını iddia ediyor.
Son birkaç haftada TMSF ile zulüm kelimesini aynı nefeste bu dördüncü duyuşum olduğu için duyuru dikkatimi çekti. Kimlerden duyduğumu söylemeyeceğim, çünkü, Toprak gibi, TMSF ile işleri var ve hepsinin de TMSF’den ödü patlıyor. Patlamakta da haklı.
TMSF’nin elinde olağanüstü yetkiler var, vicdan rahatsızlığı duymadan kullanıyor. Borçlularına istediği faizi uygulamakta serbest. Mahkemeye gitmeden haciz koyabiliyor.
Birkaç hafta önce eski İktisat Bankası sahibi Erol Aksoy’un eşi İnci ve kızlarının Garanti Bankası İstanbul Nişantaşı şubesindeki ortak kasalarını çilingire kırdırıp içindeki mücevherlere el koydu.