İstanbul merkezli Citibank aracılığıyla Lehman Brothers’ın çıkardığı tahvilleri alanlar paralarını kaybettiler.
Lehman battı. Citibank “Ben aracıyım, sorumluluğum yok” deyip kenara çekildi. Sermaye Piyasası Kurumu ölüm sessizliğine bürünmüş vaziyette.
Sermaye piyasası konusunda uzman hukukçuları, “Boşuna Citibank aleyhinde dava açmayın, kazanamazsınız” diyorlar.
Buna şaşırdığımı söyleyemem, Lehman, Citibank gibiler dünyanın en iyi avukatlarını tutarlar ve kendilerini sağlama alırlar. Yaptıkları iş sağlam olmasa ve sağlam ahlaki temel üzerine oturmasa dahi.
Citibank kendine en iyi avukatları tuttu. Ama Lehman’ın dandik olduğu ortaya çıkan kâğıtlarını satmadan önce potansiyel müşterilere avukata danışmalarının münasip olacağını söylemedi.
Görünüşe aldanmamak lazım
Ilısu Barajı’nı Avrupa devletlerinin sağladığı kredilerle yapma girişimi ikinci defa başarısızlıkla sonuçlanmaya doğru gidiyor.
İlk girişim Erbakan hükümeti zamanında yapılmıştı.
Ilısu hidroelektrik enerji barajı için Almanya, Avusturya ve İsviçre ortaklaşa 450 milyon euro’luk ihracat kredi garantisi taahhüdünde bulundular. Erdoğan, barajın temelini 30 ay kadar önce törenle attı. Ama o günden bu yana hiç ilerleme olmadı. Çünkü, çevre konusunda taahhüt edilen önlemler zamanında alınmadı.
Almanya, Avusturya ve İsviçre temsilcileri dün Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nü ziyaret ederek kredinin askıya alınacağını haber verdiler.
Kreditörler Türkiye’ye 60 gün mühlet tanımış, bu süre 12 Aralık’ta sona ermişti.
Şimdi, taraflarca imzalanmış olan kredi anlaşması uyarınca altı aylık yeni bir süre başlıyor. DSİ’den öğrendiğime göre, bu süre içinde çevresel taahhütler yerine getirilirse kredi yeniden işler hale gelebilir.
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü bir araziyi kamulaştıracağında önce uzlaşma yolunu dener.
Müdürlüğün uzmanları arazi fiyatını tespit eder. Bu fiyattan vatandaşla anlaşma yolu denenir. El sıkışılırsa ne ala. Sıkışılmazsa mahkeme marifetiyle araziye el konur. İşe başlanmasını geciktiren, meşakkatli bir yoldur bu. Vatandaş davayı kaybederse bir üst mahkemeye gidebilir. İş uzar.
DSİ’den öğrendiğime göre ülke çapında uzlaşma yoluyla kamulaştırma oranı %80 dir.
Hasankeyf’i su altında bırakacak olan Ilısu bölgesinde ise sıfır.
“Burada kimse uzlaşmaya yanaşmıyor,” diye konuştu bir DSİ yetkilisi.
Oysa baraj için 300 küsur kilometre kare arazininin kamulaştırılması gerekiyor.
DSİ bu konuda ilk adımını geçen hafta atarak, hükümetten inşaat sahasına giden yolun genişletilmesi amacıyla kamulaştırma kararı çıkardı. Ancak, öyle anlaşılıyor ki yoldan önce kavga büyüyecek.
İhale karşılığında rüşvet vermeyi dünya çapında şirket politikası haline getirdiği iddia edilen Siemens sicilini temizlemek için önemli bir adım attı.
Avrupa’nın en büyük holdingi, rüşveti yasaklayan yasaları çiğnediğini kabul edip ABD ve Almanya’da resmi makamlara 1 milyar euro tazminat ödeyecek.
Siemens Yönetim Kurulu Başkanı Gerhard Cromme, “Şirketin 160 yıllık tarihinin en mutsuz bölümlerinden birini kapatıyoruz” dedi.
Ancak pek öyle olmayabilir. ABD dahil en az 10 ülkede yetkililer Siemens’le ilgili rüşvet iddialarını araştırmaya devam ediyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi, bu ülkeler arasında Türkiye yok. Oysa Almanya’da Siemens rüşvet skandalını araştıran savcılar Türkiye’de de rüşvet verilmiş olduğuna dair bazı ipuçları ortaya çıkardı.
Bir itirafçının verdiği bilgiye göre, Almanya’da yönetim kurulu üyelerinin katıldığı bir toplantıda, Türkiye’de askeri bir ihaleyi kapatmak için rüşvet verme kararı alındı. Ordunun iletişim altyapısını modernize etmek için yapılan ihaleyi bilahare Siemens aldı.
Üst düzey bir Siemens yöneticisinin savcılığa verdiği itirafnameye dayanan bu iddialar geçtiğimiz eylülde Milliyet’te yayımlandı. Olayın herhangi bir resmi soruşturmaya konu
Bernard Madoff ticaret işlem hacmi olarak dünyanın en büyük borsası olan Nasdaq’ın başkanıydı.
Görevden ayrıldıktan sonra New York’ta bir yatırım fonu kurdu. Bankalar, zenginler, başka fonlar Bay Madoff’un fonuna milyarlarca dolar yatırdı. Bay Madoff eski bir Nasdaq başkanı olduğuna göre ahlakına ve finansal becerisine güvenilebilirdi.
Nitekim, tıkır tıkır yüzde 15’in üstünde faiz veriyordu.
Geçen hafta Bay Madoff iflas bayrağını çekti. Madoff fonuna yatırılan az 50 milyar dolar tebahhur etmişti. Paraların nerede olduğunu kimse bilmiyordu.
Herkesin sofistike finansal enstrümanlarla haşır neşir olduğunu sandığı bu tatlı adam ne yapmıştı biliyor musunuz? Rahmetli Banker Kastelli’nin 1980’lerde yaptığının aynısını. Yüksek faiz vaadiyle fon toplamış, faizleri ve anaparayı yüksek faiz vaadiyle topladığı başka fonlarla geri ödemişti.
Püf noktası
Otel odasında koltuğa yatar gibi oturmuş, yüzünü pencereye çevirmiş, dışarıyı seyrediyordu. Yatakta, uzandığım yerden burnunun ve dudaklarının ucunu görüyordum. Arkasında, çamlarla kaplı tepenin yeşilliğinin içinde ve üzerinde, yosunlarda yüzen balıkları andıran bembeyaz martılar çığlık çığlığa uçuşuyordu. Sonra, kargaların sesini duydum. Buna, aşağılardan, dalgaların karaya vuruşunun sesi eklendi, orkestrada müziğe son giren bir enstrüman gibi.
Aynı anda var olmalarına rağmen, bu üç sesi bu sırayla duymuştum. Neden böyle olmuştu? Acaba kulaklarımızda duyduklarımızı sıraya sokan bir tertibat mı var? Ve eğer varsa sırayı ne, hatta kim tayin ediyor?
Nefes alıp verdikçe göğsü inip kalkıyordu.
Ona yumuşak bir şey söylemek geçti içimden ama kelimeler dudaklarıma kadar gelip konuşulmamış kaldı. Konuşsam sukunetini bozacak, oturuşunu değiştirmesine neden olacaktım. Uzayan o an dağılıp kaybolacaktı.
Ertesi gün ben adaya gidecektim, o İstanbul’da kalacaktı.
“Ozanköy’de bensiz yaşayabilecek misin?” diye sormuştu.
“Yanlış soru. ‘Bensiz yaşayabilecek misin?’ diye sormalıydın.”
İnsan en çok tek başına olduğu zaman hürdür. Öyle diyorlar. Yeni uyandım. Yalnızım. Zamanımın efendisiyim. İstediğim kadar yatakta kalıp uyanmanın esrarını düşünebilirim.
Yorganın altında gece boyu biriken ısıda sıcağım. Kollarımı dışarı çıkarıyorum, soğuk. Oda ısıtılmamış, başka bir iklimin hükmü altında. Ama kalorifersiz Akdeniz evlerine alışkınım. Isı farkı beni rahatsız etmez. Hoşuma gider, hatta.
Gözlüklerimi takıyorum. Başımın altındaki yastığın üzerine bir yastık daha koyuyorum.
Her sabah uyanmak bir mucizedir, düşünecek olursanız. Uyanıyorum ve dünyamı bıraktığım gibi buluyorum. Hayat, sadık bir köpek gibi, yerdeki yıldızlı halının üzerine uzanıp uyanmamı beklemiş sanki, kaldığımız yerden birlikte devam etmemiz için.
Ben uyanmazsam dünya devam edecek mi, etmeyecek mi? Benim uyanmadığım dünya var mı, yok mu?
Yataktan istediğim zaman çıkabilirim. Duş alıp kahvaltı yapabilirim. Kahvaltı yapıp duş alabilirim. Duş ve kahvaltından önce kitap okuyabilirim. Hiçbirini yapmayıp, tembel tembel Sally’nin duvardaki tablosunu seyredip düşünmeye devam edebilirim.
Yataktan çıkmayacağım
Yaz sonuna doğru, yalnız yaşadığı evinin geniş arazisinde bir arkadaşıyla beraber geziniyordu.
Yan yana duran üç sığla ağacının önünde durdu ve “Bu üç ağaç diğerlerinden erken yapraklarını dökecek” dedi.
“Nereden biliyorsun” diye sordu arkadaşı.
“Bana söylediler” dedi, “Benimle konuşuyorlar.”
“Sen kafayı yemişsin” dedi arkadaşı.
Bu olaydan sonra bir gece bahçeye gökten mavi bir ışığın indiğini gördü. Minare büyüklüğündeki ışık fırıl fırıl dönüyordu. Şaşkınlık ve huşu içinde ve biraz da korkuyla ışığı seyretti.
Bahçesine mavi bir ışık indiğini, üç ağacın yapraklarının diğerlerinden önce döküleceğini, söylediği arkadaşına anlattı.