İzmir'in Urla ilçesi belediye meclisi pazartesi günü tek maddelik bir gündemle "olağanüstü" toplanıyor. Konu... Urla doğumlu Yunan şair Seferis'in adını taşıyan caddenin bir hafta önce değiştirilen isminin iadesi...
- N'oldu peki, diyeceksiniz, neden bu tornistan?..Efendim, ANAP lideri Mesut Bey, "isim değişikliğinin" kamuoyunda büyük tepki görmesi üzerine İzmir İl Başkanı'nı arıyor... Ve yanlışın düzeltilmesi talimatını veriyor. Sonrasını ANAP İzmir İl Başkanı Tahsin Toygar'dan dinliyoruz:
- Genel Başkanımın talimatı üzerine yasalara uygun bir biçimde itirazımızı yaptırdık. Meclis üyesi arkadaşlarımla görüşerek genel başkanımızın bu konudaki düşüncelerini aktardım. Arkadaşlarımız bu defa tam tersi istikamette oy kullanıp sokağa "Seferis" adının iadesini sağlayacaklar...Nobel ödüllü saygın "hemşeri"ye vefada en başta kusur etmeseydik keşke...
Bu vesileyle... Sokak isimlerinin verilmesi ve değiştirilmesinde "insani" ölçülerden çok "siyasi" kaygılarla hareket eden sorumsuz idarecilere dur diyebilmek için şair Cengiz Bektaş'ın önerisini aktaralım:
- Bu gibi kararlar, devletten bağımsız bir
Sağlık Bakanı Osman Durmuş işe hızlı girişti. Kemik İliği Bankası'nın kurulması amacıyla yürütülen kampanyayı gündemine alarak, Banka kurucularını "zan" altında bırakan ciddi bir ithamla ortaya çıktı:
- Kapı kapı dolaşıp para arıyorlar. Bu bana Titan olayını hatırlatıyor!
Valilik ve İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı'nın denetiminde yürüyen kampanyadan sorumlu doktorlar, "Titan" benzetmesine önceki gün yanıt verdiler. Tüm hesapların açık olduğunu, toplanan ve harcanan paranın yeminli mali müşavirlerce denetlendiğini ifade ettiler. Konunun diğer ayrıntıları üzerine kampanya sözcülerinden Zeynep Şener'le konuşuyoruz:
- "40 bin kan örneğinin sonucu belli olduysa neden açıklanmıyor? Türkiye'de tek lösemi hastası Oktar Babuna mı?" diye soruyor Sağlık Bakanı...
- Evet, 40 bin kan örneğinin test sonucu Kemik İliği Bankası'ndaki data kayıtlarına girdi. Çapa Tıp Fakültesi'ne gelip görmek mümkün. Yani bunların "açıklanmaması" gibi bir durum söz konusu değil. Bakan Bey'in yanlış bilgilendirildiği ortada. Bu bir Oktar Babuna kampanyası değil ki.. Şu anda Babuna dışında ilik nakline muhtaç 56 ayrı hasta için de bu çerçevede uygun ilik
Sevgili kardeşim memur,
Bugünlerde dertli olduğunu duydum, bu mektubu o yüzden yazıyorum. Boş laf karın doyurmaz. Ama yine de birkaç tavsiyede bulunmak iyi olur diye düşündüm.
Sevgili kardeşim,
Dertlerini azaltmak istiyorsan kendi kafanda biraz değişiklik yapmak zorundasın.
Herşeyden önce "ekonomik olarak senden daha iyi durumda olanın seni senden fazla düşüneceğini" sanma.
Başkaları seni ancak senden birşey alabilecekleri zaman düşünürler.
Bodrum - Torba'da çoğunlukla İskandinav ve Fransız turistlerin rağbet ettiği bir tatil köyü var Mil-ta'nın... Malum terör söylentileri yüzünden pek çok turistik işletme, yüzde 20 - 25 kapasiteyle çalışırken, Torba Mil-ta "yüzde 70" doluluk oranıyla götürüyor sezonu...
"Sebebi?" diye merak ediyorduk ki... Birkaç gün önce oradan dönen bir dostumuz izah etti:
- Tesisin yönetim stratejisiyle ilgili birşey bu. Dinamik bir kadro tarafından yönetiliyor tesis. Terör söylentilerinden sonra rezervasyonları iptal etmeye yönelen kişi ve kurumları fakslar ve telefonlarla iknaya çalışıyorlar. "Burada herşey normal, gelmemeniz için hiçbir neden yok" diye. Sonuç ortada: Tüm olumsuz propagandalara rağmen tam kapasiteye yakın doluluk oranı..
- Ne kadar iyi..
- İyi de.. Bu iş Mil-ta örneğinde olduğu gibi, sadece özverili "karşı - kampanya" yürüten turizmcilerin çabalarıyla olmuyor. Bodrum'daki turizmcilerden öyle şeyler duydum ki..
- Ne gibi?
Kuzguncuk'tan Şevki...
...Ben bir lise öğrencisiyim Yorumcu Amca... En büyük idealim uçak mühendisi olmak... Bu amaçla bol bol ders çalışıyor, kendimi üniversite sınavlarına hazırlıyorum...
Ne var ki son günlerde acayip acayip rüyalar görmeye başladım... Özellikle futbolda transfer sezonunun başlamasıyla birlikte yoğunlaşan bu rüyaların sonuncusunu size anlatıp yorumunuzu rica edeceğim... Rüya şöyle:
Efendim ben güya ünlü bir futbolcuyum ve yöneticilerle transfer görüşmesi yapıyorum..
Gerilimli bir havada başlayan görüşmede ilk sözü Başkan alıyor... Purosunu yaktıktan sonra bana hitaben:
- Evet koçum, bizimle olan sözleşmen bu sene bitti, diyor. Yönetim olarak senin sözleşmeni yenilemek istiyoruz... Ne dersin?..Olumlu yaklaşıyorum teklife:- Elbette efendim, ben bu renklere gönül vermiş bir futbolcuyum, hakkımı alırsam derhal basarım imzayı, diyorum...Komite üyelerinden biri vakit geçirmeden soruyor:- Kafandaki rakam nedir?..- İki sene için iki trilyon... Dolar olaraktan...Bu isteğim üzerine tüm yöneteciler "Ohaaaa..." diyerek
O tarihlerde, bugünküyle mukayese edilemeyecek kadar küçük bir ilde Emniyet Müdürü'ydü... Makamının bulunduğu Emniyet Müdürlüğü, şehrin göbeğinde, apartmandan bozma 6 katlı bir binaydı... Bir gün, milyonları sarsan bir skandalla tanıdı onu Türkiye... Emrindeki polislerden bazıları, "gizli örgüt üyesi" diye yakaladıkları liseli 14 gence işkence yapmakla suçlanıyordu. Hem de öyle dağ başında filan değil, O'nun makam odasının bir kat üstündeki odalarda işlenmişti bu insanlık suçu... Liseli gençlerin günler, geceler boyu süren feryatları Emniyet Müdürlüğü binasının bütün katlarında, hatta yan apartmanlarda oturan vatandaşların kulaklarında acı acı çınlarken, bir tek onun makam odasına uğramamış, bir tek onun kulağına gelmemişti... Israr ve inatla, "Yok böyle birşey, olsa önce ben duyardım" diyor, başka birşey demiyordu.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, önceki gün verdiği tarihi kararla, dört yıldır süren ve kamuoyunda "Manisalı Gençler" davası olarak bilinen davaya son noktayı koydu: "Gençlere işkence yapılmıştır, polislerin cezalandırılması gerekir..."Yargıtay'ın bu kararını açıkladığı gün, kahramanımız bir başka ilin Emniyet Müdürlüğü koltuğunda
Her insan kendine özgü ayrı bir dünya ama... "Ulusal" kimlik ve özellikler girince işin içine, değişiyor... Kişiler benzeşiyor bu defa, uluslar farklılaşıyor. Nasıl mı?.. Okurumuz Özge Arbak'ın bize ilettiği metne bir göz atalım...
FRANSIZSANIZ: Geceyarısı TRT 2'de yayınlanan filmleri seyrederken altyazıları okumanız gerekmez / Kendi nükleer silahlarınızı başka ülkelerde denersiniz / Kadınlar konuşmanıza bayılır / Çirkin olsanız da sinema yıldızı olabilirsiniz.
AMERİKALIYSANIZ: Dünyanın en gelişmiş milletine mensup olduğunuzu düşünürsünüz / Paranız varsa herşeyi yapabilirsiniz / Dünyanın en garip kıyafetlerini giyseniz bile kimse kafasını çevirip bakmaz / Tanımadığınız herkese "Merhaba!" diyebilirsiniz /
İNGİLİZSENİZ: Geçmişte yaşar, hala imparatorluk günlerini düşünürsünüz / Haftada bir kere banyo yapar, aynı sıklıkta (!) iç çamaşırı değiştirirsiniz.
İTALYANSANIZ: Kürk giydiğiniz için utanmazsınız / Makarna sıkıntısı çekmezsiniz / İşe istediğiniz saatte gider, istediğiniz saatte gelirsiniz /
İSPANYOLSANIZ: Amerikayı kılıçtan geçirmekle övünürsünüz / Sokakta boğalar koşar / Kadınları etkilemek için dar
Turizmciler yangın... Türkiye'ye gelmeye niyetli turist sayısı yılbaşını izleyen haftalarda geçen yıla oranla yüzde 30 fazlalık gösterirken... Öcalan olayından sonra rezervasyonlarda yüzde 60'a yakın iptal gerçekleşmiş...
Kimileri "İmajımızı düzeltelim" önerisi yapıyor. Bunun için Turizm Bakanlığı'nın 100 - 200 milyon dolar para ayırmasını öneriyor.
İmajımızı düzeltimiz düzeltmesine de... Bu iş yalnızca reklam filmiyle olur mu?.. Son yıllarda Batı televizyonları ve basınına hangi haberleri gönderiyoruz bir hatırlayalım:
Çeteler.. Eroin kaçakçıları... Sokaklarda polis tarafından acımasızca dövülen gençler... Bir sessiz toplantı hakkına bile sahip olmayan Cumartesi anneleri vb. gruplar... Yazdığı yazı yüzünden hapis cezasına çarptırılan gazeteciler... Ülkenin zirvelerini saran yolsuzluk ve skandallar... Turiste yönelik kazıklar...
İmajımızı bozmak için o kadar çaba gösterdik ki... Bu işin reklam filmleriyle düzeleceği yok... Önce kendimizi düzeltsek... İmajımız kendiliğinden düzelecek...
Kötü malzemeye yapılan iyi tanıtıma "imaj" değil "makyaj" denir.