Neden gitmedim?

30 Nisan 2000


       Herkes bana "Cumhurbaşkanlığı seçimini izlemek için Ankara'ya niçin gitmedin" diye soruyor. (Görüyorsunuz Ankara'ya gitsem olay oluyor, gitmesem yine olay oluyor...) Onlara şunu söylüyorum:
       - Sonucu aşağı yukarı biliyordum. Oylamadan bir gün önceki tahminim Sezer'e 280 - 282 arası oy çıkacağı idi. Tek doğru tahmini yapan gazeteci (bütün tevazuumla söylüyorum) ben oldum. Dikkatli okurlarım satır aralarından sonucu zaten çekip almışlardı. O yüzden Ankara'ya gitmeye gerek görmedim. Zaten yakınlarımın düşüncesi de bu yöndeydi. (Bizim hanım: "Yahu işin mi yok, bu soğukta oralara kadar gideceksin, televizyondan izler yazarsın" dedi mesela..) Gitmenin tek esprisi ATV, Kanal D, CNN Türk gibi kanalların TBMM bahçesine kurduğu standların etrafında dolanırken adam yokluğu çekilen bir anda mikrofona çağrılmak olabilirdi. Ancak o da garanti değildi. Buna karşılık perşembe akşamı arkadaşlar Hacıbaba'da toplanıp kafayı çekmeye karar vermişti. Ahmet Necdet Sezer'in Türk müziği şarkıcısı olmayıp Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğunu zaten okura yeterince anlatmıştım. Sezer'i daha fazla tanıtmama gerek yoktu. Bülent Be

Yazının Devamı

Kütüphane derdi

29 Nisan 2000


       İstanbul Teknik Üniversitesi'ne ait "Mustafa İnan" Kütüphanesi'ne diğer üniversite öğrencilerinin alınmamasına ilişkin bir şikayeti aktarmıştık... Mustafa İnan Kütüphanesi'nin bir çalışanı, Sayın Hasan Yalçın, sorumluluk ve duyarlık göstermiş; aşağıdaki yanıtı göndermiş. Kendisine teşekkür ederek yanıtı okuyalım:
       1- İstanbul Teknik Üniversitesi 15 binin üzerinde öğrenciye sahiptir. Dolayısıyla azami 500 - 600 kişilik salonumuz ancak kendimize yetmektedir. Yeni binamız halen inşaat halindedir. Sonuç olarak böyle bir uygulama zorunluktan doğmaktadır.
       2- Bazı üniversitelerimiz kütüphanelere, kitaplara, veri tabanlarına, otomasyona vb. yatırım yapmamakta veya bunu gereksiz görmektedir. Hal böyleyken bu üniversitelerin öğrencileri, bilgi hizmeti, araştırma için diğer üniversitelerin kütüphanelerine gitmektedir. Bu aşamada, kütüphanesine milyarlarca lira kaynak sağlayan İstanbul Teknik Üniversitesi de kendi öğrencilerine öncelik tanımak zorundadır.
       3- İTÜ Mustafa İnan Kitaplığı'nı (zorunluluktan kaynaklanan) bu uygulama

Yazının Devamı

Olayın dersleri

28 Nisan 2000


       Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğu için geceyarısı TBMM önünde MHP milletvekillerinin saldırısına uğrayan MHP'li Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu dün TBMM'ye yaklaşık 20 sivil polisin oluşturduğu etten duvarın ortasında geldi. Korumalar Genel Kurul'un kapısına kadar kendisine eşlik ettiler. Arkadaşımız Fahrettin Fidan bu kadar garip bir koruma manzarasına yakın geçmişte hiç tanık olmadığını anlattı telefonda. Somuncuoğlu evini de terketmiş, bir yakınının yanında kalıyormuş. Sebebi "Bizde töreler işler" şeklindeki açıklamadan çıkardığı mesaj imiş...
       MHP yönetimi Sadi Somuncuoğlu'na hücum aden MHP Milletvekili Cemal Enginyurt'u desteklerken kimi MHP'li milletvekilleri dahil pek çok kişi olayın parti imajını etkilediği görüşündeydi. Güçlü Türkiye Projesi adlı düşünce grubunun önde gelen ismi Doçent Melih Bulut geçtiği notta bu konuya değiniyordu dün:
      - Önce Tunca Toskay, sonra Sadi Somuncuoğlu'nun başına gelenler MHP'yi merkeze itmeye çalışanlara ders olmalı... MHP Türkiye'nin siyasi merkezine gelemez, çünkü Türkiye'nin geçmişini temsil ediyor. Evet töre

Yazının Devamı

Güvercin uçurma

27 Nisan 2000


      Başbakan Ecevit, Cumhurbaşkanlığı krizinin çözülme anını şöyle anlatıyor;
      - Baktım olacak gibi değil... Ciddi bir tıkanma yaşıyoruz, saat 17:00 civarıydı, odamda arkadaşlarla oturuyorduk. Aniden aklıma geldi. Anayasa Mahkemesi Başkanı olabilirdi. Bir an bu isim "hızır" gibi yetişti...       ***      Bu sözleri okuyunca Süleyman Demirel'in yıllar önce anlattığı bir fıkra geldi aklımıza.
       Memleketin birinde vatandaşlar kimin Başkan olacağına kesinlikle karar veremezmiş. O yüzden kendilerine özgü bir yöntem geliştirmişler. Halk bir meydanda toplanır, havaya bir güvercin fırlatılır, güvercin dönüp geldiğinde kimin omuzuna konarsa ülkenin başkanı o olurmuş... Buna güvercin uçurma yöntemi denirmiş.
       Şükür Tanrı'ya... Cumhurbaşkanımızı böyle ilkel yöntemlerle seçmiyoruz...
       Başbakanın son dakikada aniden aklına gelen isim Cumhurbaşkanı adayı oluyor... Yani... "Güvercin uçurma" yerine "istihare

Yazının Devamı

Eğrisi doğrusu

26 Nisan 2000


       Matematik öğretmeni okurumuz Selahattin Akgül, yazı dili ve günlük konuşmada pek yaygın bir yanlışa dikkat çekiyor:
       - "Sayı" ve "rakam" arasında farkı çoğu kere unutarak saçma cümleler kurabiliyoruz. Mesela... "Yaralılar hakkında değişik rakamlar söyleniyor", "Köyden kente göçü incelersek ilginç rakamlar görürüz", "Yılın ikinci yarısında yapılacak maaş zammı konusunda bir rakam verilmiyor..." Kulağımız yanlışa öyle alışmış ki, garipsemiyoruz bile... Halbuki... "Sayı" ve "rakam" birbirinden çok farklı şeyler... Varlıkların ölçülebilen, sayılabilen (nicelik) özelliklerini "sayı"larla ifade ederiz. "Rakam" ise sayıları yazma gereğini hissettiğimiz anda kullandığımız işaretlerin adıdır. Hiçbir değeri olmayan "rakam" sadece sayıları yazılı göstermeye yarar. Konuşma içindeki "harf"in konumu gibi...
      - İşin üzücü tarafı, diyor Akgül, bu yanlışı bilim adamları, yazarlar, politikacılar, hatta matematik öğrenimi görmüş kişilerin de yapması... Primler çılgın       SSK'nın çalışanlara sağladığı bir olanak var: "İsteğe bağlı

Yazının Devamı

Makam hafifledi!

25 Nisan 2000

 

       Başvuru süresinin dolmasına saatler kaldı, ancak liderler hala ortak bir isim üzerinde anlaşabilmiş değiller. Bu gidişle yeni Cumhurbaşkanı ya son anda üzerinde anlaşılıp Meclis'e metazori kabul ettirilen bir kişi olacak ya da Meclis'in yaptığı oylamada "piyango!" kendisine vurmuş bir talihli aday.
       Meclis eski başkanlarından birine sergilenen bu manzaraya ilişkin değerlendirmesini soruyoruz. Söyledikleri...
       - Liderler, Cumhurbaşkanlığı seçiminde maalesef birçok şeyi çok hafiflettiler. Önce, herbiri kendi kafasına göre yeni Cumhurbaşkanında bulunmasını arzu ettikleri nitelikleri sıraladı. Biz, Anayasa'da nitelikleri zaten tanımlanan bir Cumhurbaşkanını mı seçeceğiz yoksa liderlerin kendi kafalarında hayal ettiği kişiyi mi? Sonra, iki liderin kendi adayları olarak kamuoyuna açıkladığı isimler var. Basının bir kısmı, bu isimlerin liderlerin seçilmesini arzu ettikleri gerçek isimler değil, gerçek isimleri kamufle etmeye yönelik taktik isimler olduğunu iddia ediyor. Eğer

Yazının Devamı

Anzakları anarken...

23 Nisan 2000


       Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar, her yıl olduğu yine "dünyanın bir ucundan" kalkıp Gelibolu'ya geldiler. Yurtlarından çok uzakta toprağa düşmüş dedelerini anmak için... Anzak çıkartmasının 85'inci yıldönümü dolayısıyla gelen kafilede Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark da yer alıyor. Hep birlikte pırıl pırıl Anzak Şehitliği'ne gidecek, yatanların baş ucuna birer demet çiçek bırakacaklar...
       Okurumuz Esen Yazgan, Anzaklarla ilgili haberleri gezi için gittiği Afyon'da okumuş... Telefonda diyor ki:
       - Bu haberleri okuyunca içim sızladı. Dün burada şehitliklerimizi ziyaret etmek istedik. Bu amaçla Turizm Müdürlüğü'nden aldığımız harita şehitliklere giden yolları göstermemiş... İnsanlara sorduk, kimse bilmiyor. "Tepeyi alamadım" diye intihar eden onurlu kurtuluş savaşı kahramanı Reşat Çiğiltepe'nin yattığı şehitliği soracak olduk. Esamesi okunmuyor... "Çiğiltepe Şehitliği" tabelasını saatlerce aradıktan sonra bulduk. Ama gidemedik. Çünkü yolu patikadan farksız, traktör zor gider... Şehitlik 10 km ötedeymiş.. Çamura saplanırız korkusuyla geri döndük.. "Sıcak sular

Yazının Devamı

Şehir magandası

22 Nisan 2000


       Toplum olarak magandalığın hangi noktasındayız?.. Öğrenmek istiyorsanız İlknur Demircan'ın gönderdiği mektubu birlikte okuyalım:
       "Dün akşam bir arkadaşımızın evinde bebeğimizle birlikte Galatasaray - Leeds maçını seyrediyorduk. Penaltıdan atılan golden sonra evde bir sevinç havası eserken dışarıdan gelen silah sesleriyle irkildik. Bebeğimiz korkudan uykusundan ağlayarak uyandı. Maç sonrası arabamıza bebeğimizi yerleştirmeye çalışırken içerde tuhaf bir pırıltı farkettim. O an beynimden vurulmuşa döndüm, çünkü atılan kurşunlardan birisi ön camın şoför mahallinin tam ortasına isabet etmis. Yani eğer biz o an arabada olsaydık kafaya gelen bir kurşunla kesin ölüm olabilirdi... Biraz zaman geçip kendimize geldikten sonra polisi aramaya koyulduk, zabıt tutturmak için... İki saatten önce gelemeyeceklerini söylediler. Otoparkta ne yapacağımızı düşünürken yukarıdan bir ses bize "Geçmiş olsun" dedi ve "biraz yukarı gelebilir misin?" diye seslendi. Sonuç olarak silahı atan insanlar onlardı ve hasarı tazmin edeceklerini söyleyip özür diliyorlar, işe polisin karıştırılmamasını istiyorlardı.
   &n

Yazının Devamı