Nilipek, “Mektuplar” adını taşıyan iki albümlük bir seriden oluşan yeni albümünde yaşadıklarından hareketle daha net hikayeler anlatıyor: “Artık arkasına saklandığım bir anlam bulutu yok”
Nilipek’ten bu köşede yıllar önce ilk bahsettiğimde onun kim olduğunu daha fazla anlatmak zorundaydım. Çünkü meraklı bir kesim dinleyici dışında onu kimse tanımıyordu. Bugün aynı şeyi söyleyemeyiz. “Mektuplar I”, iki hafta önce yayınlandı. Bu hafta ikinci mini albüm “Mektuplar II” de peşi sıra geldi. Nilipek her zamanki sakin vokaliyle buna tezat güçlü mesajlar verme peşinde. Sesini yükselterek değil, kelimelerin gücüyle hikayelerini anlatmaya çalışıyor. Albümde davulları Berkay Küçükbaşlar, gitarları Can Aydınoğlu, basgitarı Umut Çetin, trombonu Işık Üstündağ, klavyeleri Alican İpek üstleniyor. Çağlar Haznedaroğlu (keman), Hakan Güven (keman), Öykü Koçoğlu (viyola), Gözde Öcal (çello) ve Taylan Aygar (kontrbas) katkıda bulunan diğer isimler.
“Mekt
Evde otura otura gerçekten işe yaramayı da öğreniyoruz. Mesela ekmek yapabiliyoruz. Yemek yapabiliyoruz. Bir sürü insan hazır yiye yiye onu da unutmuştuk ama hatırladık.
Son trend ramazanda evde pide yapanlar. Evet, o da gerekiyordu. Pide zaten dünyanın en güzel ekmeği, hem de açık ara, evlerde yapılmalı ve yaşatılmalı. Ramazan pidesi hep var olmalı ve sıcak sıcak arasına beyaz peynir ve domatesle...
Konuyu çarpıtmadan, başlıktaki konuya geleyim. Enseler uzadı. Evet, enseler önemli. Bu insanlığın eskiden beri gündeminde olmuş bir mesele. Mesela bir fotoğrafa baktığınızda enselerin uzunluğundan nasıl bir dönemde çekildiğini anlayabilirsiniz. Pek çok detayın yanında enselere bakmak işe yarayabilir. Enselerin uzun olduğu dönemler genellikle toplumun rahatladığı saldığı dönemler. Enseler kısaldı mı ya savaş yıllarıdır, ya bir diktatörlük bir totaliterlik vardır işin içinde.
Öte yandan, enseler kişiler hakkında da bilgiler verir. İstek dışı uzamış bir ense zor bir dönemi işaret eder. Bilinçli uzamış gururlu enseler güçlü birer manifesto niteliğindedir.
Şu ara en sevdiğim şey, çocuk kitapları okuyan ünlüler. Bütün dünyada pek çok dizi ve filmden tanıdığımız oyuncuların ya da tanınmış karakterlerin ellerinde bir çocuk kitabıyla bahçelerinde, balkonlarında, salonlarında, çalışma odalarında basit bir telefon kamerasının karışına geçerek çocuk kitaplarını okumaları açıkçası içimi ısıtıyor.
Hani Adile Naşit’imiz kuzucuklarına masallar anlatırdı ya. İşte onun farklı versiyonları gibi düşünün. Geçen gün Leyla, David Tennant’ın okuduğu “Highway Rat” kitabına doyamadı, defalarca baştan izlemek istedi. Bu açıkçası bizim de işimize geliyor çünkü ekrana baksa dahi en azından kitap dinlemiş/okumuş oluyor. Bu aynı zamanda kendimize ayıracağımız bir 15-20 dakikamız var demek. 15-20 dakikanın ne kadar değerli olduğunu, bu sürede nelerin halledilebileceğine inanamazsınız. Bazen bitmemiş bir yazı can havliyle bitiyor, bazen değerli bir video görüşme demek bu. Veya haberlere bakmak için altın bir fırsat. Bazen bir duş.
Doğrusunu isterseniz, bu videoların
Meğer Stanley Kubrick’in evi bizim mahalle-deymiş ama haberim yokmuş. Yürüyüş yaparken önünden geçtiğim malikânenin içinde kimin yaşadığını merak etmesem muhtemelen olmayacaktı da.
Korona günlerinde yapacağınız en heyecanı şey, ekmek yapmak ve film izlemek dışında, yürüyüş yapmak. “Yediğimiz ekmekleri yakmamız lazım yoksa mahvolduk” temalı bu yürüyüşler sayesinde yeni bir dünya keşfettik diyebilirim. Çünkü normal şartlarda sabah evden çıkıp akşam dönüyorsunuz ve yaptığınız tek yürüyüş otobüse, metroya, trene kadar oluyor.
“Oturduğun mahalleyi tanıyor musun?”
“Evet, tanıyorum ama işte
Mahalle hiç bu kadar kalabalık olmamıştı. İngiltere’de son bir iki haftadır havaların 20 derecelere yakın seyretmesinden midir yoksa insanların artık sıkı karantinayı gevşetmesinden midir bilinmez, herkes sokakta. En son polis sokağın başına bir ekip koydu gelen geçene gözdağı vermek için.
Bana kalırsa pek çok insan virüs ve evde oturarak ölmek arasında bir tercih yaptı. Sonuç malum. Teknik olarak tıbbi nedenler, alışveriş ve egzersiz dışında sokağa çıkmak yasak burada. Ama insanlar bir yolunu bulup kendilerini çayırlara, parklara, çimenlere atıyor. Ne kadar trekking yolu varsa cuma akşamı Taksim Meydanı tadında şu ara.
Kapanmanın ilk günlerindeki psikolojiden çıkıldığı bariz değil mi? Artık balkonlarda yapılan bilumum enteresanlıklar pek internete düşmüyor. Evde artizan ekmek yapımı doyma noktasına geldi. Ben mesela sağlıklı ekmek yiye yiye iki kilo aldım. Sağlıklı iki kilodur herhalde. Ne de olsa sağlıklı ekmekten alındılar. Sabah akşam koşuyorum, yürüyorum ama iki kilo alıyorum bu da benim gerçeğim olsun.
Bütün ekmek çeşitleri, tahıllı,
Can Güngör’ün “Sular Dar” albümü, şarkıcı söz yazarı geleneğinin 2020 yılındaki standartlarını belirliyor; bağırmadan söylenen şarkılar, dinleyende iyi bir kitap okuma hissi uyandırıyor
Can Güngör’ün 15 şarkılık yeni albümünün adı “Sular Dar.” Şarkıcı/söz yazarı veya kent ozanı diye tarif edilen alanda kendini ifade ediyor Güngör. Elbette onun böyle bir derdi olduğundan değil, biz illa tanımlayacağız ya karşımıza gelen müziği, o bakımdan.
Can Güngör’ün şarkıları kendi kendine yazılmış mektuplar gibi. Bazen birine hitap ediyor gibi görünse de bu -bana kalırsa- tamamen dramatik yapı icabı. Güngör karşısındakiyle çok sohbet edip tartışmalara girmeyi sevecek birine benzemiyor. Karşısındakine söylemek yerine kendine söylemeyi, havaya salmayı, suya yazmayı -ya da şarkı yazmayı- tercih edebilir.
“Bu Sular Derin”de “Uzun uzun konuşmasak, bir bakışta anlatsak”, “Yelkenlerim Sana Doğru”da “Ben konuşmam, konuşamam. İstesem de anlatamam” demesinden biraz
Online konserlerin sorunu... Atmosfer. Bir konseri konser yapan şey ortamdaki enerji. Etrafınızdaki insanların varlığını ve duygularını hissetmek, paylaşmak. Birileriyle tanışmak, görüşmek, karşılaşmak. Paylaşmadıkça sadece kendi başına yaşayınca ne zevki var? Konserden sosyalliği çıkarın, ne kaldı? Bağlamından kopmuş şarkılar. İşte online konserler biraz böyle geliyor bana. Kim konsere gitmek ve o ortamı yaşamak varken evde eşofmanla karşısında şarkı söyleyen birini izlemeyi tercih eder? (“Ben” diyenler, burada ayrılıp diğer haberlere geçebilir.)
Her yerde online konserler aldı başını yürüdü. Instagram’ı açıyorum, bazen tepede neredeyse 30 tane canlı yayın uyarısı çıkıyor. Bir durun arkadaşlar, biraz dinlenin.
Şaka bir yana, evet, hepimiz evdeyiz ve evden konser çok mantıklı. Moral oluyor. Ama diğer yandan zaten evden konserlerin şu dönemde başarılı olmasının ve çok büyük kitleler tarafından izlenmesinin nedeni -biraz bariz olacak ama- insanların evde oturması. Yoksa insanları online konser için belli bir zaman diliminde cihazlarının başına toplamak
Apple ve Google dünyadaki akıllı telefonların yüzde 99’unun işletim sistemini sağlıyor. Dolayısıyla, bu iki firmanın korona salgını çerçevesinde bir iş birliğine gitmeye karar vermesi büyük haber çünkü -neredeyse- herkesi ilgilendiriyor.
Reuters’in önceki gün geçtiği habere göre (“Apple, Google plan software to slow virus, joining global debate on tracking”, 10 Nisan) iki teknoloji devi, virüsü kapmış olması muhtemel insanların belirlenmesinde ve bir an önce teste tabi tutularak tedavi edilmesine yarayacak takip uygulamalarına yol veren yeni bir girişim kararı aldı.
Ne gerek var takibe zaten herkes evde oturmak zorunda diyebilirsiniz. Neticede şu saatlerde Türkiye’nin belli başlı şehirlerinde sokağa çıkma yasağı var artık, iş o noktaya geldi. Gerçi iki günlük yasak ne iş yarayacak, bu yasak daha önce planlanamaz mıydı, yerel yönetimlere haber verilip koordinasyon sağlanamaz mıydı, insanların virüse karşı savunmasız halde ekmek su almak için sokağa dökülmesi önlenemez miydi gibi soruların yanıtları