O kadar çok albümünüz var ki bir tanesini yayınlamayı unutuyorsunuz. 46 yıl sonra bir gün aklınıza geliyor. “Aa benim bi albüm vardı şurda!” diye. “Dur ben şunu bi yayınlayayım bari…” Neil Young’a da böyle mi oldu acaba…
Young 1974 yılında kaydetmiş “Homegrown” albümünü. Albüm ancak 2020’nin 19 Haziran’ında bir bütün olarak yayınlandı. Aradan geçen neredeyse 50 yıllık dönemde bazı şarkıları canlı olarak çalıp bazılarını da albümlerine serpiştirdi Young. Ancak bu albüm daha önce bir albüm formatında hiç piyasaya çıkmadı. 2010’da Young’ın bütün şarkı ve albümlerini bir arşiv çalışması doğrultusunda yeniden yayınlanması gündeme geldi. “Homegrown” da işte bu şekilde akla geldi sizin anlayacağınız. “Homegrown” ‘70’lerin folk/country sound’unu yansıtıyor; evet ama buna eski denilebilir mi? Yanıt net bir hayır! Neil Young her zamankinden daha da güncel. Üstelik eski usullerle banda kaydedilen
Hafta sonu Londra’ya indim. İstanbul’da Kadıköy’de oturanların Nişantaşı-Taksim taraflarına ya da Boğaz’a giderken “Karşıya geçtim”, “Şehre indim” gibi ifadeler kullanması gibi benim yaşadığım kasabadan Londra’ya giderken de benzer ifadeler kullanılıyor. İstanbul’dan farkı, köprü yok. O yüzden “sıkıntı” da yok. Mesafe haritada daha uzun ama trenle yol 20 dakika sürüyor. Ben Moda’da yaşarken gazeteye gitmek için yarım günü yolda geçiriyordum. Burada trenle konu hallolmuş.
Neyse, bildiğiniz şeyleri size tekrar etmektense buralardan biraz izlenim yazayım.
Londra şu ara sıcak ve insanlar parklara hücum etmiş durumda. Mangal yapan görmedim ama eline sandviçini, frizbisini, topunu alan parklara koşmuş.
İki metrelik sosyal mesafeleşmeler bitmiş durumda. Herkes alt alta, üst üste. Ne yolda, ne parkta, ne markette gördüğüm kadarıyla kimse artık mesafeye falan dikkat etmiyor.
Metroya binmemek için yürüyelim dedik ve başladık kanal boyunca gezinmeye. Bisikletler, scooter’lar vızır vızır. Havanın
Kovid-19’u atlattık görüşü artık insanlığın büyük kısmına iyiden iyiye hakim. Kötü haber veren ya da “Aman dikkat edin, ikinci dalga olabilir” diyenlere keyif kaçıran trol gözüyle bakılıyor. Ekonomiler de alarm verdiğinden, herkes bir an önce eskiye dönme peşinde. Her gün bir sürü insan ölüyor ama rakamlar inişe geçtiğinden, artık kimse 50-100 kişi ölmüş çok da önemsemiyor. Salgının başlarında günde 50 kişi öldüğünde büyük olaydı. Şimdi günde 50 kişi ölürse arka sayfalarda bir istatistik olabiliyor.
Konu tatil. Kovid sonrası tatil sezonu başladı. İngiltere’de pazartesi itibarıyla dükkânlar, mağazalar, açık havadaki restoran ve kafeler açılıyor. Sokaklarda göze çarpan hareketlilik biraz daha artacak demektir. Bunun yanında tatil konusu her yerde birinci konu. Bu yıl tatil yapabilecek miyiz? Seçenekler ne olabilir? Bütün dünya bu yazı nasıl geçireceğini merak ediyor.
Gazeteler, tatil yörelerinde ev almak için doğru zaman
Müzik dünyasına geçen hafta ABD’den dünyaya yayılan protestolar damga vurdu; önemli single ve albümlerim çıkışı ertelendi, yayın takvimi durdu ama hip hop dünyası özel gündemi yakaladı; bunların arasında “Pig Feet” en etkileyici olanı.
Müzik dünyası geçen hafta -bir bakıma- iş durdurma eylemi yaptı. Bütün dünyada önemli single ve albümlerin çıkışı ertelendi. Müzisyenler iş yavaşlattı diyelim. Amaç elbette başta ABD’den tüm dünyaya yayılan siyahi mücadeleye ve dünya çapında belli kesimlere uygulanan sistematik baskılara dikkat çekmekti. Yayın takvimi durdu, ama hip hop dünyasından pek çok isim, bu haftaya özel gündemi yakalayan siyasi içerikli şarkılarıyla çıkageldi. Bunlardan en etkileyici olanı Denzel Curry’nin aralarında caz dünyasından Kamasi Washington’ın da bulunduğu isimlerle ortaklaşa yaptığı “Pig Feet”ti bana göre. YG’den gelen FTP de büyük ilgi gördü. Oldukça direkt bir şarkı. FTP’nin
50’ler yeni 30’larmış. Böyle deniyor. 60’lar yeni 40’lar, 70’ler yeni 50’ler oluyor bu hesaba göre. Ama insanlar hâlâ 70 yaşında küt diye ölüyor. Doğa anne ya da doğa baba “50’ler yeni 30’lar, o zaman 90’lar da yeni 70’ler olsun” demiyor.
Geçen hafta Mory Kante öldü mesela 70 yaşında. “Yeke Yeke” isimli şarkısı 1988’de popüler olmuştu. Ben 18’mişim. Şimdi olsa herhalde 18’ler yeni 0’lar olacaktı. Bebek olmasam da çocukmuşum o kesin.
Size garip gelecek ama bu yazıyı yazma fikri Mory Kante’nin ölüm haberiyle aklıma girdi. “Yeke Yeke”’yle yeni dünyanın yaş matematiği arasında ne gibi bir ilişki var ben de bilmiyorum. Mory Kante’nin yaşının beni müziğinden daha çok ilgilendirmesi de herhalde bir tür yaşlanma belirtisi olmalı.
Bir aydır 50 yaşındayım. Ve 50’ler yeni 30’lar falan değil. 50’ler düz 50’ler arkadaşlar. Aklınızda olsun. Size yalan söylüyorlar.
Herkes evdeyken yaz hit’i olur mu? Olur. Herkes evdeyken ve tatil bir ihtimalken yaz tatilinde dinlenecek şarkılar yapılması mantıklı mı? Evet, mantıklı arkadaşlar, mantıklı
Yaz virüs dinlemiyor ve geliyor. Hatta geldi. Ne yapalım yani yazı iptal mi edelim? Müzik dünyası karantinanın ilk günlerinde hayli karamsardı. Bu dönemin ne getireceği kestirilemiyordu. İnsanların evlerinde sessiz sakin müzikler dinleyecekleri tahmin ediliyordu. Stream alışkanlıkları da bu tahmini doğruladı. Her yıl mart ayı itibarıyla radyolara ve internete bir bir düşen yaz şarkıları bu yıl geç geldi. Bir kısım sanatçı ve firma ileri geleni, sanırım “Salgın hastalıkta yaz şarkısını kim ne yapsın” diye düşündü. Bu durum değişti. Sanılanın aksine insanlar her ortamda dans ediyor ve eğleniyor. Maskeli partiler yapıyor, zoom’luyor ve bir şekilde çareler üretiyorlar. Şarkılar şu günlerde hızlandı. Tatil artık çok uzak bir ihtimal değil.
Listenizi yaptım:
“Break My Heart”-Dua LIpa: Dua Lipa’nın yeni albümü “Future Nostalgia” 27 Mart’ta yayınlanmıştı. Bu
Mart başından beri hayat askıda. Evlerdeyiz ve bu geçici sürede salgını kontrol altına almakla uğraşıyoruz insanlık olarak. Evet, öncelik sağlık ama sanırım bu hafta itibarıyla yasaklar dünyanın pek çok bölgesinde hafiflemeye başlarken artık sıra başka konuları düşünmeye geldi. “Ekonomi nasıl düzelecek?” dışında da meseleler var.
Geçenlerde denk geldiğim bir makalede Brit kültürünü yaratan mekânlardan bahsediliyordu. Pub’lar, şehrin kıyısında köşesinde müzik çalınan, bir araya gelinen muhtelif mekânlar. Barlar, gece kulüpleri. Bodrumlar, hangarlar, depolar... İnsanların toplanıp müzik yapabildiği, kendilerini ifade edebildiği ve bir araya geldiği her yer.
Dünyanın pek çok büyük, kozmopolit şehrinde orijinal kültür bu tip yerlerden çıkıyor ve yayılıyor. Yeraltından çıkıyor, sesini duyuruyor, dönemine damga vuruyor ve ardından ana akımı şekillendiriyor. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren alternatif kültür ve müzik bir arada işte bu yolu izleyerek insanlığın kalbini ele
Korona sayesinde “kişisel alan” öğreniliyor. Bu da pandeminin artısı olsun. Herkes “Hayat eskisi gibi olmayacak, artık dünya değişti” diye yüksek perdeden ata tuta konuşmakta. Valla bundan sonra hep evden mi çalışırız, uçağa değil arabaya mı daha çok bineriz, komple şehirleri terk edip kırsala mı gideriz, bilemem. Hayır, hobi olarak sosyologluk gene yapın, yapmayın demiyorum ama beni o kadar da ilgilendirmiyor bunlar.
Benim değişimden en çok beklediğim, en azından bizim gibi dip dibe yaşamayı âdet edinmiş toplumlar için, biraz mesafe. Azıcık mesafe. Kişisel alan. “Üstüme çıkma be adam” demeye gerek kalmadan, zaten üstüme çıkılmayan bir dünya. Mesafeli bir dünya. İki metre aralıklı bir dünya...
İnsanlara artık “Pardon, biraz ilerde durabilir misiniz?” demek istemiyorum. Bunu söyleyince kırk türlü laf anlatmak, kibar olmaya çalışmak falan bunları da istemiyorum. Bunların hiçbirine gerek olmamalı. Kimse kimsenin dibine girmemeli. Kimse tanımadığı insanlarla yapışık kardeş gibi yaşamak istemediği için