Ankara’da sular hiç durulmuyor... Tek nedeni ise; güç kartlarının hâlâ Ankara’da dağıtılmış olmasından kaynaklanıyor. Ve pozisyonlar belirleniyor... Kulislerde planlar yapılıyor, duruşlar şekilleniyor...
Danışmanlar, kurmaylar üzerinde bir dakika dahi düşünmedikleri düşüncesiz düşüncelerini piyasaya sürüyor...
Paylaşılmayan planlara sazan balığı gibi atlayıp, ortak olmayı da çok sevenler siyasilerin omuzlarında yükselerek istikbal kovalamaya devam ediyor.
* * *
“Sürüye mi katılacak yoksa kurtlarla mı kalacak?” sorusuna bin yıldan beri cevap arayanların yaşadığı telaş, içine düştükleri boşluktaki korku çoğu zaman yerini ihanete ve ihanet nöbetlerine bırakıyor.
Sınırlarımızın yanı başında yaşanan savaşlarda ölen ve yaralananların dramı artık rakamlarla ifade ediliyor.
Yani, insan toplam bir sayıdan ibaret hale gelmiş.
Ve ülkelerini terk edip de denizleri geçmek isteyen mültecilerin cesetlerinin karaya vuruşuna ait resimlerle durum geçiştiriliyor.
Uzay çağının duvarlarımıza astığı tablolardaki modern çizgi böyle...
***
Savaşın ve terörün kol gezdiği kentlerde yaşamaya çalışanların bugünkü durumu nedir?
Kimsenin hâlâ net olarak cevabını bilemediği büyük bir soru işareti.
İşsizlik; meşguliyetsizliktir, büyük bir dramdır..
Toplumları bunalıma sürükler.. Ve ülkelerin kırılma noktasıdır..
İş varsa; eş, çocuk yani, aile var demektir.. İşsizlerin sayısının artışı toplumların iyiye doğru gidişinin bir işareti değildir..
Ve daha önemlisi, her suç örgütünün beslendiği kaynaktır..
Terörün bataklığıdır adeta..
***
İşsizlik ise insanın çölüdür..
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’deydik.
Tuna’nın iki yakasına kurulmuş Buda ve Peşte şehirlerinin birleşmesiyle bugünkü haline gelmiş.
Buda, baş demek. Peşte ise vücut.
Tuna Nehri üzerindeki köprüleri ise bir gerdanlığa benzeten gezginlerin diliyle romantizmin ve sükutun önemli bir adresi...
Eski bir şehrin eskimiş kaldırımlarında dolaşırken ömrümüzün içinden bir tren gibi geçip giden, yaşadığımız ama unuttuğumuz günleri yeniden hatırladık.
Bir kez daha anladık ki hayat kimine göre uzun bir yolculuk, kimilerine göre de belirsizliğe doğru kürek çekilen bir deniz.
***
Geçen yazılarımızda Ankara’-daki puslu havayı yazmaya çalışmıştık.
Ve de fısıltıların sokaklara kadar yansıdığını.
Ayrıca, bıçak sırtı günlerin yaşandığını ve de sıcak günlerin geleceğini.
Artık; sözün bittiği yer.
Sonuçlardan yola çıkarak yorumlarda bulunan çok olur.
Oysa, düne kadar kazanın altındaki ateşe odun taşıyanların da burada büyük vebali vardır.
“Şeyh uçmaz mürit uçurur” sözünden hâlâ ders çıkartamayanların da düşünmesi lazım.
İster dijital çağ, ister sosyal medya diyelim...
Ne diyeceksek diyelim, deyişlerimizin bir anlamı yok, adını koymakla sorunların çözülmeye-ceğini bilmeliyiz.
Ve her geçen gün hukuki alandan biraz daha uzaklaşan dijital ortam hukuksuzluğun birinci adresi olmaya devam ediyor...
Yasaların üzerinde at koşturanlar ortamı duvarlar ve hendeklerle örmüş... Belirsiz adreslerden ve kişilerden ya da gruplardan ne kadar değer varsa hepsi yerle bir ediliyor...
Bunun adı; dijital terör...
***
Mesele, dürüst olmaktan geçiyor...
Ve bugün işçilerin, yani, emekçilerin günü.
Diliyoruz ki bu güzel güne, alın teriyle kazanılan ekmeğe kimse kan doğramasın.
Ve belki de kirli eller bu güzel günün, güzel bir anı olarak kalmaması için kazan kaldırma oyunlarını sahneleyecekler.
Artık dik durma vaktidir.
***
1 Mayıs’ın geçmişine şöyle bir bakalım...
İzmler, siyasi partiler ve sendikaların içerisine sızan provokatörler ve istihbarat servislerinin farklı stratejileri emekçinin bu güzel gününü dünyanın hemen her yerinde kanlı bir güne dönüştürmüş.
Ankara’-daydık... Bazı dostlarımızı ziyaret ettik... Konu ülkedeki terör konusuna gelince, üst düzey yetkili bir dostumuz önümüze büyük bir fotoğraf koyup sorumsuzluğun boyutunu gösterdi.
Fotoğrafta, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki sokakların aralarına dikilen yüzlerce duvar, bombalı tuzaklar ve tüneller görünüyordu.
Ve köprülerin üzerine konulan bariyerler, park edilmiş bombalı tankerler ise kırmızı noktayla işaretliydi...
Ve bize dönüp üzülerek sordu:
- Güneydoğu’da birçok kentin sokakları böyle... Bu hale nasıl gelindi? Ve bu işin sorumluları kim?
***
Devlet asla kör olmaz...