Mustafa Denizli’nin 20 yıl önceki oyun anlayışı dün yine sahadaydı. Aslında buna oyun anlayışı değil de motivasyonla işi götürmek demek lazım. Kimin hangi görevle sahada yer aldığı belli olmayan, ancak iyi niyetle sonuna kadar veren oyuncularla maçı kazanmak istedi.
Galatasaray’ın hücumunu düzenleyen dörtlü önlerinde sürekli sekiz Beşiktaşlı olmasına rağmen rahatlıkla paslaşarak, kolay driplinglerle istedikleri zaman rakip kaleye gittiler. Savunmada hamlesi olmayan, verkaçları ceza sahasına buyur eden, fakat mesala penaltılarda olduğu gibi garip defansif müdahaleleriyle başına iş açan bir takım sahadaydı.
Galatasaray’ın UEFA deplasmanlarında ve son iki Ankara maçında olduğu gibi hücum dörtlüsü özellikle de Lincoln - Baros ikilisi fırsatını buldukları her an Beşiktaş’ın bu garip zaafından yararlandılar. Buldukları pozisyonlar kadar kaçırdıkları da organize ve övülesiydi.
Bütün bunları söylerken Galatasaray’ın sezonun en iyi oyunlarından birini oynadığını iddia etmiyorum. İdeale yakın defansif orta sahası ve savunması çok iyi bir gününde değildi. Lincoln, Baros ve Arda’ya, beklenen seviyede destek yapamadılar. Ancak buna rağmen Galatasaray hak etti. Yani Lincoln ve Baros’a
3 yıl ve 1 buçuk ay önce aynı statta, aynı kale önünde, hemen hemen aynı yerde Anelka’nın sol koluyla yaptığı faul kaleci Özden’i dağıtmış 2-0 yenik durumda olan Fenerbahçe 20 dakikada 3 gol daha bularak maçı çevirmişti.
3 yıl ve 1 buçuk ay sonra Konyalılar yine aynı yerden gelen bir gol sonrasında hakemin üzerine çullandılar. Ne garip tesadüftür ki, bir başka frankofon, Anelka’nın Türkiye’de en yakınında olan futbolcu, Önder’in sayısı sonrası ortalık birbirine girdi. Bana da son derece kuşku verici gelen (kolla gövde arasına çarparak girdi gibi) gol sonrası Konyalıların oyundan kopuşunun kısa sürmesi tek farktı. O Konya darmadağın olmuştu. Bu Konya ikinci yarıda toparlanıp oyuna ortak olmayı bildi.
Hafta içinde yine bir hakem katliamı yaşamamız muhtemeldir. Ancak ortada bir hata varsa tek sorumlunun Önder olduğunu söylemek zorundayım. Üç yıl önceyi yaşamış, sonra olup bitenleri görmüş bir oyuncu, gol eğer gerçekten kol marifetiyle olduysa hakemi uyarabilirdi, uyarmalıydı. Buna değerdi. Çünkü gerçekten kol varsa, bunu hakemlerin görememesi anlaşılabilirdir. Ama Önder’in söylememesi öyle değil.
Bu gole kadar Giray Bulak’ın planı sayı bulmak dışında hiç de kötü yürümüyordu.
Fenerbahçe’nin, Aragones’i takımın başına getirişi Beşiktaş’ın, Del Bosque hatasının başlangıcıyla örtüşüyor. (Buradaki fark takımın tarihinin en büyük Avrupa başarısını kazanmasının ardından bu atamanın yapılmış olması).
Peki, neden hata?
1- Çünkü İspanyol yereldir. Hele de eski nesil. İspanyol’un dünya dediği de Güney ve Orta Amerika’dır. Çünkü dil merkezlidir. Dolayısıyla Küçük Asya’ya gelmek, burada bu mantaliteyle çalışmak zordur.
2- Daha önemlisi İspanyollar, alt yapısını tamamlamış iyi bir eğitimden geçmiş oyuncularla çalışmaya alışıktır. Pas, pozisyon bilgisi tam, oyun ve sezon bağlamında devamlılık sorunu yaşamayan oyuncularla...
Samet Aybaba’nın her fırsatta Türk hocalara özellikle de kendisine yeterince şans ve olanak tanınmadığından şikayet edişi, futbolu ucundan, kenarından takip eden herkes için çok bilindik bir durumdur. Aybaba ne yapmak istediğini planını programını hiç anlatmaz, ama şikayetleri hep hazırdır. Bilirsiniz. Bu maçın da üzerinde durmayacaktır. İlk mikrofon uzatıldığında yine aynı şikayetleri dinleyeceğimizi biliyoruz. Ligin en çok ve çeşitli takım çalıştıran hocası yine şansı bulamamaktan, olanaksızlıktan dem vuracak.
Peki ya dünkü oyun?
Galatasaray 5 gün önce bu statta sadece 5 dakika Ankaragücü ceza sahasını cehenneme çevirmiş ve maçı 3-0 kazanmıştı. İlerideki 4’lüyü rahat ettiren bir orta saha direnciyle Lincoln’den, Arda’ya herkes istediği gibi rahat ve etkili bir tek pas oyunu oynayabilmiş ve harika 3 gol bulmuştu. Ankaragücü çıkarken kaptırdığı her topta ve orta sahasını savunmasından her kopuşunda Galatasaray’ın basit, ama etkili verkaçlarına teslim olmuştu. Yani rakibin korkunç silahı belliydi. Daha 5 gün önce Aybaba’nın evinde ezeli rakibe karşı patlamıştı.
Dün aynı fırtına daha düşük yoğunlukluydu ama 15-16 dakika sürdü. Ve bu geçen haftadan hiçbir ders almadığı açık olan
Neredeyse hiç pozisyon vermeden geriye düşmekte Volkan’ın korkunç hatalar zincirinin payı büyük. O pozisyonda çıkmak hata... Çıktıysan durup açıyı daraltmamak hata... Durmadıysan garip bir şekilde sırtı neredeyse yere paralel zıplayıp bacakları açmak hata... Hata küp...
Ancak şu da bir gerçek ki, rakibe beraberlik yetiyordu ve Fenerbahçe bu beraberliği bozacak neredeyse hiçbir şey yapmıyordu. Ve daha önemlisi Fenerbahçe’nin geçen yılki tarihi başarılarında Volkan (Edu’yla birlikte) yine bu hataları yapıyordu. Misal bu takım Sevilla deplasmanında Volkan’ın 2 korkunç hatasının altından kalkmayı bilmişti. Bu yıl bundan çok uzak bir performans izledik. Geçen yılkinden çok daha düşük performanslı bir grupta Fenerbahçe galibiyet alamadan Avrupa’ya veda etti.
Oyunla ilgili detaylara girmek ne kadar lüzumlu bilmiyorum! Geçen yıl Şampiyonlar Ligi yarı finalinin kapısından dönmüş, pahalı bir transfer harekâtı yaşamış bir takımdan bahsediyoruz. Mutlak kazanması gereken bir maçta 1-0 yenikken Selçuk sakatlanıyor ve yerine Maldonado alınıyorsa, ancak o alınabiliyorsa, teknik yönetimden kuşku duymak herhalde normal karşılanmalı.
1-0’ken başka bir yol yokken, rakip hep son dakikalarda
Fenerbahçe son üç haftada 9 gol yemiş Denizlispor önünde ceza sahası içinden pozisyon bulamadı. 1-0 öne geçtikten sonra Denizli ‘ligin rengi’ performansına dönüp tam takım akına yöneldiğinde bu kez de kontratak yakalayamadı. Volkan’ın ilk yarının sonunda müthiş bir refleksle çıkardığı top oyunun kırılma anı. Emre’nin harikulade golü skorun belirlenmesinde ne kadar etkiliyse, Volkan’ın kurtarışı da o kadar anahtar.
Beşiktaş’ın hangi düzenle, hangi sistem ve stratejiyle sahada olduğunu anlamak güçtü. Ankaraspor her zamanki gibi ayağa top yapıyorken. Pas oyununu lig standardının çok üzerinde yapıyorken... Onları, çok yapamadıkları gol aksiyonlarına iten de, Beşiktaş’ın savunma yumuşaklığı ve topa asla sahip olamamaları. Ben hiçbir Aykut Kocaman takımının bir maçta bu kadar pozisyona girdiğini görmedim. Düşünün Rüştü haftanın en parlak kaleci performansını gösterdiği maçta 3 gol yedi.
3-0, üzerine laf söylenilmez bir skordur. Kusura bakmayın ben öyle yapmayacağım. Çünkü hepi topu 5 dakika için, bir takımın geleceğini kurtardığını söylemek onlara haksızlık olur. Lincoln’ü kendisine getiren kendi yaptığı bir hata oldu. Serkan topu elinden kaçırmış yerde yatarken, Brezilyalı’nın
Geçen hafta oyunun merkezinde olan Delgado dün defansif görevlerle donanması gereken bir mevkideydi. Denizli’nin de dengesi bozuk anlayacağınız
Denizli’nin hem defansif hem de oyunun kurulumu açısından en güvendiği oyuncu Sivok...
Önce kendi kalesine attığı gol sonra da kırmızı kartla Denizli’nin şampiyonluk iddiasına derin bir darbe vurması ne garip!
Ama daha garip olanı Ankaraspor’un onca net şanstan yararlanamayıp, Rüştü’ye takılıp (maçın en iyisiydi) Sivok’un kendi kalesine attığı gole muhtaç kalması sanırım. Sivok dün hem Denizli’nin hem de Kocaman’ın dramını en güzel anlatan isimdi.
Her şeyi iyi yapıp gole uzak kalan, son pas - şutu yapamayan deplasman takımının golcüsü oldu. Denizli’nin de en güvendiği, göreve geldikten sonra en çok etkilendiği oyuncu olarak yanlış tercihler yaptı.
İki takımın kadrolarına baktığınızda ortalama bir Türk futbol seyircisi olarak fazla hücumcuya sahip olan Beşiktaş’ın hocasını cesur ve kazanmak isteyen, 6 defansif oyuncuyla sahaya çıkan Kocaman’ı da korkak ve beraberliğe yatan olarak sınıflandırabilirsiniz. Ama sürekli bindiren Erhan’ı ve maçın en çok pozisyona giren oyuncusu olarak Hürriyet’i görünce bu ezberden kurtulmak gerektiği de
2-3, 4-3, 3-4... Bunlar Denizlispor’un son 3 haftada aldığı sonuçlar... Ümit Kayıhan’ı geçen hafta Eskişehir’de gözyaşları içinde bırakan 93. dakika golü sonrası söyledikleri önemliydi: “Genç oyuncularım 3-0 galipken dahi yenilgi stresi yaşadılar”.
Sanırım bu garip tablo Kayıhan’ı hafta içi daha kontrollü bir oyun planına itti. 4 hafta öncesine Kayseri maçı planına döndüler. Gerçi o maçta da çok fazla pozisyona girmişler, atamamışlardı, ama oyunu kontrol etmek o maçta çok daha kolay olmuştu.
Bu planın tutmadığını söyleyemeyiz. Fenerbahçe’ye ceza sahası içine sokmadan 90 dakikayı tamamladılar. Orta sahada savunmayla yardımlaşma içinde kalabalık bir oyun oynayıp, Ivan’ı pivot santrfor olarak bırakıp onun indirdiği toplarla Roberts ve Fatih Yiğen’i buluşturmayı amaçladılar. Burada onların işini bozan ise Gökhan Gönül dışında ileri çıkan savunma oyuncusu olmayan Fenerbahçe’nin de onlar kadar iyi kapanması oldu. İlk yarının son dakikasında Volkan’ın çizgiden çıkardığı top onlar için dönüm noktasıydı. Öne geçebilseler bu sefer Selahattin gibi hızlı kanat oyuncularını da devreye sokabilirlerdi.
İkinci yarı da aynı karakterle başladı. Alex ve Güiza arasındaki inanılmaz