Fenerbahçe bu maçta elenmesine yol açacak skoru en son 2 ay önce Belediye’den almıştı. İşler çok iyi gitmese de 2 farklı bir yenilgiye kolay kolay uğramıyordu. Bir başka ve asıl önemli veri de Kadıköylülerin bu yıl ilk kez bir büyük maça kazanma zorunluluğu olmadan çıkmasıydı. Yani her ne kadar eksik olsa da Aragones’in oyun mantalitesine en uygun maçı oynadılar.
Neredeyse sadece Güiza’yı ileride kullandılar. Yardıma ender olsa da giden tek oyuncu ise Deniz Barış oldu.
Bu durum çerçevesinde, eksiklerin de etkisiyle hemen herkesin savunma oynadığı, hadi biraz abartalım herkesin stoper oynadığı bir Fenerbahçe izledik. Öyle ki Deivid, ortalama bir maçta Lugano’nun rakip ceza sahasına girdiği kadar oralarda bulunmadı.
Uzun toplarla Güiza’yı kaçırmaya çalışmak tek plan gibiydi. Hiçbir kanat organizasyonu denemesi olmadı. Hiçbir hücum dublajı yapamadılar.
Sivas’ın girdiği erken pozisyonlardan gol çıkaramayışı Fenerbahçe’nin bu yığılmasının dağılmasını önledi.
Galatasaray-Fenerbahçe maçında sahaya girip, bir garip koşu yapan sonra da ya aklı başına geldiğinden, ya da yorulduğundan duran Galatasaraylı, Arda formalı gencin akıbeti ne oldu?
Kurallar gereği, geceyi nezarette geçirmiş olması, sonra da mahkemeye çıkması beklenir. Ve sonrasında da bir yıl kadar Sami Yen’den uzak kalması. Eğer Aslantepe inşaatı planlandığı gibi giderse muhtemelen bir daha Ali Sami Yen Stadı’nda maç seyretmesi mümkün olmayacaktır. Bir anlık sinir, kendini kaybetme sonucu belki de hayatında en çok önemsediği yerden hayat boyu mahrumiyet... Ne acı!
Peki bu olaylara aslında yol açanlar için durum ne?
Düpedüz bir saldırıya imza atan Lugano ‘kavga ettiği’ gerekçesiyle 5 maç ceza alıyor. Ama kavga ettiği gerekçesiyle ceza kuruluna gönderilen başka kimse yok. Lugano kendisiyle kavga etmediyse, kavga da tek başına yapılamayacağına göre saldırıyla ilgili bir ceza alması gerekmez miydi? Arda ve Semih’in de yumruklaşmaları raporlarla, görüntülerle sabit değil mi? Peki neden sadece disipline aykırı hareketten ceza
Bu performans Galatasaray ve Korkmaz’ın tercih ettiği ya da mecbur kaldığı savunma oyununu kutsamış oldu
Baros’u besleyen Kewell ve Lincoln... Ve onları arkadan destekleyen Barış, Ayhan ve Mehmet Topal üçlüsü... Kadroda ne kadar eksik olsa da kağıt üzerinde son derece parlak bir hücum gücü.
Kendi kariyerinin en golcü sezonunu yaşayan Baros, formuyla yeniden İngiltere gündemine gelen Kewell, herkesin sevgilisi Lincoln. Arkada milli bir ikili ve Barış. Bu ekibin istendiği gibi işleyemeyişinin 2 temel sebebi var: Öncelikle ideal kadrodan (en azından Emre Güngör sakatlandıktan sonra Hakan’ın göbeğe geçmesiyle) kimsenin yerinde olmadığı savunmanın yarattığı güvensizlik duygusu önemli. Öyle ki, bu duygu Topal, Ayhan ve Barış’ı hücumu desteklemekten çok savunmanın parçası olmaya itti.
İkinci ve asıl önemli sebep ise, Skibbe döneminin gerisinde kalan pas organizasyonu oldu. Topu ileride tutmak Galatasaray için artık kolay değil. Böyle bir hücum ekibi, böyle bir teknik üstünlüğe sahipken, topu bu
Kimsenin Aragones’e kızacak bir hali de kalmadı. Fenerbahçe için artık lig tamamen bitti diyebiliriz sanırım. Bir devirle birlikte...
Fenerbahçe’de oyuna asılanlar ve asılmayanlar var. Bir de istediklerini yapabilenler ve yapamayanlar var. Hem oyuna asılıp, hem de istediklerini yapabilen de bir tek Emre var.
Emre’nin aslında çocukluğundan bu yana Fenerbahçeli olduğunu artık söylemesine gerek yok sanırım. Sahadaki çabasını diğerleriyle karşılaştırdığınızda yeterince inandırıcı oluyor zaten. Doğrusu Emre Belözoğlu, kendisini Fenerbahçelilere kabul ettirmek için daha ideal bir sezon bulmazdı. Çünkü bu sezonun genel hali içinde o, hem Tuncay, hem Alex...
Fenerbahçe’nin durumunu anlatan en iyi fotoğraf 65. dakikada yine Emre’nin Ankaraspor savunmasını bir driplingle yarıp aldığı frikikte ortaya çıktı. Hiçbir pozisyonda topun olduğu yerde çoğalamayan takım bir anda topun başında çoğalıverdi. Tam 6 oyuncu gitti topun başına. Akan oyundan umudunu kesmiş, yardımlaşmaya katkısı olmayan tam 6 oyuncu gecenin ucuz yoldan kahramanı
Başkalarının, annemizi dünyanın en iyi annelerinden biri olarak görmesi, göstermesi önemli midir? Elbette hayır!
Bizim için öyledir ama. Bizim için ifade ettikleri, anılarımız bunu böyle yapar. Benim annem dünyanın en iyi annesidir.
Bizim derbimiz de öyledir. Dünyanın en önemli maçıdır Galatasaray-Fenerbahçe. Futbolu bildiğimiz günden beri böyledir. Futbol ve biz var oldukça da öyle kalacaktır. Ne olursa olsun...
Ancak son yıllarda bunun dışında global bir büyüklükten bahseder olduk. “Şu dergi tarafından dünyanın en büyük derbileri arasında 3. sırada gösterildi”. “Bu internet sitesinde yapılan oylamada en büyük derbi seçildi”.
Peki neden? Kaç ülke yayınlıyor bu maçı misal. Kaç yabancı gazetecinin akreditasyon başvurusu reddediliyor. Misal Barça-Real maçı için red sayısı bini geçiyor her yıl. Ya bizde ? Boca-River maçı bizde hasretle beklenip seyrediliyor. Onların bizden haberi var mı?
Bu derbi bazı listelere girer. Girme sebebi de aşırı
İki takımın şampiyonluk şansı, sahip oldukları puanlar itibariyle değil, ama başka iki sebeple artık bitti. Üzerlerindeki takım sayısının çokluğu ve son dakikada yaşanılan kıyamet.
Doğru bir disiplin kurulu ve federasyon sadece Fırat Aydınus’un verdiği kartlarla yetinmez. Video görüntülerinde Kazım’ın, Sanctis’in kırmızı kart görmesi gerektiği apaçık ortadayken sadece Aydınus’un kartlarıyla işi bırakmaz.
Normal bir ülkede, üst düzey bir turnuvada misal Şampiyonlar Ligi veya Dünya Kupası’nda bunlar yaşansa sonuç böyle olurdu. Futbol Federasyonu ve disiplin kurulu da böyle davranmak zorundadır. Dolayısıyla Galatasaray’ın sahası kapanacak, iki takımdan birçok oyuncu üçten fazla maç ceza alacak ve ülkenin iki büyük takımı için bitecek.
Aslında yazılması, söylenmesi gerekenler bundan ibaret. Bir başka anlaşılmaz durum da birbirlerine yakın olduklarını bildiğimiz, en azından aralarında problem olmayan Semih ile Arda’nın özellikle Sabri ile Emre’nin arasında maç boyunca süren gerilim. Sadece
Denizli’nin 2. yarı başındaki değişikliklerinden özellikle Holosko da çok üretken değildi belki, ama rakibi yoran bir çalışkanlıkta olduğunu söylemek lazım
Taner Gülleri’nin oyun zekâsı ve Agbethu’nun savunma tanımaz şutuyla gelen gol Kocaeli açısından sadece skor açısından önemli değildi. Daha da geniş alanda yakalayacakları rakiplerini bu ikiliyle çok zorlayacaklarının da bir ön göstergesiydi. Yani rüya gibi bir başlangıçtı, ama sonu çabuk geldi.
Taner’in 5. dakikada sakatlanıp çıkışı ligin 2. yarısının en sempatik ekibini tek taraflı bir takım yaptı. Geçen hafta Ankara deplasmanında alınan farklı yenilginin yarattığı ruh hali de buna eklenince sadece rakibi oynatmamaya yönelik bir takım oldular.
Taner’in yerine oyuna giren Serdar Topraktepe’nin artık bu seviyeyi hem de bu rolde kaldıramadığı çok açık görülmeye başlandı. Agbethu ve Murat da onun eksik bırakan oyunu nedeniyle hücum yönünde hiçbir şey yapamadılar.
Beşiktaş’ın bu savunma oyununu açacak çok
Trabzonspor ligin 26. haftası itibarıyla dış saha puan cetvelinde lider. Hem de aynı sayıda maç oynadığı (13) Sivasspor’un tam 4 puan önünde.
Genel puan durumunda ise bu yazının yazıldığı saat itibarıyla Sivas’ın 6 puan gerisinde dördüncü sıradaydı. Çünkü iç saha puan cetvelinde altıncı. Beşiktaş’ın tam 12 puan gerisinde.
İstatistikler her şeyi anlatmaz, biliyorum. Hatta bazen kandırır. Ancak rakamlar böylesine belirginse durumun altyapısına bakmak gerekir.
Bu neden olabilir?
1-Bir teknik açıklaması olmalı. Trabzonspor rakibi baskı altına alan bir pas oyunu oluşturamadı. Bu kadar yeni bir takımın bunu hemen yapması da beklenmemeli belki. İlk 11’inin 8’i yeni olan bir ekibin bu kadar çabuk iyi bir takıma dönüşmesi kolay değil.
2-İçeride rakipler defansif öncelikli bir stratejiyle oynadığında kilidi açmak zor oluyor. Pivot özellikli bir santrfor olmayışı, orta sahaların ceza sahası dalışları yapamayışı, Yattara’ya alternatif bir delici bulunamaması nedeniyle iş zorlaşıyor.
Bu konularda Trabzonspor’un hocasını,