Artık kimse yazısına “Ferit Devellioğlu sözlüğüne göre” diyerek başlamıyor. Oysa “ansiklopedilerin efendisi” Hakkı Devrim’in Radikal gazetesindeki hemen her yazısında muhakkak Devellioğlu adı geçerdi. Böylece yeni şeyler öğrenirdik.
Geçen haftalarda benim gibi meraklılar için önemli bir gelişme yaşandı. Gazetelerin kitap eklerinin arka kapaklarında Devellioğlu sözlüğünün ilanları vardı; tam adıyla Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yeniden basılmış. Devellioğlu sözlüğü şimdiye kadar Aydın Kitabevi tarafından basılıyordu, 2020’de sözlüğün 34. baskısı piyasaya çıkmıştı.
İlanı görünce çok merak ettim ve ilk izin günümde bir koşu gidip aldım. Devellioğlu sözlüğü üniversite hayatımın bir simgesi gibi. 1992’de birinci sınıfta bu konuda ilk aldığım sözlüktü ve 1559 sayfayı tek ciltte sunduğundan epey hacimliydi. Aynı sözlüğün bir benzeri, 1970 tarihli bir baskısı Milliyet’in arşivinde
1980’li yıllarda ansiklopediler çok pahalıydı ve her evde bulunmazdı. Ben de çocukken uzun uzun yürüdükten sonra (Nurtepe’den Kâğıthane’ye inip, oradan Çağlayan’a çıkarak) o zaman gözüme çok büyük görünen bahçe içindeki tek katlı Çağlayan Halk Kütüphanesi’ne gider ve bir ansiklopedi cildini alıp dünyayı keşfe çıkardım. Bir madde beni bir başka maddeye götürür, oradan bir başka madde derken resimler ve bilgiler arasında pupa yelken gezinirdim.
Merak ettiğim hemen her konuyu abece sırasıyla bulduğum ansiklopediler benim için büyüleyiciydi. Zaten ansiklopedi çok zekice bir girişimdir, insanlığın bilgi birikiminin bir özetidir. Şimdi çoğu insana, dijital hayatın rahatlığı içinde söylenen bu sözler anlamsız gelebilir; çünkü internette hemen her türlü bilgiye kolayca ulaşabileceğimizi düşünüyoruz.
Oysa inkâr edilemeyecek yararlarının yanında şurası bir gerçek ki internet bilgi kirliliğiyle dolu bir
Caran d’Ache markasının ismi ayrı bir güzel ve Türkçeyle derin bir bağı var: Rusça kalem anlamına gelen “karandaş” sözcüğü kurşunkalemin temel malzemesi olan grafit için kullanılan Türkçe “kara taş” kelimesinden geliyor. Caran
d’Ache halen bir aile şirketi, 1930’lardan bu yana şirketin yönetiminde yer alan ailenin dördüncü neslini temsil eden Carole Hubscher tarafından idare ediliyor.
Caran d’Ache’ın kaliteli kalemleri ünlüdür ama yazar çizer ve düşünür takımı için arzu nesnesi olan kollu kalemtıraşları da çok sevilir. En bilinen modellerinden biri olan 844 isimli tükenmezkalem, bir görenin bir daha unutamayacağı tasarımıyla her zaman dikkat çeker. Zaten bu köşeli tasarım mürekkep şişelerinden dolmakalemlere kadar farklı Caran d’Ache ürünlerinin imzasıdır, altıgen şekli gördüğünüzde markayı uzaktan tanırsınız.
Caran d’Ache, Timegraph
Sıfırdan zirveye
Peki Caran d’Ache’ın kol saatleri ürettiğini biliyor muydunuz?
‘Zamanın Görünen Yüzü: Saatler’ başlıklı 2009’daki unutulmaz sergide, 25 Mayıs 2012’de muhteşem bir davetle yeniden gözlere şifa veren Topkapı Sarayı saat koleksiyonunda ve Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi’nde gördüğüm saatler arasında aklımdan çıkmayan bazı şaheserler var. Mevlevi saat ustası ve muvakkit Ahmed Eflâkî Dede’nin yaptığı saatleri unutamıyorum, muazzam bir ustaymış, saatçilik tarihimizden kuyruklu bir yıldız misali ışık saçarak geçmiş gitmiş. Sonra oğlu Hüseyin Hakî de çok iyi işler yapmış, Mehmed Şükrü ve Süleyman Leziz gibi ustaların saatleri de var ve bu saatler de sanki zamanın daha geniş olduğu başka bir dünyadan gelmiş gibi duruyordu.
Bu eski gibi duran ama taze bir dünyadan haber veren saatlere baktığım vakit memlekete, doğduğum büyüdüğüm şehre bunca zaman hep dışarıdan bakmışım da sanki ilk defa içeriden görüyormuşum gibi hissediyorum. Çeviri bir eser gibi değil de Abdülhak Şinasi Hisar’ın elleriyle yazdığı bir romanı okuyormuşum gibi.
Dahi fizikçi Stephen Hawking, ‘Zamanın Kısa Tarihi’ adlı kitabının ilk paragrafında eğlenceli bir öykü anlatır: “Günlerden bir gün ünlü bilim insanı (söylentiye göre Bertrand Russell) astronomi üzerine halka açık bir konferans veriyormuş. Dünya’nın Güneş etrafında, Güneş’in de galaksi denen uçsuz bucaksız yıldızlar kümesi etrafında nasıl döndüğünü anlatmış. Konuşmasının sonunda salonun en arkasında oturan ufak tefek yaşlı bir kadın ayağa kalkmış ve ‘Bütün söyledikleriniz saçma sapan şeyler. Aslında, Dünya devasa bir kaplumbağanın sırtında duran düz bir tabak gibidir’ demiş. Bilim insanı ise gülümseyerek: ‘Peki, ya kaplumbağa neyin üstünde duruyor?’ diye sormuş. Yaşlı kadın ise, ‘Sen çok akıllısın delikanlı, çok akıllı ama ondan aşağısı hep kaplumbağa zaten!’ demiş.”
Ben de hangi saate baksam aklıma işte bu öykü geliyor. “Saatlerin hepsi birer kaplumbağa” diyorum ve kaplumbağalar dayanıklı kabuklarının
Londra’da bulunan antik Çin sanat eserleri konusunda dünyaca tanınmış Eskenazi galerisinin sahibi, Paul Cézanne hayranı ve İstanbul doğumlu Giuseppe Eskenazi’nin çok sevdiğim bir sözü var: “Cézanne, bakmaya hazır olan herkese çok şey vermiştir.”
Aynı şey saatler için de geçerli. Yazar Şule Gürbüz bir dergide “Elektronik saatler çıktı ama mekanik saatin yerini almadı. Mekanik saat her zaman için daha pahalıdır, elde etmesi daha zordur. Ona ulaşmak daha görgü, daha kültür ister, başka türlü bir insan ister” diyordu.
Tombul bir saat
Sözü benimle yaşıt saatime getireceğim. 1970’lerin başında üretilmiş dikdörtgen biçimli mekanik bir Tissot (Seven Automatic). Kasası ayna gibi parlatılmış tombul bir saat. Zor günler geçiren emektar saatimi bakım ve tamir için Tevfik Aydın’a bırakmıştım. Saat müthiş bir bakımdan geçti, kadranı yenilendi, mekanizması elden geçti filan derken tekrar eskisi gibi çalışmaya başladı.
Tissot’mu ne zaman
Eğer kapağı koruyan bir şömizi yoksa çok sevdiğim değerli kitaplar için kalınca bir kâğıttan şömiz hazırlıyorum. Şömiz, Fransızca gömlek anlamına gelen bir sözcük olan chemise’den Türkçeye gelip yerleşmiş. Gerçi henüz bu konuda iyi değilim, yaptığım bütün şömizler çok amatörce görünüyor ama olsun hevesliyim. Bence bütün iyi kitapların şık bir “gömleği” olmalı. “Zeren Tanındı Armağanı” da bu türden çok kıymetli bir eser.
Armağan kitap, adını taşıyan kişiye duyulan saygıyı ve sevgiyi gösterir ve içinde birçok ciddi makale yer alır. “Zeren Tanındı Armağanı” kapağında görülen “İslam Dünyasında Kitap Sanatı ve Kültür” ibaresi bulunuyor. Hiç şüphesiz benim gibi bu konunun meraklılarını cezbedecek bir alt başlık.
Günümüzde kitaplar dümdüz basılıyor, zaten “baskı” demek el emeğinin azaldığını, otomatik yapılan işlemlerin çoğaldığını ifade eder. Dolayısıyla “kitap sanatlarını”
Yıl 1994, Milliyet gazetesinin binasından içeriye girdim, danışmada bulunan Zehra Hanım’dan onay aldım. Sonra geniş bir alanda ilerledim ama birkaç adım atar atmaz iki üç katlı büyük bir bina yüksekliğinde dev bir baskı makinesiyle karşılaştım ve hayretler içinde kaldım.
Sonradan bu manzaraya alıştım. Akşama doğru insan boyunda kâğıt bobinleri getirilir günün ilerleyen saatlerinde gazete baskıya girerdi. Dev bir camekanın arkasından yıldırım hızıyla bobinden yükselen kâğıdın dönerek ilerleyişini izlemek müthiş zevkliydi. Baskı aşamasından sonra sayfaların hızlıca kesilip katlanıp gazete formuna dönüşümünü sonra yine binlerce gazetenin hızla arka tarafa doğru dörtnala koşturmasını, gazetenin logosunun gözle takip edilemeyecek şekilde binlerce kez geçit töreninde bulunmasını ve nihayet paketlenip kamyonlara götürüldüğü yere doğru uzaklaşmasını görmek zihnimde tuhaf bir karıncalanma oluştururdu.
İpekçi’nin fotoğrafı
O zamanlar prepress katı vardı, teknik ekipten arkadaşlar ışıklı masalar üzerine eğilip