Önce sorunun neden önemli olduğunu açıklayalım. Birincisi, cari açığı döviz cinsinden hesaplıyor ve riski hesaplarken bunu döviz cinsine çevirdiğimiz milli gelire bölüyoruz. Eğer yüzde 5'i geçerse canımız sıkılıyor. Diyelim ki, döviz kuru zıpladı ve cari açık çok az düzeldi. Bu durumda risk daha da yükselerek canımızı daha da sıkacaktır. Nitekim 2006 yılı başındaki cari açık riskimiz bugüne göre daha fazladır. Türkiye ekonomisinin yumuşak karnının cari açık olduğu düşünülüyor. Ekonomi gündeminde en çok yer alan konu bu. Doğru da. Meseleye döviz dengesi açısından bakıldığında sorun cari açıkta. Çünkü açığın gerektirdiği finansmanı borçlu bir ülkenin bulması kolay değil. Ve Türkiye'nin de yüklü borçları var. Rakamlara dökelim. 2005 yılında cari açığın milli gelire oranı yüzde 6,4'tü. 2006'nın ilk çeyreğinde bu oran yüzde 6,8'e çıktı. Yani bir miktar büyüdü. Milli gelirde bir miktar gelişme oldu, ama cari açık daha fazla büyüdü. Döviz kuru da aynı düzeydeydi. 2006'nın ilk yarısına gelindiğinde milli gelir reel olarak yine büyüdü. Ancak döviz kuru değiştiğinden dolar olarak ifade edildiğinde daraldı. Cari açık da büyüdüğünden risk yüzde 8,8'e çıktı. Şimdi bu yeni döviz kuru düzeyiyle
Bir anekdotumu aktarayım. Ders verdiğim üniversitede, sanıyorum 1991 yılıydı, öğrenciler artan taksitler karşısında boykota başlamışlar, her tarafa "paralı eğitime son" yazmışlardı. Ben haliyle derse girmeye çalışınca, kapıdaki öğrenciler engellemek istedi; "Hocam bari siz bunu yapmayın" dediler, solcu olduğumu ima ederek. O sıralar öğrencilerden biri Sabancı ailesindendi. Öğrenci otoparkı da lüks arabalarla doluydu. Kapıdakilere sordum: "Herkes ücretsiz okuyunca bunlar da bedava okumuş olmayacak mı?" Tabii çok şaşırdılar. Hiç düşünmemişlerdi bunu. Adalet, zenginlerin ücretsiz okuması değil, gelire göre ücret ödemesidir. Oysa ülkemiz sosyal adalet nosyonu olmayan bir sürü devletçiyle doludur! Dünkü yazımızda yükseköğrenimde ücretli sistemi savunduk. Çünkü ücretsiz yükseköğrenim sosyal adalete aykırıdır. Bununla beraber ücretli sistemin nasıl uygulanacağı çok önemlidir. Yanlış bir uygulama çok daha adaletsiz sonuçlar doğurabilir. O gün öğrencileri toplayarak İngiltere'de benzer nedenle yapılan eylemlerde idari binaların ve öğretim üyelerinin odalarının işgal edildiğini, ama hocaların öğrenci zoruyla derse sokulduğunu anlattım. Çünkü öğrenci bilgi almayı kendisi için bir fırsat
Ancak ödemeler dengesinde cari işlemler açığı hep daha düşük oluyor. Mesela bu yıl aynı dönemde cari açık 20,8 milyar dolardı. Bunun nedeni hizmetler dengesinde oluşan döviz fazlalığı. İnşaat ve özellikle turizm bunun en belirgin örnekleri. Ekonomide en önemli kırılganlık cari açık olarak görülüyor. Malum çok büyük bir dış ticaret açığı veriliyor. Bu yılın ilk 7 ayında dış ticaret açığı 23,8 milyar dolara dayandı. Yıl sonunda dış ticaret açığı 50 milyar dolara ulaşabilir. Ancak bulunduğumuz yıl içinde dış ticaret dengesindeki açığı telafi eden hizmetler dengesinde değişimler gözleniyor. Geçen yıl (ilk 7 ay) cari açık 14 milyar dolarken, dış ticaret açığı 17,8 milyar dolarmış. Bu yıl ise aynı dönemde cari açık 20,8 milyar dolarken dış ticaret açığı 23,8 milyar olmuş. Dolayısıyla anlaşılıyor ki, geçen yıl 3,5, fakat bu yıl 3 milyar dolarlık hizmet geliri fazlası yaratılabilmiş. Bir başka deyişle, geçen yıl cari açığın yüzde 20'si hizmetlerle karşılanırken, bu yıl bunun ancak yüzde 13'ü kapanabilmiş.Mesela bu yıl ilk 7 ayda turizmde 6,6 milyar dolar döviz fazlası yaratılabilmiş. Geçen yıl bu biraz daha fazlaymış: 6,7 milyar dolar. Gerçi inşaat işlerinden doğan gelirler geçen yıla
Üstelik bu işgücüne katılma oranı geçen yıla göre (yüzde 0.7) düşüş gösterdiği halde oluşmuş. Diğer bir deyimle, toplam nüfus içindeki işgücüne katılma oranı azalmış. Çalışabilir (15 yaş üstü) nüfus son bir yılda yüzde 1.7 artarken, işgücünün yüzde 0.6 oranında arttığı gözleniyor. Demek ki, işgücüne katılmaktan cayan bir kesim olmuş. Örneğin, tarımda işli sayılan kadınlar kentlere geldiğinde çalışmaktan cayıyor. Bu durumda kadınlar işgücü içinde sayılmıyorlar. Buradan da anlaşılıyor ki, göçün yarattığı işsizlik aslında çok daha büyük boyutta. Önceki gün haziran ayı işsizlik verileri (yani mayıs-haziran-temmuz ortalaması) yüzde 8.8 olarak açıklandı. Geçen yıl bu oran yüzde 9.1 olduğuna göre, az da olsa bir azalış söz konusu. İstihdam edilen kişi sayısı 142 bin artarken, işsiz sayısı 60 bin kişi azalmış. Demek ki, ya nüfus artışı, ya göç, ya da bir başka nedenle işgücüne katılan 80 bine yakın kişi olmuş. Bir ay kadar önce İstanbul Sanayi Odası (İSO) bir rapor yayımlamıştı: İstihdam Stratejileri ve Türkiye için bir model önerisi. Mayıs ayında da Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) benzer bir rapor yayımlamıştı: Avrupa İstihdam Stratejisi ve İşgücü Piyasaları
Kırılgan ekonomilerde dalgalı kur sisteminin dış şoklara karşı güçlü bir supap olduğuna kuşku yok. Özellikle kamu borcu yüksek, ya da faizlerin yükselme eğilimi olan ekonomilerde bu sistemin yararları biliniyor. Türkiye'nin de hâlâ bir kamu borç sorunu ve yüklü kısa vadeli dış borçları var. Diğer bir deyimle, ekonomi hâlâ dış şoklara oldukça gebe. Sabit kurun şu anda savunulmasının temel nedeni sıcak para girişlerinde kuru değerli hale getirmesi. Ciddi bir döviz müdahalesiyle kuru yukarı taşıdıktan sonra, kurun orada sabitlenmesiyle cari dengenin sağlanabileceği düşünülüyor. Oysa ya ciddi bir devalüasyondan sonra cari denge sağlanmazsa ne olacak? Kuru koruyabilmek için Merkez Bankası ya döviz satacak, yani rezervlerini boşaltacak, ya da piyasalar dış borçlanmaya gidecek. Dün sabit kurun yararları konusunda şeytanın avukatlığını yaptık. Her sistemin kendine göre bir mantığı ve içinde bulunulan duruma göre yararları vardır. Ancak yanlış bir yargıyla hareket edilirse, doğru sanılan sistem bile yanlış hale gelebilir. Daha doğrusu, yanlış olan sistemin kendisi değil, uygun olmayan bir yapıda, ya da yanlış biçimde uygulanmasıdır. Kaldı ki, yüksek bir düzeyden (örneğin; 1 USD= 2YTL)
Ancak dünyada çeşitli para birimleri zaman zaman aşırı değerli, ya da değersiz olabiliyor. Bu olağanüstü bir durum olmadığı gibi, hatta olağan demek daha doğru. Üstelik Türk lirası neye göre daha değerli? Üç yıl öncesine göre mi, yoksa başka bir tarihe göre mi? Yoksa cari açık oluştuğu için mi? Açıkçası, kurun değeri gayet tartışmalı bir konudur. Geçen hafta Amerikalı iktisatçı Steve Hanke yine Türkiye'deydi. Hanke, Türkiye ekonomisinin artık 2000'deki sorunlu yapısından uzak olduğunu, ama parasının yüzde 35-40 değerli olduğunu belirtti. Peşinen belirtelim; bu kadarıyla kendisine tamamıyla katılıyoruz. Gelin şu aşamada sabit kur yararlı olabilir mi, tartışalım. Enflasyonda belli katılıklar ve beklenti değişimleri yaşanıyor. Dolayısıyla, enflasyonun tek haneli ve düşük oranlı bir düzeye çekilmesinde ciddi zorluklar var. Bu tür süreçlerde sabit kur önemli bir destek sağlayabilir. Özellikle sık sık sıcak para giriş ve çıkışlarında yaşanan döviz kuru dalgalanmaları enflasyon beklentilerini değiştirirken ve bu da enflasyonun kontrolünü zorlaştırırken sabit kur yararlı olabilir.Öte yandan, cari işlemler açığını dalgalı kur sistemiyle atlatamıyoruz. Çünkü sık sık ve yoğun biçimde
İlki bilinen bir sonuç. Kırsal kesimde aylık harcama 861 YTL iken, kentlerde bu 1.218 YTL'ye çıkıyor. Yani, şehirde yaşamanın maliyeti yüzde 42 daha fazla. Buna rağmen neden bu kadar göç yaşandığı merak edilebilir. Anlaşılan kırsal kesimde çok ciddi bir yoksulluk var ya da kentlerde daha yüksek bir refah düzeyine kavuşma inancı. Ancak yanılmayalım: Bunlar tüketim harcaması. Kırsal kesimde harcanmadan, yani tüketilip de para ödenmeyen önemli bir değer yaratılıyor. Üstelik kırsal kesimde ulaşım masrafı az. Otel, lokanta, pastane yok. Kira daha nadir, ya da düşük. Gıdanın da büyük kısmı ise hane halkının kendi üretimi. İşte bütün bunlar farkın etmenlerini oluşturuyor. Dün TÜİK hane halkı tüketim harcaması sonuçlarını yayımladı. Araştırma hem hane halkının ayda ortalama ne kadar harcadığını ve bunun nasıl bir bileşimden oluştuğunu gösteriyor, hem de bileşimin değişimini. Sonuçlar oldukça ilginç. İkincisi, hane halkının tüketim harcamaları 2005 yılında ortalama yüzde 26 artmış. Oysa tüketici fiyat endeksi aynı dönemde (aylık ortalamalarla) yüzde 8.18 artmıştı. Demek ki, geçen yıl reel olarak müthiş bir tüketim artışı yaşanmış! Üçüncüsü, 2005 yılında gıda ve kira gibi temel
Ancak şimdi kararsızım. Çünkü aynı şeyi IMF de düşünüyor! Şimdiye kadar IMF'nin düşündüğü, ya da tahmin ettiği ne doğru çıktı ki? IMF mali krizler konusunda çoğunlukla yanıldı. İşte bu nedenle, böylesi bir dalgalanma konusunda artık emin değilim. Bir dalgalanma mı olacak, kriz mi? Dünkü yazımızda da belirttik; artık krizden bahsetmek doğru değil. Çünkü Türkiye ekonomisi son beş yılda önemli bir dönüşüm geçirdi. Ve bu büyük ölçüde olumlu yönde oldu. IMF Başkanı Rato'nun önceki gün ikinci bir uluslararası dalganın kaçınılmaz olduğunu belirttiği açıklamayı okuduğumda kendimle çatışan duygular yaşadım. Açıkçası, böylesi bir dalgalanmayı orta vadede ben de bekliyordum. Üstelik bunun Türkiye'de başlayan bir siyasal gerginlikle tetikleneceğini, daha sonra da Güney Afrika gibi bazı diğer kırılgan mali piyasalara sıçrayacağını düşünüyordum. Bununla beraber, iki noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi, dalgalanmanın boyutunu belirleyecek etmenler; ikincisi de dalgalanmayı tetikleyecek etmenlerin ne olacağı. Malum, dalgalanma ne denli yüksek olursa, kriz olasılığı o denli yükselecektir. İlk bakışta kurdaki dalgalanmanın değil, faizin esas alınması gerektiği söylenebilir. Ancak döviz