Neden Avrupa Merkez Bankası'nın izlediği para politikası dünyada o denli etkili olmuyor da, FED'inki etkili oluyor? Okuyucularımız haliyle bunu merak ediyor. Acaba Amerikan ekonomisi mi daha büyük? Oysa, tüm Avrupa ile karşılaştırıldığında ABD ekonomisi daha küçük. O zaman bunun nedeni ne? Son birkaç yıldır ABD para otoritesi FED'in izlediği para politikası tüm dünya ülkelerini etkiler oldu. Hemen her gün ABD'de yayımlanan veriler izleniyor. İlginçtir, gelen her olumlu haber (canlılığın artması), özellikle gelişmekte olan ülkelerde tedirginlik yaratıyor. Çünkü FED'in faiz artırmayı sürdürme olasılığı güçleniyor, ya da tersi. ABD'de izlenen ekonomi politikalarının ve ortaya çıkan performansın dünyada belirleyici olmasının birkaç nedeni var. Bunların başında, doların en yoğun kullanılan para birimi olması geliyor. Dolara yapılan yatırım kadar dünyanın hiçbir başka para birimine yatırım yapılmıyor. FED'in izlediği politika da aslında doların değerini belirliyor. Kısa yanıt tabii bu.İkincisi, dolara yapılan yatırım sadece ABD'deki hisse senedi ve tahvil piyasasında değil. Aynı zamanda, birçok devletin hâlâ en büyük rezerv birimi dolar. Bu nedenle, doların değeri, kazanabileceği faiz
Önümüzdeki hafta ağustos ayı enflasyonu açıklanınca bu tartışma daha da alevlenebilir. Çünkü gerek mevsimsel gevşeme, gerek kurun gevşemesi nedeniyle enflasyon düşük gelebilir. Peki, MB, faizi indirmeli mi?MB'nin enflasyonu durdurmak için faizi artırdığına kuşku yok. Ancak bir kesim iktisatçı oluştu ki, bunlar faizin çok yüksek olduğunu, bunun sadece sıcak parayı çekerek kuru baskıladığı, enflasyonun da böylece düştüğünü savunuyor. Tabii, bu tez doğru değil. Kur ile enflasyon arasında bir ilişki hâlâ sürse de, faizle sıcak para arasındaki ilişkinin varlığına biz katılmıyoruz. Sıcak paranın temel güdüsü dünyadaki likiditenin yoğunluğu ve yönü. Döviz kurunda son bir aydır gevşeme gözlenmeye başladı. Kur gevşedikçe enflasyonist beklentiler kırılıyor. Bu durumda Merkez Bankası'nın (MB) faiz indirme olasılığı da gündeme giriyor. Öte yandan, faiz enstrümanının enflasyon üzerinde etkili olması bir kural değil. Bir dizi varsayıma bağlı. Birincisi, kredilerin faiz esnekliği olmalı. İkincisi de, tüketimde kredili alımlar yaygın olmalı. Malum; faizler yükselince, kredi kullanımının azalması, bunun da yatırımları dizginlemesi bekleniyor. Çünkü, tasarrufların ötesinde bir yatırım eğilimi
Sürdürülemez büyüme eninde sonunda teknik bir nedenle büyümenin tökezlemesi anlamını taşıyor. Mesela büyümeyle cari açık büyür, kriz ya da benzeri bir engel çıkar, sonunda büyüme sürdürülemez. Ancak bu sürdürülemezliğin mutlaka teknik olması gerekmez. Sosyal nedenle de, büyümenin yapısını sürdürülemez olarak niteleyebiliriz. İşsizlik de bunların başında geliyor. İşsizliğin yüksek olduğu bir ülkede, büyüme işsizliği azaltmıyor, hatta işsizliği artırarak bunu sağlıyorsa, buna toplumsal dirençler oluşur. Sonunda da sosyal, ya da siyasal nedenlerle büyüme sürdürülemez. Türkiye ekonomisi son dört yıldır ortalama yüzde 7,8 hızla büyüyor. Bu yıl da olasılıkla yüzde 5'e yakın bir büyüme hızı elde edilmiş olacak. Bu denli yüksek bir büyüme sürecinde demografik bir değişim yoksa, işsizliğin de hızla azalması gerekir. Oysa işsizlik azalmıyor. Türkiye'de nüfus hâlâ artıyor ama artık çok yüksek değil. Giderek de düşüyor. Ancak demografik değişim sürüyor. Özellikle kentlere olan akım sürüyor. Tarımdan sürekli ve giderek artan bir trendde kopuş gözleniyor. Bu da kentlerde işgücü arzını artırdığı gibi, işgücü talebi yeterince gelişmeyince ortaya artan bir işsiz kitlesi çıkıyor.Tarımdan kopuşu
AB'ye tam üye olacağımız varsayımıyla, benzer süreci yaşamış ülkeler gibi, bunun kaçınılmaz olacağını savunmak doğru değil. Çünkü AB üyeliği gerçekleşmez ya da uzarsa o zaman Türkiye ekonomisi ciddi bir hastalıkla baş başa kalacaktır. Sonunda sanayisi, üretimi dış pazarlara yeterince yönelik olmayan, rekabet edemeyen bir yapıyla karşı karşıya kalacağız. Bu da kolay kolay ya da kısa sürede değişmeyecektir. Büyüme hızı yükseldiğinde ciddi boyutta bir ithalat talebinin doğduğunu, bunun da cari açığa neden olduğunu biliyoruz. Dünkü yazımızda, bunun finansmanının sorun olmadığı kanısına katılmadığımızı belirttik. Ancak sürdürülemez olan bir başka sorun daha var: Enflasyonu indirmek. Gerek TL'deki reel değerlenme süreci, gerek buna bağlı olarak ithal malların ucuzlamasının getirdiği baskıyla, gerek de talebin belli kesimlerde gemlenmesiyle enflasyon yüzde 70'e yakın bir düzeyden tek haneli bir düzeye indirildi. Böylece, büyük bir aşama kaydedildi.Şimdi gelinen noktada enflasyonun daha da düşürülmesi için aynı yöntem izlenirse cari açık daha da büyüyebilir. Çünkü döviz kuru, anlaşıldığı kadarıyla, hala enflasyonist beklentilerin en önemli belirleyicisi. Döviz kurunun birdenbire ve
Sürdürülemez olanı bulursak, sürdürülebileni de çıkarırız. Çünkü sürdürülebilirlik kendi başına bir tanım değildir. Sürdürülemez hiçbir şeyin kalmamış olması halidir. Peki, şu anda sürdürülemez olan nedir? Elbette başta cari açık.Tabii büyüme sürecinde farklı dengesizlikler çıkabilir. Kimi zaman bu kamu açığı olur. İç talebi canlandırmak için kamu harcamaları öylesine borçlanmayla finanse edilir ki, büyüme sürdürülemez, borç krizi oluşur. Kimi zaman da bu enflasyon olur. Sarmala girilir, fiyatlar hızla tırmanır. Bazen de verimlilik artışıyla büyüme istenir. İlk bakışta bu çok olumlu olsa da işsizlik zaten çok yüksekse sosyal rahatsızlıklar artar. Verimlilik artışının eninde sorunda işsizliği azaltması gerekir. Geçenlerde bir meslektaşım köşe yazısında sürdürülebilirlik konusuna girdi. Anlaşılan okuyucularını konu hakkında bilgilendirmeye çalışıyor. Sürdürülebilir büyüme tabii bu kavramın en bilinen konusu. Şu anda Türkiye ekonomisi dört nala büyüyor. Fakat birçok aklı başında meslektaşımız bunun sürdürülemez olduğunu düşünüyor. Dönelim cari açığa.. Bugün cari açığın finansmanını sorun görmeyenler var. Birincisi, dünyada likidite bol. İkincisi, AB perspektifinin açılması
Baştan belirtelim; klarnete ilgimiz elbette Kandıralı oluşumuzdan kaynaklanıyor. Malum, Kandıra'da nüfusun onda biri Romandır. Ve bunların çoğu müzikle doğup büyür. Ben manavım; yani yerli Türküm. Ama Roman olsaydım gocunmazdım. Nitekim, üç yıl önce Aksiyon dergisinde ailemin Roman olduğu iddiasıyla biri çıktığında Kandıra'da akrabalarım tazminat davası açmaya kalktılar. Ben de "İstiyorsanız tekzip edelim, ama tazminat yanlış olur" demiştim. Ne yazık ki, Türkiye'de en çok horlananlar onlar olmuştur. Bence klarnetin sesiyle onları ayağa kaldırmak gerek. Son zamanlarda medyada ülkenin klarnet ustalarını tanır olduk. Çok da iyi oldu. Çünkü klarnet kimileri tarafından faslın önde gelen aleti görülse de, Ege, özellikle Trakya'nın en temel folklorik sazıdır. Bizdeki klarnet Batı'dakinden de farklıdır. Birisi sibemoldür, diğeri sol. Marka ve model de değer farklılık getirir, ama abanoz kaplı bir klarnet, çalanını bir başka mutlu eder. Çünkü klarnet, Kandıra'daki deyişiyle "gırnata", tam bir roman çalgısıdır. Nitekim, roman olmayan gırnata ustaları pek makbul sayılmaz. Trakya'da da böyledir. Mesela bu işin önemli yuvalarından biri olan Keşan'da. Keşan'dan büyük ustalar yetişmiştir. Aguş
Çin yatırım çektikçe diğer ülkelere yatırım azalıyor mu? Çin'in bu konudaki dünya egemenliği bir çok ülkeyi ilgilendiriyor. Çünkü nihayet her ülke yabancı yatırım peşinde.Her ülke gibi bizim de Çin'le ekonomik ilişkilerimiz giderek yoğunlaşıyor. Bir yandan, Çin ihracatımızda önemli bir rakip, diğer yandan da ithalatımızda giderek büyüyen bir paya sahip oluyor. Çin'den ithalatımız toplam içinde 2004 yılında yüzde 4.59'du. 2005 yılında ise bu yüzde 5.71'e çıktı. Yani hemen hemen 2 milyar dolar arttı. Çin'den ithalatımız bu yıl olasılıkla 6 milyar doları geçecek. İhracatımızın 600 milyon doları bulmayacağını düşünürsek açığın boyutu daha iyi anlaşılır. Çin bir cazibe merkezi. Yüksek nüfusu ve hızlı kalkınmasıyla yabancı sermayenin adeta temel üssü. Milli gelirin yüzde 3'ünden fazla, yani 60 milyar doları aşan yatırım her yıl Çin'e akıyor. Türkiye de bu ara çok ciddi yabancı sermaye çekiyor. Ancak Çin olmasaydı, Türkiye mutlaka daha fazla yabancı sermaye çekerdi. Çin'e yapılan yatırım bazı ülkelere akan yatırımları sınırlasa da, artırdığı ülkeler de var. Özellikle yakın bölgelerde bir yatırım dinamiği gözleniyor. Birkaç ay önce bu konuda bir araştırma (B. Eichengreen H. Tong: Çin'e
Son zamanlarda ihracatta artış hızının yavaşladığı tezi var. Özellikle tekstil kesiminin çeşitli nedenlerle bir çöküş yaşadığı, birçok işyerinin kapandığı tezi var. Bunların bir kısmı doğru olabilir. Ancak rakamlar bu savları pek doğrulamıyor. Tekstil, hazır giyim ve iplik kesimleri, malum, çok farklı. Kimi iyi giderken, kimi sallanabiliyor. Bu nedenle aşağıdaki tablo 1996 yılından bu yana kesimin tüm ihracat ayrıntılarını sergiliyor. Sorunları temelini görmeden veya irdelemeden bir yere varamayız. Cari açık büyük sorun. Ama neden? İhracatta bir tökezleme mi var? Yoksa turizm gelirlerinde mi bir çöküş gözleniyor? Ya da işçi dövizleri bıçak gibi mi kesildi? Bunların hiçbiri değil. Döviz gelirlerinde ciddi bir sorun yok. Asıl sorun ithalattaki ciddi ölçekteki artışın dış ticaret açığını büyütmesi. Peşinen belirtelim, sektörün toplam ihracatı son 10 yılda yüzde 117 artmış. Yani neredeyse 2 katına gelmiş. Çok sorunlu sayılan örmede bile hâlâ olumlu performans sürüyor. 2004 yılı itibariyle hazır giyimde (örme ya da kumaş) bir ihracat yavaşlaması söz konusu ama kesinlikle azalma boyutunda değil. Anlaşılan özellikle kur, belki çok savunulan Çin'in rekabet baskısı bir ölçüde etkili