Geçen yıl turizmdeki gelir düşüşü birçok nedene bağlandı. Bunlar arasında kuş gribi, karikatür krizi, güvenlik endişeleri ile Hırvatistan, Bulgaristan ve Romanya gibi daha düşük fiyatlarla piyasaya giren rakipler etkili oldu. Ama hepsinden öte, Dünya Kupası'nın Almanya'da olmasıydı. Nitekim Alman turist sayısında azalma yüzde 11, yine o bölgede olan Hollandalı turist sayısında yüzde 20, Fransızlarda ise yüzde 6 iken gelen Rus sayısı pek azalmamış. 1984 yılında Türkiye'nin turizm geliri 584 milyon dolardı. 1988 yılında 2.5 milyar dolara, 2005 yılında da 18.2 milyar dolara kadar çıktı. Fakat geçen yıl (2006) birdenbire 16.9 milyar dolara düştü. 1999 yılını bir kenara bırakırsak (deprem olmuştu), son 20 yıldır turizm ilk defa düşüş gösterdi. Şimdi 2007 yılının nasıl geçeceği merak ediliyor. Bu hafta TÜİK bu konuda ilk gösterge olabilecek veriyi açıkladı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nden alınan geçici verilere göre 2007 yılı ocak ayında geçen yılın aynı ayına göre giriş yapan yabancı ziyaretçi sayısı yüzde 7.1 oranında artarak 714 bin kişi olmuş. Yani 2007 geçen yıldan daha iyi geçebilir.Öte yandan, bu hafta merkezi Essen'de olan Türkiye Araştırmalar Merkezi de (TAM) aksi yönde bir
Anımsıyorum, 2001 yılının yaz aylarında Hazine borçlanmakta güçlük çektiğinde bankalar sabit kuponlu kâğıtlardan başkalarına rağbet etmeyeceklerini dayatıyordu. Biz bir yazımızda, Hazine yüksek reel faiz ödemesin diye, endeksli borçlanma senetlerini savunuyorduk. IMF de öyle istiyordu. Ama Hazine bürokratları bankalara teslim oldu. Sonra da Ekonomiden Sorumlu Bakan'la yakınlığımız nedeniyle, kimi bürokratlar (duyduğumuza göre) akıl vermemizi kıskanıp iftira attılar. Bizi finans kesiminin temsilcisi olmakla suçladılar. Biliyor musunuz, bunların bazıları şimdi finans kesiminde çalışıyor! Dünkü enflasyona endeksli bono ihalesinin ilk aşamasında ortalamadan almak için giden teklifler inanılmaz boyutta oldu. Bu borçlanma senedinin bu denli ilgi görmesi aslında gayet ilginç. Gelelim ihaleye. Bu kâğıda yabancıların daha fazla ilgi gösterdiği biliniyor. Bu da gösteriyor ki, özellikle yabancıların, Türkiye ekonomisindeki gerek enflasyon beklentisi, gerek risklerle ilgili algılamaları gayet olumlu. İhalede enflasyon veri olarak kabul edilmemeli. Enflasyonun yüzde 20 olduğu bir ortamda yüzde 9.5'lik bir ek (reel değil) getiri makul sayılsa da, yüzde 35'e çıkıldığında bu ek getiri yetersiz
Oysa unutmayalım, bu programın temeli 2001 yılında atılmıştı. Hem de mali krizin tam ortasında. Eğer program başarılı sanılıyorsa, kimse bunu bu hükümete ya da tek parti iktidarı istikrarına bağlamamalı. Kaldı ki 2004 sonrası bu program, aksine, raydan çıkmaya başladı. Şimdi de dış açık kontrol edilemez boyutlara vardı. Son günlerde piyasalar bu hükümetin mali disiplindeki başarısını alkışlayıp duruyor. Hatta kimileri bu hükümet iktidardan giderse makroekonomik dengeler bozulur diye endişeleniyor. Bu hükümetin mali disipline itina göstermesi yanılgısı gerçeklerin çarpıtılmasından kaynaklanıyor. Uluslararası likidite bol, içeride sıkı para politikasıyla faizler yüksek olunca içeriye de oluk oluk sıcak para akıyor. Böylece kur baskı altına giriyor ve enflasyon düşüyor. Tabii faizler düşünce bütçe harcamaları da azalıyor. Bu da bütçe açığının azalmasına neden oluyor. Çünkü artan ithalat ve tüketimle bu alanlardan elde edilen dolaylı vergiler hızla artıyor. Faiz dışı harcamalardaki artışa baktığımızda ise performans hiç de sanıldığı gibi parlak değil. Aşağıdaki tabloda faiz dışı harcamalar yansıtılıyor. 2002 yılında seçimler nedeniyle, harcamaların enflasyondan çok daha fazla arttığı
Bu durumda faizlerdeki yükselme beklentisiyle Japon yenine olan talep gevşedi. Nihayet FED Başkanı Bernanke Senato'da yaptığı açıklayıcı konuşmada enflasyonist gelişmelerin zayıfladığını, ancak böyle bir güçlenme halinde faizleri artırmaktan çekinmeyeceklerini açıkladı. Böylece Federal Açık Piyasa Komitesi'nin (FOMC) ne zaman faiz indireceği belli olmasa da enflasyon kaygılarının düşen petrol fiyatlarıyla birlikte dağılması önemli. Gelişmeleri şöyle toparlayabiliriz: Japon yeni cinsinden borçlanarak diğer para birimlerine, hatta yükselen piyasalara yatırım yapmak biraz daha zor olacak. Ancak ABD'de faizlerin artık çok büyük olasılıkla bir daha artış göstermeyeceği çok daha önemli. Çünkü Bernanke'nin de belirttiği gibi, konut piyasasında durgunluk genel ekonomik canlılıktan bağımsız olarak sürecek ve bu, enflasyonist baskı yaratmayacak. Bu hafta bir uluslararası finans kuruluşu (SCB: Credit Swiss Boston) Risk İştah Endeksi'nin (RAI) nötr sınırlar içinde yükselmeye başladığını açıkladı. Bir başka önemli nokta da Japonya'nın son çeyrekteki büyümesinin beklenenlerden daha fazla gerçekleşmesi. İşte böylece 2007 yılında da uluslararası likidite bolluğunun süreceği anlaşılıyor. Yani
İkincisi iç talepte düşüş birçok başka veriden gözleniyordu. Özellikle son ayda ithalatın bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3 oranında düşmesi rekor cari açığa gelinse de bundan sonra bu açığın daralması umudunu yaratıyor. Ancak çıplak gerçek gözden kaçmamalı: bu açık hiç kuşkusuz olağanüstü derecede yüksek. Nihayet cumhuriyet tarihinin en büyük cari işlemler açığı ortaya çıktı: 31.3 milyar dolar. Bu rakam iki bakımdan birçoklarını rahatlatmış görünüyor. Birincisi piyasada son bir aydır 32.5 - 33.0 milyar dolarlık bir açık bekleniyordu. Gerçekleşme ise biraz daha düşük kaldı. Cari işlemler dengesinin dış ticaret kalemleri büyük ölçüde daha önceden biliniyordu. Dün açıklanan verilerin en önemli tarafı mal ticaretindeki açığın geçen yıldan bu yana yüzde 19 büyürken, hizmet ticaretindeki fazlalığın da yüzde 10 azalması. Burada en önemli kalemi elbette turizm gelirlerindeki düşüş oluşturuyor. Turizm gelirleri bu anlamda gelecek yıl daha da önemli bir role sahip olacak. Ya dış ticarette doğan açığı daha güçlü biçimde telafi edecek, ya da gücünü yitirecek. Göreceğiz. Öte yandan cari işlemler içinde yer alan gelirler kaleminde de yüzde 14'e varan bir artış var. Bunlar net faktör
Oysa gerçekten maliye politikası sıkı mı? Özellikle 2007 bütçesi gevşeklik gösteriyor. Öte yandan, sıkı para politikasıyla sıkı maliye politikası birleştiğinde iç talebin durgunlaşacağı bilinse de, tek başına maliye politikası gevşediğinde ne olur? Para politikasının sıkı olduğu biliniyor. Ancak maliye politikasının da sıkı olduğuna dair yaygın bir kanı var. Daha doğrusu, hükümet faiz dışı fazla hedefini tutturdukça işlerin iyi gittiği sanılıyor. Milyon YTL 2006 2007 % artışGelirler 166.6 188.2 13.0Vergi geliri 137.5 158.2 15.1Diğer 29.1 30 2.9Giderler 175.3 204.9 16.9Faiz-dışı 129.4 152 17.5Personel 42.8 43.7 2.1Mal-hizmet alımı 18.6 15.6 -16.4Faiz 45.9 52.9 15.1Cari transferler 49.6 60.9 22.8Sermaye 11.9 12.1 1.4Transferler 2.6 3.6 36.5Açık -4.0 -16.7 318.0Faiz-dışı denge 42.0 36.2 -13.7 Öncelikle şunu belirtelim, gerçekten bütçe açığı 2006'da daraldı. Ancak bunun mali disiplin kadar, kendine özgü nedenleri var. 2007'de bu nedenler ortadan kalkıyor. Birincisi, seçimler bir risk oluşturuyor ve faizleri yukarı doğru itiyor. Aynı etkiyi sıkı para politikası da yaratıyor. Gerçi yüksek faizler vade nedeniyle 2006 bütçesi etkilenmedi ama 2007 bütçesini bir hayli zorlayacağı ortada.
2006 bütçesi gerçekten ilk bakışta gayet başarılı. Çünkü maliye politikasının hedefi belli: Faiz dışı fazla yaratmak. Bunu da fazlasıyla başarmış görünüyor. Ne de olsa bu fazla hem borç ödemeye yarıyor, hem de iç talebi kısarak enflasyonla mücadeleyi sağlıyor. Geçen hafta 2006 bütçesinin kesin sonuçları açıklandı. Anlaşılan Başbakan sonuçlardan öylesine mutlu olmuş ki, Maliye Bakanı'nı yanına alıp sonuçları bizzat açıklamak istemiş. Bu açıklama piyasaları rahatlattı. Çünkü Başbakan'ın mali disipline önem verdiği ve seçimlerde işlerin gevşemeyeceği izlenimi doğdu. Mali disiplinin göstergesi ya bütçe açığıdır ya da faiz dışı fazla. Yalnızca bu düzeyde bakıldığında bütçe çok başarılı görünüyor. Çünkü 2006'da bütçe açığı 14 milyar YTL gibi tasarlanmıştı, ancak 4 milyar YTL'nin altında kapandı. Faiz dışı fazla da 32.2 milyar YTL olarak tasarlanmıştı, o da 42 milyar YTL'ye yakın çıktı. Ancak iş bu kadar basit değil. Sürdürülemez büyüme politikası olduğu gibi, sürdürülemez mali disiplin de olabilir. Aslında elde edilen mali disiplin sanaldır. Makyajlıdır. Sonuçlar böyle bir disiplinin olduğu izlenimini verir ama aslında yoktur. Bu kadar abartılı olmasa da 2006 yılında izlenen mali
Bunu anlayabilmek için 2006 yılı sanayi üretim verilerine sektör bazında bakılabilir. Dün aralık ayı sanayi üretim verisi yayımlandı. Bu verilere göre, toplam sanayi aralık ayında yüzde 2.5, imalat sanayii de yüzde 1.9 büyümüş. Yıllık ortalamalara göre büyüme ise toplamda yüzde 6, imalat sanayiinde de yüzde 5.8. Demek ki, aralık ayında yıl ortalamasına göre bir yavaşlama görülüyor. Dünkü yazımızda da aralık ayı ithalat rakamlarına bakarak iç talepte henüz belirgin bir durgunluk olmadığını, ama yavaşlamanın açıkça belli olduğunu yazmıştık. Aralık ayında toplam sanayide ağustostan bu yana özel bir düşüş olduğu ortadadır; çünkü ağustos-kasım arasında sanayi yüzde 5.7 büyümüştür. İmalat sanayiinde de bu dönemde ortalama büyüme yüzde 5.6, yıllık bazda da yüzde 5.8 olmasına rağmen aralık ayında çok düşük kalmıştır. Ana metal ve ulaşım sektörleri hariç tüm sektörlerde aralık ayında istisnai biçimde bir durulma gözlenmiştir. İthalata dayalı çoğu sektörde sorun var. Ancak ihracatçı sektörlerde yeterli hızlanma gözlenmiyor. Bu da sanayi üretiminde tahmin edilen yavaşlamayı getiriyor. Zaten enerji, kâğıt, kimya, elektrikli makine ve mobilya gibi iç piyasaya çalışan kesimlerde aylardır bir