Gösterge Aşağıdaki grafikte AKP iktidarı boyunca çeşitli gelir dilimlerinin artışları ve enflasyonla karşılaştırması yer alıyor. Hükümet diyor ki en yüksek gelirli yüzde 5'lik dilim enflasyona karşı tek kaybeden grup. Yani zenginler kaybetti ama diğerleri kazanıyor. Acaba? Hükümet yüksek büyüme hızının yanı sıra bir de gelir dağılımının düzeldiği iddiasında. Yani hem pasta hızla büyüyor. Hem de adil biçimde paylaşılıyor. Biz aynı kanıda değiliz. Gerçekten orta gelir kesimine yaklaşıldıkça, son üç yılda reel gelir artışlarının en fazla olduğu görülüyor. Yahut varlıklı kesime yaklaşıldıkça reel gelir artış oranı düşüyor. Yani son üç yılda orta gelir grubuyla zengin kesim arasında daha adil bir yapıya doğru değişim oluyor.Ancak bu analizin ikinci kısmı göz ardı edilmemeli. Orta gelir kesimiyle yoksul kesim karşılaştırıldığında, yoksul kesimin reel geliri artsa bile, bu artış orta kesime göre daha sınırlı. Yani göreli olarak gelir adaleti bozuluyor. Kısacası, gelir dağılımının tümüyle düzeldiği iddiası yanlış. Sadece orta kesimle zenginler arasındaki uçurum kısmen kapanıyor. Zaten gelir dağılımının alt ucundan düzelmeyi sağlayacak en önemli gelişme işsizliğin azalmasıdır. İşsizlik
Gösterge Hükümet diyor ki AKP iktidarından önce 10 yıl boyunca büyüme ortalama yüzde 2.6 oldu. Doğru. Fakat bunun içinde olan iki mali kriz çıkarılsa bu ortalama çok yükselir. Yani, karşılaştırma yapılan dönem yanlış. İkincisi, hükümet diyor ki Türkiye ekonomisi 20 çeyrektir aralıksız büyüyor. Gerçekten imrenilecek bir performans bu. Ama demek ki bunun başlangıcı kendilerinden önce olmuş. Bir diğeri 2003-2006 arası ekonominin yılda ortalama yüzde 7.3 büyüdüğü tezi. Bu da bir gerçek. Ancak biz bunun ne tek parti hükümetinin getirdiği istikrara, ne de ekonomi politikalarına bağlı olduğu kanısındayız.1988-1997 arası dünya ekonomisi yılda ortalama yüzde 3.4 büyüyordu. 1998-2007 arası ise 4.1 büyüyeceği tahmin ediliyor. Hatta bombayı patlatalım, AKP hükümetinin iktidarında ise dünya ekonomisi ortalama yüzde 4.9 büyümeye başlamış. Kısacası, tüm dünya çok hızlı büyümeye başlamış. Üstelik bunu aşağı çeken ülkeler var. Örneğin son 10 yılda ABD ortalama yüzde 3, Avrupa yüzde 2, Japonya da yüzde 1.3 büyüyor. Bunların da dünya ekonomisi içindeki ağırlığı yüzde 41. Yani bunlar çıkarılsa dünya ekonomisinin çok daha hızlı büyümeye başladığı anlaşılır.Yalnızca gelişmekte olan ülkelere
Gösterge Babacan ile yediğimiz yemeğin yansımalarını sürdüreceğiz. Malum, o yemekte Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da bir sunum yapmıştı. Konu tabii enflasyondu. Enflasyon ülkemizde 2001 yılından başlayarak 2003 yılı sonuna dek hızla aşağıya doğru gitti. Bu başarının altında birçok neden yatıyor. Sıkı maliye politikasının yanı sıra Merkez Bankası'nın izlediği yüksek faiz politikasının da önemli katkıları var. Ama bize kalırsa en önemli katkı döviz kurundan geldi. Merkez Bankası faizi yüksek tuttuğu için içeriye giren sıcak para döviz kurunu bastırdı ve enflasyon düştü. Nitekim bu, yukarıdaki grafikte de görülüyor.Ancak daha sonra düşüş durdu ve o günden bu yana enflasyon aynı düzeyde duruyor. Merkez Bankası da bunun nedenlerini raporlarında sıralıyor. Kimi zaman dış şokları, kimi zaman fiyat katılıklarını, kimi zaman da işlenmemiş gıda fiyatlarını engel olarak sıralıyor. Ancak gerçek değişmiyor; enflasyon bir yere geldi, durdu, düşmüyor!Hatırlayalım; 2004 yılının mart ayında enflasyon yüzde 11.8'e düşmüştü. Aradan üç yıl geçmesine rağmen enflasyon hâlâ yüzde 10.9. Bu durumda başarının sürdüğünü savunmak mümkün mü? Bizce değil. Son üç yıldır ocak-mart döneminin en yüksek
Gösterge Yemekte önce Hazine Müsteşarı bir sunum yaptı. Sunum temel olarak üç yıllık uygulamalar sayesinde gelir dağılımının büyük ölçüde düzeldiğini savunuyor. Bu konuya ileride gireceğiz. Ancak şu meşhur cari açık konusuna tekrar dönmek gerek. Okurlarım hatırlar. Petrol fiyatlarının artışının cari açık üzerinde çok ciddi bir etkisi olacağını defalarca yazmıştım. Babacan da bir hesaplama yaptırmış. Petrol fiyatları artmasaydı cari işlemler açığı ne olurdu diye. Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, cari işlemler açığının milli gelire oranı bugün yüzde 8'e ulaşmış durumda. Fakat petrol fiyatları 2002 düzeyinde kalsaydı bu açık sadece yüzde 3.8 olacak ve risk sınırına ulaşmamış olacaktı. Ancak;1) Her halükârda dış açık büyüyor. Öylesine ki AKP iktidara geldiğinden bu yana dış açık (petrol fiyatı etkisi hariç) milli gelir içinde yüzde 50 oranında büyümüş.2) Petrol fiyatlarını da göz ardı edemeyiz. 1974'te dış açığımız inanılmaz boyutlara vardığında kimse bunu önemsemeyin, bunun nedeni petrol fiyatları demiyordu. Nitekim ülke ekonomik krize sürükleniverdi. Üstelik (tıpkı 1974'te olduğu gibi) kimi gelişmiş ülkeler dış dengeleri sarsılmadan bu fiyat artışını karşılayabildiler.3) Mal
Gösterge Konunun iki yönü var. Birincisi, Babacan öylesine demeç veriyor ki sanki seçimlerden sonra yine kendileri iktidarda olacak. Sanki bunun bir garantisi var! Ya olamazlarsa? Eh ne de olsa iş âlemi "tek parti zokasını" yuttu. Kanlarının son damlasına kadar o desteği verecekler. Çünkü hükümet "Daha biz çok buralardayız" havasını bastıkça, işadamları ürküyor ve temennaya devam ediyor.Tabii kararın neden seçim sonrasına bırakıldığı sorgulanabilir. Çünkü şimdiden saptanmasında akla pek bir mahzur gelmediği gibi, bu ortaya çıksa geleceğe ilişkin belirsizlikler de azalabilir. En azından piyasalar rahatlar. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan bu yıl tamamlanan IMF'yle nikâhın seçimlerden sonra değerlendirileceğini, devam mı, tamam mı kararının o zaman verileceğini belirtmiş. Belki de şöyle yaklaşılıyor: Seçimlerden sonra bazı parametrelerde önemli değişiklikler olabilir. Mesela bir koalisyon durumu doğabilir ya da zar zor kurulan bir çoğunluk hükümeti kurulur ve IMF'ye gereksinim artar. Bu durumda stand-by olmasa da bir biçimde IMF ile yapısal ilişkinin sürmesinde yarar olabilir.Ancak Türkiye ekonomisinin IMF'siz yönetilemeyeceği ya da böylesi bir çapaya mutlak gereksinim
Gösterge Harcama yönünden milli gelir rakamlarına bakarsak çıkan manzara şöyle özetlenebilir:1) Özel kesimde tüketim birden bire yılın ikinci yarısında durgunluğa girmiş. Bu özellikle dayanıklı mal tüketiminde gözleniyor.2) Kamu kesiminin cari harcamalarında ise sadece yılın son üç ayında tasarrufa geçildiği gözleniyor. Mamafih bu kalemin ekonomideki ağırlığı artık küçük.3) Özel kesimin yatırımlarında çok bariz bir yavaşlama gözleniyor. Fakat bu sürecin 2006 yılının ikinci çeyreğinde başladığına dikkat etmek gerek. Mali dalgalanma ile bunun sadece hızlandığı söylenebilir.4) İç talepteki yavaşlamaya bağlı olarak yılın ikinci yarısında ithalattaki artış eğilimi ortadan kalkmış görünüyor. Dış denge bakımından en önemli gelişme de bu.5) İhracatta ise olağandışı bir değişim gözlenmiyor. Ancak aynı artış sürdüğü için ithalatın önüne geçmiş görünüyor. Nihayet 2006 büyüme performansı açıklandı: yüzde 6. Mayıs ayında küresel mali dalgalanmaya ve içeride sıkılan para politikasına rağmen bu performans oldukça yüksek. Hatta daha açık ifade edelim, arzu edilenin de üstünde. Özel Tüketim 8,1 11,5 2,3 0,1 5,2Kamu Tüketimi 10,1 18,3 14,8 0,7 9,6Ö. Yatırımlar 32,1 18,4 15,0 5,6 17,4K.
Gösterge Babacan özetle şöyle diyor: İktidarda bulundukları 2003-2006 döneminde Türk ekonomisi ortalama yüzde 7.3 büyüdü. Bu dönemde özel yatırımlar büyümenin yüzde 4.4'üne katkıda bulundu. Yani, ekonomi yatırımla büyüdü. AKP iktidara geldiğinde kişi başına düşen gelir 3400 dolardı. Babacan şimdi bunun 5500 dolara ulaştığını belirtiyor. Ancak bu, döviz kurundan kaynaklanıyor. Nitekim satın alma gücüne göre kişi başına gelir iktidara geldiklerinde 6800 dolardı, şimdi 8150 dolar. Babacan yine de yüzde 20'ye yakın bir artışın söz konusu olduğunu vurguluyor. Pazartesi sabahı ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan ekranların ve objektiflerin karşısına geçerek Türkiye ekonomisinin durumunu iki açıdan değerlendirdi. Biri büyüme, diğeri de kamu borcunun durumu. Aynı gün 2006 yılı sonu büyüme hızı açıklandı: Yüzde 6. Babacan ekonomide her iki konuda da büyük başarı elde ettiklerini, cari açık sorununun da abartılmaması gerektiğini belirtiyor. Babacan'a göre gelir dağılımında da düzelmeler var. Kişi başına 1 doların altında gelir sahibi olan nüfus Türkiye'de sadece yüzde 0.01.. Oysa bu oran Brezilya'da yüzde 8, Arjantin'de 7, Filipinler'de yüzde 14. Babacan 3 yıllık iktidarları
Gösterge KADER bu yıl bu mücadelesinde bıyıklı kadın fotoğraflarıyla kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Ancak siyasette kadın temsilinin düşük olmasıyla kadının toplumdaki yeri arasında bir paralellik kurmak doğru değil. Çünkü ekonomide yahut iş yaşamında kadının rolü çok daha iyi durumda. Üstelik siyasette her şeye rağmen kadınların bir oy hakkı var. Yani seçicilerin yarısı kadın. İşte buna rağmen kadınların seçilememesi daha şaşırtıcı. KADER, siyasette kadınların temsil düzeyini artırmayı hedefleyen bir sivil toplum örgütü. Gerçekten de Türkiye'de siyasette kadın katılımı çok düşük. Bunu yükseltmek şart. Nedenleri tartışılabilir ama ortada bir temsil sorunu olduğu aşikâr. Oysa iş dünyasında çoğu erkek olan patron ya da yöneticiler çalışanları doğrudan seçiyor. Yani demokratik bir mekanizma yok. Buna rağmen bu şirketlerde kadınların daha fazla temsil ya da çalışma olanağı bulması siyasetin iş yaşamının ne kadar gerisinde kaldığını gösteriyor. Mesela finans kesiminde kadın yönetici oranı oldukça yüksek. Bürokraside de kadın yönetici oranı giderek artıyor. İkincisi, siyasette kadın temsili merkezi düzeyde, yerelden çok daha hızlı geriye gidiyor. Kadın milletvekili oranının