Gösterge İkinci adaylığı resmileşen, yani dilekçesini Meclis Başkanlığı'na veren Gül'ün seçilmesine kesin gözüyle bakılabilir. Çünkü, MHP aday çıkardığı için oturumlara katılacak, toplantı yeter sayısı da sağlanmış olacak. Belli olmayan tek şey, işin kaçıncı turda biteceği.Bununla beraber Gül'ün adaylığı tekdüze bir süreç olmadı. 22 Temmuz seçimleri öncesinde Gül ilk aday olduğunda AKP grubunca coşkuyla karşılanmıştı. Ancak, bu coşku sadece Gül'ün şahsiyetine dayanmıyordu. AKP grubu, bir yandan Erdoğan'ın adaylığıyla yaşanacak toplumsal gerginlikten çekiniyor, diğer yandan da karşıtlarına karşı teslim olmayı yediremiyordu. Nihayet AKP'nin cumhurbaşkanı adayı açıklandı: Abdullah Gül. Aslında, Gül'ün adaylığı hemen hemen belliydi. Ama, Meclis Başkanlığı'na Köksal Toptan gibi merkez sağdan bir isim gelince değişik umutlar da belirmişti. Biz ise başından beri Gül'ün ilk adaylığından sonra bir daha geri dönüşünün olanaksız olacağını düşünüyorduk. Yeter ki, seçimlerde AKP'nin milletvekili sayısı çok düşmeseydi. Nitekim çok az düştü. Gül'ün adaylığının Erdoğan'daki duygu ve düşünce tarafları da bir kenara atılmamalı. Erdoğan, duygu dünyasında çok istediği o makamı, mantık dünyasında
Gösterge Düşünüyorum da muhalefet yine edepli. Kimseyi ayağa kaldıracak hiçbir sert söz söylemiyorlar. Bırakınız yıkanmayı, insanlar ağzını çalkalayacak suyu bulamıyor. Ankara susuzluk değil, alenen bir rezalet çekiyor. Haftalardır tek damla su alamayan semtler var. Ancak bu susuzluğu tamamıyla kuraklığa bağlamak doğru değil. Çünkü, Ankara'da barajlarda su düzeyi yüzde 4'e düşmüşse, bunun sadece yağışsızlığa bağlanması doğru olmaz. Türkiye'nin başka yerlerinde de yağışsızlık etkili oldu. Kısacası, Ankara'da bir kaynak sıkıntısının olduğu ortada... Gelelim konunun çözüm yollarına. Önce suyun ne denli yaşamsal olduğunu anlıyoruz. İnsanoğlu elektriksiz bile yaşar, ama susuz asla. Bu nedenle suyu sağlamak bir kamu görevidir. Ancak bunun bir kamu hizmeti olması, mutlaka ücretsiz olması anlamına gelmez. Çünkü, su giderek kıtlaşan ve özenle tüketilmesi gereken bir varlık; ekonomik tabirle kamu malı.Su bazı ülkelerde parasız sağlanıyor. Ancak o ülkelerde su kıt değil. Suyun sınırlı olduğu ülkelerde su ücretsiz olursa herkes suyu savurganca kullanır ve sonunda su sorunu çekilebilir. Bir çözüm de karne diye bilinen, herkese eşit miktarda su dağıtımı (rationing) yapmaktır. Şu anda Ankara'da
Gösterge Haziran ayında cari işlemler açığı geçen yıla göre yüzde 16 büyümüş. Demek ki, sıkı para politikası ile kontrol edilmeye çalışılan iç talebe rağmen ithalattaki büyüme sürüyor. 12 aylık birikimli cari işlemler açığının da 32.8 milyar dolara tırmanması kimilerini kaygılandırabilir. Ancak 6 aylık birikimli cari açık geçen yıla göre yüzde 0.1 büyümüş. Önceki akşam haziran ayına ait ödemeler dengesi rakamları açıklandı. Bu rakamlar bize son derece önemli gelişmelerin ipuçlarını veriyor. Malum ödemeler dengesinde özellikle cari işlemler açığı ile ilgileniliyor. Doğrusu da o. İhracattaki artış oranının yüzde 24, ithalatın da yüzde 16 olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen dış ticaret açığı büyüyor. Çünkü ithalatın miktarı çok fazla. Açığın daralmaması da kısa vadede buradan kaynaklanıyor. Öte yandan turist sayısı bu yıl tekrar yükselmeye başlasa da, gelirlerde bir artış gözlenmiyor. Çünkü hem fiyatlar gevşek hem de turizm giderlerinde hızlı bir artış görülüyor, nette durum iç açmıyor. Ulaştırma giderlerinde de yükselme var. Kısacası, toplam döviz gelirleri ihracat, biraz da bavulla yapılan ticaretteki kıpırdanma dışında parlak görünmüyor.İşin gerçeği şu: Cari işlemler hesabı aslında
Gösterge Su sıkıntısının bu yıl farkına vardık. DSİ'nin öngörüsüne göre, Türkiye 2030 yılında su kaynaklarını yüzde 100 verimlilikle kullanır hale gelecek. Ancak o tarihte kişi başına kullanılabilir su kaynağı 1.100 m3'e düşecek. (Şu anda 1.430 m3) Yani bundan 23 yıl sonra her birimiz daha az suyla yetinmek zorunda kalacağız. Kısacası, son derece ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Üstelik bu rakamın içinde küresel ısınma nedeniyle kaybedilecek su da yok. Hükümet yetkilileri, su sıkıntısı sürecinde suyun da özelleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı. Demek ki, iki sorunla karşı karşıyayız. Biri su sıkıntısı, diğeri suyun "dağıtımının" özelleştirilmesi. Bir tarafta bu gerçek, diğer tarafta suyun hâlâ verimsiz kullanılması gerçeği, diğer yanda da su dağıtımının özelleştirilmesini isteyen Dünya Bankası... Dikkat ediniz; Dünya Bankası su "kaynaklarının" özelleşmesini savunmuyor, suyun "dağıtımının" özelleşmesini savunuyor. Yani Dünya Bankası suyun kaynağının artması yönünde bir çözüm önermiyor. Ama, kendince suyun daha dikkatli kullanılmasıyla verimlilik elde edileceğini iddia ediyor. Oysa su kaynaklarının özelleşmesi büyük bir kaosa neden olabilir. Kim, nerede, ne koşullarla
Gösterge Irak'ın 2.000 m3'ün üzerinde suya sahip olduğu, Asya ortalamasının 3.000 m3, yine su zengini sayılmayan Avrupa'nın bile 5.000 m3 suya sahip olduğu düşünülürse, Türkiye su fakiri bile sayılabilir. Basında, susuzluk çekenlerin yağmur duasına çıktığını okuyoruz. Bir yandan küresel ısınma, diğer yandan mevsimin yağışsız geçmesi, su kaynaklarının ne denli değerli bir varlık olduğunu bir kez daha gösteriyor. Büyük kentlerde çekilen bu susuzluk, ülkemizin pek de su zengini bir ülke olmadığını ortaya çıkarıyor. Mesela bizimle su çatışması içinde olan Suriye'de kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.200 m3... Oysa ülkemizde 1.430 m3... Su çeşitli alanlarda kullanılıyor, farklı yararlar sağlıyor. Örneğin kentlerde dağıtılan ve içme suyu kalitesinde olması gereken su, temizlik, kısmen de bahçe sulamalarında kullanılıyor. Bahçe sulamasının elbette estetik dışında doğrudan bir zorunluluğu yok. Buna rağmen bu tür sulamalar için uygulanan fiyat (farklı bir saat takılarak) düşük tutuluyor. Buna bir de kılıf bulunmuş; çünkü atık maliyeti bulunmuyor. Tarımsal alanda bile kullanılan su ücretli. Ödeme, sulama birliklerine ekilen ürünün cinsine bağlı olarak dönüm başına
Gösterge Bu arada kârlarını gerçekleştirmek isteyenlerin olabileceğini de düşünüyorduk. O nedenle borsa daha sonra günü al-satlarla geçirdi, ama kan kaybetmedi. Günün sonunda borsada hâlâ tırmanma beklentisi egemendi.Biz de dahil olmak üzere birçok uzmanın beklentisi şöyleydi: Borsada kısa vadede yüzde 10'u aşan bir sıçrama zamanla yüzde 30'a kadar tırmanabilirdi. Faizlere gelince; kısa vadede Merkez Bankası'nın sıkı para politikası nedeniyle hızla düşmese de sonbahara girerken indirimin ilk taksiti olanaklı hale gelecekti. Nihayet döviz kuru da ya oluk oluk akan para akışına teslim olup hızla düşecek ya da Merkez Bankası'nın müdahalesiyle yavaşça düşecekti. Ancak ne olduysa ertesi gün başladı. Yurtdışında hava değişiverdi ve iştahlar kursakta kaldı. (Malum uzun zamandır mali piyasalar iç dinamiklerden kopmuş durumda.) Seçim sonucunda tek partinin iktidara gelmesinin Türkiye'de mali piyasalarda kutlanacağı umudu ve varsayımı vardı. Gerçekten de 23 Temmuz Pazartesi günü borsa ciddi bir sıçramayla güne başladı. Yabancılar hemen her mali piyasada sert satışlar ve hızlı döviz alımlarına geçti. Acaba bir küresel mali krize mi sürükleniyorduk, yoksa kalıcı bir düzeltme ile mi
Gösterge Mali disiplin hikâye! Kimse kendini aldatmasın: Mali disiplinin sürmesi için gelirlerin çoğaltılması, fakat özellikle giderlerin yavaşlatılması gerekiyor. Oysa seçimlerde bol kepçe paralar saçılmış. Geçen yıl 2.4 milyar YTL olan bütçe fazlası bu yıl 6 ayda 5.9 milyar açığa dönüşmüş. Telekom'dan gelen para da çıkarsa açık 12 milyar YTL ediyor.Zaten gelirlerde sorunlar var. İlk 6 ayda artış geçen yılın aynı dönemine göre % 13. Vergi gelirlerindeki artış ise daha da düşük; yüzde 7. Bu açıkça devletin gelirlerinde ciddi bir yavaşlamaya işaret ediyor. Oysa büyüme rakamları pozitif. Yani milli gelir artıyor.Çünkü büyümenin niteliği değişmeye başladı. Sıkı para politikasıyla iç talep frenleniyor ve yatırımlar gevşiyor. Büyümenin tek motoru olarak ihracat kaldı. İhracat ise vergi sağlamaz. Hatta aksine vergi iadeleri alan bir kesimdir. Diğer bir deyimle, dış denge bakımından oldukça sağlıklı olan ihracat artışı kamu dengesini sarsmaktadır. Bu da ciddi bir vergi reformunu zorunlu kılmaktadır. Seçimlerden önce Maliye Bakanı Unakıtan hükümetin popülizme başvurmayacağını, mali piyasalardaki bazı oyuncular da mali disipline güvendiklerini açıklıyordu. Seçimlere bu havada girildi ve bu
Gösterge Farklı unsurlara da bakıyorlar. Oysa dar gelirli olan kesimlerin tek arayışı var; o da refah düzeylerini yükseltmek. Yoksul kesimlerin AKP'ye oy vermesinin nedenleri böylece anlaşılıyor. Varlıklı kesimlerin de CHP'ye oy vermesinin.Peki CHP neden yeterli oy alamadı? Cumhuriyet mitingleri sonunda birçoklarında müthiş bir umut ve heyecan uyanmıştı. Ne oldu o kalabalıklara? Yoksa CHP'ye mi oy vermediler? Cumhuriyet mitinglerinde kullandığımız deyim unutulmamalı: Apartman daireleri sakinleri! Hatta villa sahipleri! Karşı tarafta ise gecekondular, köylüler. Tabii ikincisi kazandı. Çünkü ülkemizde apartman dairelerinde oturanlar hep zaman azınlık olmuştur. Seçimlerden önce Ertuğrul Özkök seçkinlerin oylarını CHP'ye vereceğini ama istikrar için AKP'nin kalmasını istediklerini, bunun da sağlıksız ve çelişkili bir düşünce olduğunu yazdı. Gerçekten varlıklı kesimler oy verirken sadece ekonomik etmenler etkili olmuyor. Şimdi kimileri Baykal'a öfke kusuyor. Tabii savaşların komutanları zaferden de, hüsrandan da sorumludur. Ancak CHP'nin asıl sorunu liderinden çok siyasal duruşundadır. Bu yeni de değildir. 1970'li yıllar haricinde CHP hep tuzu kuruların partisi olmuştur. Tuzu kuru ya