Gösterge Yeni hazırlanan anayasanın daha özgürlükçü olacağı savıyla son günlerde bazı siyasiler büyümenin hızlanacağını savunuyor. Yürürlükteki Anayasa 12 Eylül'ün yasakçı izlerini taşırken, bu hükümetin de kişi başına 10 bin dolarlık hedefi (ya da hayali) bulunuyor. Ancak yeni anayasanın daha özgürlükçü olduğuna karar verebilmek için taslağın içeriğinin epeyce irdelenmesi gerekiyor. Özgürlüklerle ekonomik kalkınma ilişkisi liberalizmin temel savunularından biridir. Tabii burada asıl kasıt ekonomik özgürlüklerdir. Ancak liberalizm özgürlükleri ayırmaz, sınıflandırmaz. Özgürlük tümüyle ya vardır, ya yoktur. Örneğin birey ekonomik özgürlüğe sahip olursa ortaya çıkan rekabet hem ekonomik dengeyi, hem de kalkınmayı beraberinde sağlar. 1987'de ölen Kanadalı siyaset bilimci C.B. Macpherson'un bu konuda iki mükemmel eseri vardır: 1) Demokratik Teori, 1973 ve 2) Liberal Demokrasi'nin yaşamı ve zamanı, 1977. Bir anayasanın özgürlükçü olmasıyla özgürlüklerin sağlanması ya da yerleşmesi ayrı şeylerdir. Anayasalarına bakıldığında son derece özgürlükçü görünen ama aslında yurttaşlarına bu özgürlükleri çok gören birçok ülke vardır. Çünkü toplumsal refleksler her ülkede aynı yapıda değildir.
Gösterge Durgunluğa gelince. Henüz bunun göründüğü tek alan emlak piyasası. Yani bu sektörde yaşanan durgunluk diğer kesimlere yayılmış değil. Tabii ilelebet yayılamaz da değil. Ancak böylesi bir yayılma riski kredi sorununa bağlıdır. Bankacılık kesimi, şu an yaşandığı gibi, kredileri kesmeye devam ederse emlak piyasasındaki sorun ekonominin her alanına yayılabilir. Bunun önlenmek içinde yegâne yol faizleri indirmektir. Bu ilaç da (ya da silah) FED'in elindedir. Malum FED önceki akşam gerekeni yaptı ve durgunluğun diğer kesimlere yayılmaması için emlak piyasasının ilacı olan faiz indirimini gerçekleştirdi. Mamafih, bu ABD'de enflasyon kaygılarının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. FED bu endişeyi hâlâ fazlasıyla taşıyor. Ama bu kaygı böylesi bir riskli ortamda ikinci plana düşüyor.Kimileri bunu Bernanke'nin piyasaların egemenliğine teslim olması olarak nitelese de FED'in küresel ve mali sorumluluklarından kendini soyutlaması düşünülemez. FED'in son faiz indirim kararının ardında küresel durgunluk mu, yoksa konut piyasasının neden olduğu bir kredi daralması olgusu mu olduğu hâlâ tartışılıyor. Hatta kimileri de bu durumu bir likidite sorunu olarak niteliyor. Ancak hemen
Gösterge Aslında FED'in bu kararı almakta bir hayli zorlandığı söylenebilir. ABD'de kimi ekonomik veriler ekonomide yavaşlama gösterse de (geçen ay istihdamda 100 bin artış beklenirken 4 bin eksilmenin açıklanması oldukça şaşırttı) henüz durgunluk konusunda net bir tablo yok. Bu nedenle, bu karar daha çok küresel piyasalarda ortaya çıkan likidite sıkışıklığından etkileniyor. Ancak oluşan bu durumun bankacılık kesimi üzerindeki olumsuz etkisi de göz ardı edilemez. Temmuz ayından sonra Avrupa'daki ve ABD'deki toplam bankacılık kesimi aktifleri hızla büyürken, vadesi dolan çek-senetlerin hızla tedavülden çekildiği gözleniyor. Yani kimse birbirinin senedini karşılamıyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin Merkez Bankası beklenmeyeni yaptı ve faizini indirdi. Bugün de ABD Merkez Bankası (FED) toplanıyor. FED'in gecelik borçlanma faizi düşürmesi bekleniyor. Üstelik haftalardır piyasalar bu beklentiyi fiyatlıyor. Nitekim yoğun biçimde dolardan çıkıp diğer para birimlerine yatırım yapılıyor. Çeşitli borsalarda toparlanmalar gözleniyor. Ancak FED de beklenmeyeni yaparsa ortalık bir hayli sarsılabilir. ABD ve Avrupa'daki bankaların aktif büyüklüğü 20 trilyon dolar kadar. Varlığa dayalı menkul
Gösterge Bununla beraber belki sıkı para politikası uygulanmasaydı, dış açık daha da büyük çıkacaktı. Ancak yılın geri kalan döneminde iki önemli gelişme olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Seçimler nedeniyle ertelenen harcamalar ramazanla itibariyle hızlanacak ve ithalat talebini etkileyecektir. Yani yılın ilk yarısına göre cari açığın kapanması değil, açılacağı varsayılmalıdır. Kaldı ki, kur geçen yılki düzeyine göre daha düşük bir düzeydedir.Bu tabloda birçok nokta göz çarpıyor. Birincisi, geçen yılın ilk yarısına göre ekonomik büyüme daha yavaş olmasına rağmen dış açık daralmamış. Yani reel kurun daha düşük bir düzeyde olmasının dış denge üzerinde çok ciddi zararı oluyor. İkincisi, ihracat hızla artıyor, hatta ithalatın da üstünde artıyor, ama bu hâlâ dış dengeyi sağlayamıyor. Yani aynı politikanın sapmadan devam etmesi gerekiyor. Cari dengedeki hizmetler dengesi hâlâ net döviz bıraksa da, döviz giderlerimiz giderek daha hızlı artıyor. Özellikle turizm giderleri çok hızlı gelişiyor. Bu da zamanla dış ticaret açığının bu kalemle kapatılamayacağını gösteriyor. Gelelim bu dış açığın kapatılmasına. Doğrudan yabancı yatırımlar gerçekten tahmin edildiği gibi dış açığın üçte ikisini bu
Gösterge Bu üretim sarkmasının hem fiyatlara etkisi olmaktadır, hem de refaha. Toplam tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 7.4 olarak gerçekleşirken, gıda ürünlerindeki fiyatlar yüzde 12'yi geçiyor. Öte yandan milli gelir düşük çıkıyor ve refah düzeyi etkileniyor. Gıda açığı ithalatla karşılanınca da dış denge olumsuz etkileniyor.Tarımda bu yıl ortaya çıkan yavaşlamanın temel nedeni kuşkusuz kuraklık. Nitekim Tarım Bakanlığı 40 ilden veriler toplayarak bu yıl kuraklığın verdiği zararı hesaplamaya çalışmış. Tarımın milli gelir içindeki payı geçen yıl yüzde 10'un altına düştü: Yüzde 9.2. Ancak bu hızlı düşüş yüksek düzeyde sanayileşmiş bir ülke olmamızdan kaynaklanmıyor. Tarımdaki üretim ve verimlilik artışı son derece düşük. 1990 yılından bu yana tarım yılda ortalama yüzde 1.6 büyüyor. Krizden bu yana ise bu büyüme ortalaması yüzde 0.9'a düşmüş durumda. Bu da gösteriyor ki, tarımda yanlış politikalar uygulanıyor.Örneğin uygulanan yanlış sulama yöntemleri hem verim kaybettiriyor, hem de kıt olan suyu heba ediyor. Üstelik küresel ısınmayla gelecekte su sorunu daha da büyüyecek. (Unutmayalım, ülkenin sahip olduğu suyun yüzde 70'i tarımda kullanılıyor)Oysa Türkiye'de tarımsal sulamada
Gösterge Açıklanan rakamlar birkaç noktaya işaret ediyor. Birincisi, büyümenin geçen yıla göre daha yavaş geçeceği anlaşılıyor. Ancak geçen yılın ilk çeyreğiyle (yüzde 6.4) bu yılın ilk üç ayı (yüzde 6.8) karşılaştırıldığında arada önemli bir fark görülmüyor. Hatta, aksine, ekonomi ısınmış bile görünüyor. Asıl fark yılın ikinci yarısında ortaya çıkıyor. Geçen yılın ikinci üç ayında büyüme yüzde 9.3'e çıkarken, bu yıl yüzde 3.9'da kalıvermiş. Diğer bir deyimle, bu yıl başka bir gelişme etkili olmuş, ya da farklı bir yapıya giriliyor.Biliyoruz ki, bu özel gelişme seçim ortamına girilmesi. Seçimler gerek tüketicilerde, gerek yatırımcılarda belirsizlik yarattığı için iç talep daralmış. Özellikle dayanıklı tüketim mallarına olan talep sarsılmış. Geçen yılın ikinci üç ayında yüzde 16 artan bu tüketim, bu yıl yüzde 9.3 daralmış. Önceki gün 2007 yılının ilk altı ayına ait büyüme verileri açıklandı. Malum büyüme en önemli ekonomik hedef. Üstelik Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girebilmesi için de zenginleşmesi gerekiyor. Kuşkusuz sıkı para politikası, yani Merkez Bankası'nın yüksek faiz uygulaması da özellikle kredili satışlar üzerinden dayanıklı tüketim malları talebini etkiliyor. Yani
Gösterge Mali krizden bu yana ülkemizde araç sayısı neredeyse yüzde 50 oranında artmış. Bu çok inanılmaz bir artış oranıÖ Bu artış süreceğine göre trafiğe bir çözüm bulmak gerekiyor. Ancak trafik yoğunluğunun tek etmeni artan araç sayısı değil. Kural dışı işleyen trafik ya da kimi zaman yanlış uygulamalar da trafiğin tıkanmasına neden oluyor. Örneğin hâlâ kent içindeki kazalar için trafik ekibinden kaza raporu gerekiyor. Bu durumlarda ekip kaza yerine ulaşıncaya kadar ana arterler felç oluyor. Kısacası, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi (yaralı ya da ölü olmayan kazalarda) sigorta şirketlerinin artık tarafların beyanını kabul etmesi gerekiyor. İstanbul'da trafik gün geçtikçe daha büyük azap haline geliyor. Her geçen yıl işimize zamanında gidebilmek için 10 dakika erken çıkıyoruz ve işten de eve 10 dakika geç varıyoruz. Ömrümüz trafikte geçiyor. Bir kentte araba trafiği çekilmez boyutlara geliyorsa elbette bunun araç sayısının çok olması ya da yolların yetersiz olmasıyla ilgisi var. Ya da her ikisiyle. Trafik tıkanmalarının bir başka nedeni de yol tadilatları. Bu inşaatlar çok uzun sürüyor. Örneğin İstanbul'da Tarabya sırtındaki kavşak çalışması tam bir yıldır bitmedi. Bunun makul
Gösterge Balığın pahalı olması tüketimin yoğun olmasından kaynaklanmıyor. Keşke öyle olsa. Ülkemizde balıkçılık riskli ve denizlerde balık giderek azalıyor. Bir yandan deniz kirliliği, diğer yandan aşırı ve yanlış yöntemlerle avcılık denizlerdeki balık stoklarını eritiyor. Bu nedenle son yıllarda giderek kültür balıkçılığı yaygınlaşıyor. Her yıl bu yolla üretim yüzde 10 oranında artıyor. Ancak şimdilik bu sadece Ege sularında ve Ege balıklarında gerçekleşiyor. Örneğin bu yaz tatilde Bodrum'da ancak kültür levreği ve çipurasıyla yetindik. (Zaten Türkiye'de kültür balıkçılığının yüzde 21'i çipura, 26'sı levrek, yüzde 53'ü de alabalık.) Kültür balıkçılığı gerçekten önemli bir kesim haline gelmiş durumda. İç tüketim henüz yeterince gelişmediğinden, daha çok bu balıklar ihraç ediliyor. Epeyce döviz de sağlıyor. Balık mevsimi açıldı. Açıldı açılmasına ama balığın bol olduğunu iddia etmek zor. Üstelik çok da pahalı. Lüferin tanesi 15 YTL. Çingenenin (palamutun bu mevsimdeki hali) çifti daha da pahalı. Herhalde balığın ucuzlaması için Ramazan'ı beklemek gerekecek. Bakalım o zaman balığı ucuz yiyebilecek miyiz? Ama Ramazan'da da balık nedense etin yerini tutmuyor. 2003 2004 2005 2006