Gösterge Gerçekten tüketici fiyatları ağustos ayında çok olumlu biçimde gelişti: artış yüzde 0.02 (on binde 2) oldu. Malum yaz aylarında "mevsimsel" olarak meyve sebze fiyatları düşer ve enflasyon verileri düşük çıkar. Sonra kışa girerken de yükselir. Ağustos verileri bu anlamda beklenen bir gelişme sanılabilir. Oysa ağustos ayında gıda fiyatları hiç de sanıldığı gibi düşük seyretmedi. Aksine, gıdanın, üretici fiyatları içinde yüzde 1.33, tüketici fiyatları içinde de yüzde 1.69 arttığı görülüyor. Hafta başında açıklanan enflasyon verileri piyasaları sevindirdi. Oysa biz önceki hafta bir yazımızda enflasyonla mücadelede ciddi riskler olduğunu belirtmiştik. Acaba yanıldık mı? Baştan belirtelim: Hayır. Gıdadaki bu artış son derece önemli. Çünkü kuraklık nedeniyle oluşan bu artış gelecek aylarda daha büyük sıkıntı verebilir. Malum, kışa girerken fiyatlar daha hızlı artacaktır. Tüketici fiyat endeksi içinde yüzde 29'a varan bu kalem Merkez Bankası'na da (MB) enflasyonla mücadelede sıkıntı verecektir. Kaldı ki, uzun süredir MB bu kaygıyı raporlarında belirtiyordu.Peki, ne oldu da ağustos ayında bu denli düşük bir enflasyon verisi oluştu? Yanıt gayet basit: Giyim kesimindeki yaz sonu
Gösterge Böylesi bir hedefin gerçekleşmesi (yani kişi başına milli gelirin 10 bin doları bulması) için 2008 ve sonraki yıllarda milli gelirin en az yüzde 9.5 büyümesi gerekmekte. Bu ise Türkiye ekonomi tarihinde, değil altı yıl, iki yıl üst üste bile gerçekleşmedi. Kısacası, böylesi bir hedef hiç de gerçekçi görünmüyor.İkincisi, rakamlar tutmuyor. Şu anda 400 milyar dolara yaklaşan milli gelirin 7 yıl sonra 800 milyar dolara ulaşması için yüzde 9.5'lik bir büyüme hızı da yetmez. Öylesi bir büyüme hızıyla milli gelir 2013 yılında ancak 730 milyar dolara ulaşabilir. 800 milyar dolara ulaşmak için ise yüzde 11'i aşan bir büyüme düzeyinin kesintisiz sürdürülmesi gerekir. Bu da dünyanın herhangi bir ülkesinde görülmemiştir. 60. hükümetin en büyük hedeflerinden biri 2013 yılında kişi başına gelirin 10 bin dolar olması. Hükümet programında bu açıkça belirtiliyor. 21 çeyrektir elde edilen ekonomik büyüme sürdürülerek 800 milyar dolarlık bir milli gelir amaçlanıyor. Bu mümkün mü? Sanmıyoruz. Öte yandan, Türkiye'de nüfus artışı henüz durmamıştır. Bugün 72 milyon olan Türkiye nüfusu 2013 yılında 78 milyona yaklaşacaktır... Şu anda 5500 dolar kadar olan kişi başına milli gelirin 10 bin dolar
Gösterge Makroekonomik dengelerin sağlanması esas olarak Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanlığı'nda olacaktır. Londra'da bir yatırım bankasında görevli olan ve bu konuma getirilen Mehmet Şimşek bürokraside deneyimsiz olsa da daha etkili olacaktır. (Şimşek aslında çok şanslı. Eski Cumhurbaşkanı Sezer onaylasaydı şimdi sadece Merkez Bankası Başkanı olacaktı. Oysa Sezer onun önünü açtı, bakan oldu!) Ekonomiden sorumlu bakan konusunda son günlerde karışıklık var. Medya yoğun biçimde koordinatör bakanlığa gelen Prof. Nazım Ekren'le istikrar programlarını değerlendiriyor. Nazım Ekren daha önce partide Genel Başkan Yardımcısı'ydı. Bu anlamda siyaseten daha güçlü olduğuna kuşku yok. Ancak daha önce Abdüllatif Şener'in de aynı konumda pek etkin olamadığını unutmayalım. Tabii bir de deneyimli Maliye Bakanı Kemal Unakıtan var. Unakıtan vergi ve özelleştirme konusunda yetkili olsa da makro dengeler konusunda şimdiye dek etkili olmadı. Bakanlar arasında yetki çatışması bu nedenle bir ölçüde kişiliklere, bir ölçüde de Başbakan'ın vereceği sorumluluk tanımlarına bağlı olacaktır. Hepsinden öte bu bir politika değişimine bağlı olacaktır ki, hükümet programında bu görünmüyor. Kaldı ki, uluslararası
Gösterge O kurultayda toz duman içinde bir konuşma yaparak seçim yenilgisinin toplumsal nedenlerine işaret etmek istemiştik. CHP Çankaya'da, Kadıköy'de ve Karşıyaka'da güçlü görünürken, yoksullar CHP'ye oy vermemişti. Seçmeni ve aday kadroları yaşlanmıştı. Parti tabanını uyandırmak için, bu nasıl sol parti, diye çıkış yapmıştık. Aradan tam 8 yıl geçti, yine benzer bir sonuç alındı. Dar gelirliler CHP'ye oy vermedi. Ama eğitimliler, üst gelir grupları CHP'ye daha fazla oy verdi. 1999 seçimlerinden CHP baraja takıldığında Genel Başkan Deniz Baykal istifa etmiş ve olağanüstü kurultay toplanmıştı. Kuşkusuz seçim yenilgilerinin başlıca sorumluları liderlerdir. Fakat o tarihte gelinen noktanın doğru dürüst bir değerlendirmesi yapılmamıştı. Kısacası, bugün CHP'nin geldiği noktayı liderin imajına bağlamak bir kaçıştır, kolaycılıktır. Kuşkusuz CHP'nin demokratik olmayan iç yapısı ya da liderinin toplumda yarattığı imaj seçim sonuçları üzerinde etkili olabilir. Ama seçmen tablosunda görülen bu asimetrik durum, aslında sorunun ne denli ideolojik olduğunun açık bir göstergesidir. CHP mevcut söylemiyle hedeflediği seçmen kitlesinden oy alamamaktadır. Sorunun özü de buradadır. 2004 yılında bu
Gösterge Su masa, sandalye yahut herhangi bir gıda değil. Tüketmeden yaşamak mümkün değil ve ikamesi de yok. Dolayısıyla sadece fiyat mekanizmasıyla suyun verimli kullanılması düşünülemez. Açıklayalım. Diyelim ki, suya büyük bir zam yapıldı. Böylece tüketim düştü. Bu durumda yoksullar nasıl su tüketecek? Susuz yaşanamaz ki.. Bu durumda tek çözüm olarak suyun karneye bağlanarak herkese az miktarda sağlanmasıdır. Tabii su eğer her bir kişiye yetecek kadar kalıyorsa. Kalmıyorsa sorun yine ekonomik yöntemlerle çözülemez. Yani yeni su kaynaklarının sağlanması şarttır... Ekonomi kıt kaynakların yönetiminin bilimidir. Ankara'da su yok. Birçok başka kentte de su sıkıntısı çekiliyor. Su da nihayet bir varlık. Peki sıkıntısı çekilen ya da kıt olan bir varlığın ekonomik yöntemlerle yeterli hale gelmesi mümkün müdür? Hemen belirtelim ki, Türkiye sanıldığının aksine su zengini olmayan bir ülkedir. Ancak su fakiri de sayılamaz. Türkiye su kaynaklarını doğru değerlendirir ve suyu verimli kullanırsa susuzluk çekmeyecektir. Su kaynaklarının doğru değerlendirilmesi de suyun taşınmasını gerektirir. Suyun taşınması da son derece külfetlidir. "Nitekim taşıma suyla değirmen dönmez" denir. Ama başkaca
Gösterge Her ikisinin de ciddi enflasyon kaygıları sürerken bu likidite yardımı temel olarak piyasalardaki likidite sıkışıklığını gidermeyi amaçlıyordu. Buna merkez bankalarının en son borç veren görevi deniyor. Ve bu son derece önemli bir görev.Piyasalar yatışmayınca FED ikinci bir silahını daha kullandı ve borç verme oranını düşürdü. Böylece yaşanan karışıklık karşısında FED kayıtsız kalmayacağını (üstelik bir açıklamayla) göstermiş oldu. Demek ki, enflasyon önlenmeye çalışılırken bile merkez bankaları için piyasaların kargaşası öncelik taşıyor. Aslında bu yumurta-tavuk hikâyesi gibidir. Piyasa istikrarı olmadan fiyat istikrarının sağlanması mümkün değildir. Yahut da tersi.Alınan tedbirlerle küresel dalgalanmaların epeyce yatıştığı gözleniyor. Dün kur düşerken, borsa toparlanıyor, faiz de bir miktar gevşiyordu. Ancak kalıcılık konusunda bir yargıya varmak için henüz erken. Çünkü kredi bataklarının mali kurumlar üzerinde ne denli hasar yarattığı tam olarak bilinmiyor. Geçtiğimiz hafta uluslararası mali piyasalarda ciddi biçimde oynaklık başlayınca önce Avrupa Merkez Bankası, ardından da Amerikan Merkez Bankası (FED) piyasalara "belli" ölçülerde ve "geçici" olarak likidite verdi.
Gösterge FED sub-prime işindeki kayıpların 50-100 milyar dolar arasında olacağını, abartılmaması gerektiğini düşünüyor. Şimdiye kadar patlayan batık henüz 10 milyar doları bulmamış durumda. Yani daha çok yolumuz var. Üstelik üst (prime) mortgage'lar da bu gelişmeden etkilenebilir.Bu ara dolar hızla değer kazanıyor. Çünkü böylesi krizlerde dolar hep sağlam sığınak olarak görülür. Kimi ABD hazine bonolarına, kimi de zayıf kurumsal bonolardan sağlam kurumsal bonolara kayıyor. Fakat asıl riskin ABD'de olduğu gözden kaçmamalı. Şimdilik çıkışlar gecelik yüksek faiz elde edilen sterlin, Avustralya ve Yeni Zelanda dolarında gözleniyor. Diğer yandan da Japon yenine talep artıyor. Kısacası carry-trade pozisyonları kapatılıyor ve bir borç hafiflemesi (deleveraging) yaşanıyor. Bu yaşananları kredi kesilmesi (credit-crunch) saymasak bile, kredi daralması (credit-squeeze) saymalıyız. Örneğin önceki hafta Chrysler'ın ve Alliance Boots'un satın alma finansmanları sürecinde karşılığında sağladıkları borç senetleri oluşturulamadı. Yine aynı biçimde geçen ay US Foodservice işi gerçekleşmedi. Baring Asset Management ise son iki ayda 17 milyar dolarlık 28 kurumsal tahvil ve kredi anlaşmasını iptal
Gösterge FED'in açıklamaları öncesinde mali piyasalar yıl sonundan önce bir, gelecek yılın da Mart toplantısında bir diğer faiz indirimini tam olarak fiyatlamıştı. Ancak açıklamalar bu beklentileri belirsizliğe itmiş görünüyor. Dalgalanmanın ana nedeni de bu.ABD'de faizler bundan iki yıl önce yüzde 1'e kadar inmişti. Hızla bu düzeylere çıktı. Bu faizlerin konut kredilerini ve konut piyasasını etkilemesi de kaçınılmaz. Yaşanan da buradan kaynaklanıyor. Konut piyasasındaki çöküş yeni konut üretimini geçen yıl öylesine düşürdü ki, milli gelir, olması gerekenden yüzde 1 daha düşük oluştu. Böylece satışta bekleyen konut stoku son 15 yılın en yüksek düzeyine gelmiş durumda. Satılamayan konutlar kredilerin bir yandan ödenememesine, diğer yandan da geri çağrılmasına neden oluyor. Bu alenen bir durgunluk.. Tüketici harcamalarının bu yılın ikinci çeyreğinde yıllık bazda sadece yüzde 1.3 arttığı gözleniyor. Bu da 2005'ten bu yana en düşük artış oranı. Araba satışlarında olsun, sanayi eğilim anketleri olsun, düşüşler durmuyor. 7Ağustos tarihindeki FED toplantısında faizler yine değiştirilmedi ve yüzde 5.25'te bırakıldı. FED hâlâ enflasyonist eğilimlerden kaygı duyuyor. Temel odağının da