Salı akşamı ABD Merkez Bankası FED kısa vadeli gösterge faizini (yani piyasalara borç verme faizini) 75 baz puan indirdi; böylece faiz yüzde 2.50 oldu. Oysa piyasaların beklediği indirim 100 baz puandı (yani yüzde 1). Buna rağmen piyasaların morali düzeldi ve borsa yükseldi.
Çünkü dün iki büyük yatırım bankasının ilk 3 aya ilişkin bilançoları, beklenenin aksine, oldukça olumlu açıklandı. Ne Goldman Sachs ne de iflasın eşiğine geldiğine dair sık sık adı geçen Lehman Brothers’ın batma riski içinde olmadığı anlaşıldı.
Bu gelişmeler de gösteriyor ki, ortada müthiş bir güvensizlik ve belirsizlik var. Anlaşılan şu anda ABD’de yaşanan sıkıntının nedeni faizlerin yüksekliği ya da kredi maliyetleri değil. Asıl sorun, piyasalarda güvenin aşınması ve mali sistemin sistemik olarak çökmesinden korkuluyor. Bu nedenle FED ve ABD Hazinesi’nin önümüzdeki günlerde ele alması gereken önlemlerin bunlara odaklanması şart.
Etkileri zaman alacak
ABD’de faizler bir hayli indi. Ancak para politikasının
Geçen hafta sonu Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılma istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açması üzerine siyasal gündemin ana maddesi de bu oldu. Bir kesim bunu büyük bir sevinçle karşılarken, diğer bir kesim bunun ne denli hata olduğunu tartışıyor.
Sevinenler bunun AKP’den kurtulma fırsatı olduğunu düşünüyor. Hata olduğunu düşünenler ise AKP’nin büsbütün güçleneceği kaygısını taşıyor. Fakat kimse bu hareketin sonunda AKP dışında bir seçeneğin toplumsal tabanda güç kazanacağını düşünmüyor. Oysa asıl açmaz da bu. Diyelim AKP kapatıldı, sonra ne olacak? Daha kötüsü, dava açıldıktan sonra ya AKP aklanır ve kapatılmazsa ne olacak?
Koca cumhuriyet tarihi siyasetinde artık şu dersin alınması gerekiyor. Hangi siyasal partiye yasak getirilmişse, altına gübre atılmış ekin gibi daha hızlı büyüyor. Serbest Fırka böyle olmadı mı? Yerine çok daha güçlü Demokrat Parti çıktı. Sonra Demokrat Parti kapatıldığında daha güçlü bir Adalet
Cuma akşamı Yargıtay Başsavcısı AKP’nin kapatılma istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açınca siyasal gündemin ana konusu bu oldu.
Hafta sonunda hemen herkes piyasaların pazartesi günü nasıl açılacağını merak etti, tahminler yürüttü. Profesyonel finansçıların beklentisi YTL’nin dolar karşısında 1.25’e, amatörlerin ise 1.30’a kadar düşeceği biçimindeydi. Açılış her iki beklentinin arasında oldu. Ancak borsada daha sert satışlar gözlendi.
Kimileri yaşanan bu gerginliğin tamamını AKP’nin kapatılma istemine bağlıyor. Hatta bu nedenle de Yargıtay eleştiriliyor. Ancak yaşanan gerginliğin tamamı bu süreçten kaynaklanmıyor. Nitekim cuma akşamı davanın açıldığı sıralarda döviz kurunda çok az bir değişiklik olmuştu. Aslı değişiklik ise ABD’den gelen bir başka önemli haberle başladı.
FED teyakkuz halinde
Cuma günü New York’un tanınmış yatırım kuruluşlarından Bear Stearns’ün mali durumunun öylesine bozulduğu anlaşıldı ki, tam bir iflas haline geldi. Borsada şirketin hisse senedi fiyatı yarı değerine
Gösterge Çünkü Türkiye 1994 yılında dış açık nedeniyle krize girdi. Ders alınmadı, 2000 yılında yine krize girdi. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, yine ders alınmamış. Hatırlayalım her seferinde bazı kesimler, hatta birçok uzmanlar dövizde sorun olmadığını söylemiş, ama hiçbiri bağıra bağıra gelen krizleri engelleyememiştir. Tekrarlayalım; bir ülkenin dış açık vermesi olumsuz bir şeydir. Bunun şu veya bu biçimde finanse edilmesi de bu gerçeği değiştirmez. Sadece hasta kemoterapiyle ayakta duruyor demektir. İkincisi, dış açıkla kalkınmış bir ülke örneği yoktur. Aksine, hızla kalkınan çoğu ülke dış ticaret fazlasıyla bunu elde etmiştir. Temcit pilavı gibi aynı şeyi tekrar etmenin bir faydası yok sanılmasın. İdeolojik olarak çok karşı olduğum biri olan Alpaslan Türkeş'in çok doğru bir sözü belleğimde yer etmiştir: "Bir gerçeği anlatmak istiyorsan, onu çok sık sile getir, defalarca başkalarına anlat" demiştir. Bizde de dış açık konusu böyle. Bu sorunun vahim noktaya geldiğini her fırsatta dile getirmeliyiz. Birincisi, öteden beri dış açık denilince akla cari açık geliyor. Yani konuya bir döviz (gelir-gider) sorunu olarak bakılıyor. Oysa bir ekonomistin konuya dış ticaret açığı, yani kendi
Gösterge Kuşkusuz bu rekorların gerisinde ortak bir nokta var. O da ABD'de durgunluk emareleri giderek güçlense de henüz dünya bundan tümüyle sarsılmış değil. Diğer bir deyimle, dünya ekonomisinin lokomotifi olan ABD küresel ekonomiye henüz fren yaptırmış ya da vites küçültmüş görünmüyor. Çünkü dünyada talep düşseydi, petrol ya da altın gibi emtia fiyatları da düşmeye başlardı. Örneğin dün ABD'de dayanıklı mal siparişlerinde yüzde 5.3'lük bir düşüş olduğu açıklandı. Üstelik sadece yüzde 4'lük bir düşüş bekleniyordu. Yani gelişmeler beklenenden de kötü oldu. Ama bu varlık fiyatlarındaki uçuşu durdurmadı. Dün mali piyasalarda rekor üstüne rekor vardı. Altın, petrol ve euro tarihin en yüksek değerlerini gördü. Euro 1.5083 dolara kadar çıktı. Petrolün varili öteden beri beklendiği gibi 100 doları, hatta bir ara 101 doları aştı. Altının ons fiyatı ise, henüz 1000 doları bulmasa da, dün 957 doları aştı. Tabii bir konu daha var. ABD Merkez Bankası faizleri indirmeye devam edeceğini sık sık dile getiriyor. Dolayısıyla bu varlıklara olan kredili talep, yani bir anlamda spekülasyon sürüyor. Petroldeki son fiyat artışını kimi yorumcular doların değer kaybına bağlıyor. Bundan haklılık payı
Gösterge Son yıllarda enflasyon hızla düştü. Büyüme yükseldi ama işsizlik oranı düşmedi. Üstelik şimdi yükseliyor. Aşağıdaki ilk tabloda 2007 yılında çalışabilir nüfusun bir önceki yıla göre yüzde 1.2 artmasına rağmen istihdam sayısında yüzde 1.8 azalma olduğu görülüyor. Yani hem emek arzı artmış, hem de emek talebi düşmüş. Daha geçen yaz başında işsiz sayısı 2.1 milyon kişiydi. Yıl sonunda ise işsiz sayısı 2.4 milyona yaklaşmış. Tarım dışı istihdam verilerinde bunun nedenleri açıkça görülüyor. Emek talebinde belirgin bir düşüş var. 2007 Şubat'ından temmuz ayına dek emek talebinde hızlı bir yükselme gözleniyordu. Fakat temmuz ayından sonra işler değişmiş; emek talebi, yani istihdam düşmeye başlamış. Bu da sanayi kesimindeki üretimin yavaşlaması ve yatırımların düşmesinden kaynaklanıyor. Geçenlerde TÜİK açıkladı. İşsizlik yine artmaya başladı. Oysa toplumsal sorunların en büyüğü ve en acı çektireni işsizliktir. Asgari ücrette olan birinin hiç olmazsa bir geliri varken, işsiz açlığa mahkûmdur! Türkiye'de de bu sorunun radikal dinci gelişmeden bölücü Kürtçü faaliyete kadar birçok akımı beslediği malum. Muhafazakâr iktisat görüşü ise fiyat istikrarının sağlanması halinde büyümenin
Gösterge Raporun içeriğine şaşırmadık tabii. Malumu ilan etmekten başka bir şey değil. Şaşırdığımız, bir finans kuruluşunun ilk defa bir riski ikaz etmesi. Çünkü malum, finans sektörüne bir riski işaret ettiğinizde hemen yaftayı yapıştırırlar: Felaket tellalı!Öteden beri yazıyoruz; 2008'in finansmanı sanıldığı kadar kolay olmayacak. Hele 2009 yılında işler daha da zor olacak. Çünkü hem petrol fiyatları nedeniyle dış açık giderek büyüyor, hem de dünyada para bolluğu sona eriyor. Kısacası, petrol fiyatları yeniden 40-45 dolar mertebesine inmeden büyüyen bu cari açığı ilelebet finanse etmek olanaksız. Geçen hafta sonu yatırım kuruluşu Raymond James bu yıl dış açığın finansmanında yaşanabilecek sorunlara işaret eden bir rapor yayımladı. Hem şaşırdık, hem de şaşırmadık. Konuyu açalım. 2007 yılında 38 milyar dolarlık dış açık oluştu. 20 milyar dolar kadar net doğrudan yatırım çekildi. 700 milyon dolar kadar net portföy yatırımı ve 30 milyar dolar kadar da net kredi alındı. Bunların toplamı 50 milyar doları buluyor. 12 milyar dolarlık rezerv takviyesini ve 400 milyon dolarlık net hata noksanı bir kenara koyarsak, 38 milyar dolarlık finansman kaynağı ortaya çıkmış oluyor. Şimdi burada
Gösterge Unutmayalım ki, bu programda aslında yüksek büyüme hızı hedefi yok. Üstelik hem sıkı para, hem de sıkı maliye politikası uygulanırken büyüme hızı düşer. Buna rağmen krizden bu yana Türkiye ekonomisi oldukça yüksek bir büyüme performansı gösterdi. Kuşkusuz bu çok olumlu küresel konjonktüre ve inanılmaz miktarlarda giren yabancı sermayeye bağlı olarak oluştu. Uygulanan program sürecinde oluşan büyük dış açığın finansmanı bu nedenle şimdiye dek sorun olmadı. Krizden bu yana uygulanan programın ana hatları belli. Sıkı para politikası enflasyonu indirecek. Sıkı maliye disiplini de hem enflasyonu indirecek, hem de borçları. Bu arada esnek kur sistemi de dış dengeyi sağlayacak. Yani hem dış, hem de iç fiyat dengesi sağlanmış olacak. Ancak şimdi iki önemli küresel değişiklikle karşı karşıyayız. Birincisi, dünyadaki hızlı büyüme iklimi değişiyor. İkincisi, buna bağlı olarak gelişen likidite bolluğu sona eriyor. Yani hem ihracatta eskisi kadar olumlu performans zor görünüyor, hem de büyüme hızının yavaşlaması kaçınılmaz. Üstelik çok ciddi bir dış açık sorunu oluştuğundan bunun finansmanı sıkıntı yaratabilir. Daha da ötesi, bu finansmanı sağlayacak olan yabancı bankalar sıkıntıya