Son günlerde piyasalarda oluşan bozulmayı kimi kendini liberal sayan kesim, kimi de dinci-muhafazakâr kesim Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması istemiyle açtığı davaya bağlayıverdi. Hatta bas bas bağıranlar var:
“Bak ne oldu, yazık değil mi bozulan istikrara! diye”. Utanmasalar 2007’nin düşen büyüme oranını da bu adamın sırtına bindiriverecekler.
Sanki ekonomide her şey güllük gülistanlıktı, bir anda savcının açtığı davayla her şey yerle bir oldu.
Son iki gündür piyasalar hareketli. Borsa canlandı. Dolar 1.34 YTL’den 1.29 YTL’ye düştü. Yani TL değer kazandı. Acaba Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatmayacağı yönde bir açıklamada mı bulundu, da biz duymadık! Kimse kimseyi aldatmasın; bu davayla piyasaların şu anda yaşadıklarının ilgisi yok denecek kadar.
Yabancılar henüz pek aldırmış değiller. Piyasaları asıl bozan küresel gelişmeler. Yatırım bankaları konut sektörü nedeniyle büyük darbe yedi. Türkiye de bundan fazlasıyla nasibini aldı. Çünkü Türkiye’nin dış açığı
Dolar kısa sürede 1.15 YTL’den 1.32’ye geldi. Bir zamanlar maaşını alan döviz bürosuna gider, parasıyla dolar alır ve gerektikçe bozardı. Böylece hem parasının değerini korur, hem de kimi zaman para kazanırdı. Bu âdet ilkönce 2000 yılında kura dayalı istikrar programına geçildiğinde, sonra da dalgalı kura geçilmesiyle tamamıyla sona erdi. Ulusal paranın dolar karşısında değeri inip çıktıkça vatandaşın başı döndü ve birçoğu bu âdeti bırakarak TL varlıklara geçti.
Bununla beraber, öteden beri eski alışkanlıkla döviz bulunduran, gerektikçe bozup harcayan, ya da borcunu ödeyen büyük bir kitle hâlâ duruyor.
Bu kitlenin 90 milyar dolardan fazla dövizi kalmış durumda. Belki sürekli olarak dolar alma alışkanlığından vazgeçtiler ama tasarrufları elden çıkmış değil ve hâlâ zaman zaman bankacılık sistemini kullanarak bu dövizleri bozuyorlar. Tabii bu da kurun düşmesine neden oluyor.
Üstelik bunu sadece vatandaşın mevduatı olarak da görmek yanlış. Döviz kredisi alıp da bu
Dün sabah saatlerinde TÜİK 2007 yılına ait büyüme rakamlarını yayımladı. 2007 yılının son çeyreğine ilişkin büyüme beklentisi yüzde 4.9’du. Gerçekleşme yüzde 3.4 oldu, yani tahminlerin 1.5 puan altında kaldı. Buna bağlı olarak, 2007 yılına ait büyüme beklentisi de yüzde 5 kadardı. Gerçekleşme yüzde 4.5’te kaldı. Kısacası, piyasalar hâlâ hükümet ve ekonomik performans konusunda iyimserlik içinde. Oysa gerçekler artık farklı.
AKP hükümetinin iktidara geldiği ilk yıllarda büyümenin çok yüksek seyrettiğini biliyoruz. Özellikle 2004-2005 yıllarında milli gelir ortalama olarak yüzde 9 büyümüştü. Bu da elbette küresel likidite bolluğuyla elde edilmişti. Fakat 2006 yılında küresel çalkantının çıkmasıyla yön değişti, büyüme düşmeye başladı. Üstelik bu küresel çalkantı 2006 yılının ikinci yarısında çıktı ama Türkiye ekonomisini hemen etkisi altına aldı. Ters yönde esen bu küresel rüzgârın olumsuz etkilerinin
Fransızların sürrealist şairi Rene Char, “Hatasız bir insan kıvrımları olmayan bir dağ gibidir. Hiç ilgimi çekmez” demiş. Çok doğru. Bizi insan yapan hatalarımız değil mi? Ancak hatayı ne kadar yaparsak o denli de ilginç olmayız.
Bir şair ile ekonomistin ayrıldığı eşik herhalde bu olsa gerek! Hoşgörünün de bir sınırı var; bu da hatanın boyutuna ve tekrarına göre değişir.
İskoç tarihçi Thomas Carlyle ise “Hataların en büyüğü bunların hiçbirinin farkında olmamaktır” demiş. Hata kimi zaman yapan kişi tarafından fark edilir. Kimi zaman edilmez ve ikaz edilir. Ancak bunları duymaya hazır olmak gerekir. Eğer “Yoğurdum kara diyen olmaz” atasözünde olduğu gibi, kendinizi hatasız sanırsanız batarsınız.
Kimi insanlar masaya ayağını çarpar, sonra ayağı acıyınca masaya yahut onu oraya yerleştirene kabahat bulur. Tarih de hatalarını duymak istemeyen liderlerle doludur. Hatta bunlardan kimisi dehası nedeniyle ülkesini uzun süre yönetse de sonunda hüsrana uğramıştır. Çünkü her insan hata yapar.
223 milyar dolar
Sonunda Çalışma Bakanlığı ile sendikalar arasında yeni bir noktaya gelindi. Varılan uzlaşmanın tarafları ne denli mutlu ettiğini bilmiyoruz. Ama bilinen bir gerçek var ki, her yıl bütçeden sosyal güvenlik sistemine para aktarılan para yükseliyor. Ve sonunda sistem çalışamaz hale gelecek. Eski milli gelir serisine göre bu açık neredeyse milli gelirin yüzde 4.5’i ediyor. Yeni seriye göre de yüzde 3’ü. Bu çok yüksek bir oran ve haliyle bütçeyi bir hayli sıkıntıya sokuyor.
Elbette ilke olarak bütçeden sosyal güvenliğe para aktarılabilir. Denilebilir ki, çalışırken çok az para kazanıp sosyal güvenlik sistemine yeterince katkıda bulunamayan emekliliklerin mağdur olmaması için bütçeden pay ayrılmalı. Ancak bu sınırsız olamaz. Üstelik böyle bir sistem, herkese uygulanması halinde, yüksek ücretlileri kayıracağından adil olmayabilir.
Açıklar çift taraftan
Sosyal güvenlik sistemindeki açıklar hem gelirlerin yetersizliğinden hem de giderlerin fazlalığından kaynaklanıyor. Gelirler az
TÜİK’in yaptığı gelir dağılımı araştırmalarında olumlu bir sonuç görülmüştü. 2002 yılından başlayarak 2005 yılına dek gelir dağılımında sürekli bir iyileşme gözlenmişti.
Krizle beraber çok bozulan gelir dağılımı faizlerdeki hızlı inişle en varsıl kesimi aşağıya çekmiş ve istihdamın yeniden canlanmasıyla da yoksulluğu azaltmıştı. Böylece her yıl gelir dağılımı bir ölçüde düzelme göstermişti.
Yükseler ve Türkan’ın TÜSİAD araştırmasında da 2002-2006 döneminde hane halkının harcama yapısında da değişimler olduğu görülüyor. Gıda harcamaları azalırken, ulaştırma masrafları artmış. Ancak bu kısmen artan enerji fiyatlarına bağlanabilir. Öte yandan, 2002-2004 ortalamasına göre (yüzde 17) tasarruf eğilimi 10’a düşmüş. Yani vatandaş fütursuzca bir tüketim eğilimine girmiş. Bunun karşılığında da olasılıkla hem bireylerin borçları artmış, hem de devletin
.
En büyük yoksulluk tarımda
Bireylerden yoksullar sadece borçlanarak geçiniyor. Toplumun yüzde yarısının geliri
TÜSİAD geçen hafta son derece önemli bir araştırma yayımladı: Türkiye’de hane halkı (işgücü, gelir ve yoksulluk açısından analizi) Araştırmayı ele alan Zafer Yükseler ve Ercan Türkan’ı kutluyoruz. Gerçekten kapsamlı bir derleme yapılmış.
Önce şu gerçeği koyalım; Türkiye’nin nüfus yapısı hâlâ çok genç. 15 yaşın altındaki nüfus AB’de yüzde 16 iken, Türkiye’de yüzde 29. Yani neredeyse 2 kat. Malum bunun da birçok sonuçları oluyor.
İşsizlik oranı ise aşağılarda gözleniyor. Çünkü işgücüne katılım düşüyor. 2002 yılında yüzde 44.4 olan istihdam oranı, o denli büyümeye rağmen 2006 yılında yüzde 43.2’ye gerilemiş. Bunun da temel nedeni kadın işgücünün giderek iş piyasasından çekilmesi. Bunun temel nedeni, kadınların tarımda çalışma olanağı bulurken kentlerde bulamaması. Tabii siyasal değişim de buna katkıda bulunuyor olabilir.
Tarım çöküyor
Malum, tarımda çok hızlı bir istihdam
Bundan bir süre önce üç bakan (Başbakan Yardımcısı Nazım Erken, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan) basının önüne çıktı ve küresel gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerinde etkili olmayacağını, makro dengeleri sarsmayacağını söyledi.
Bununla da yetinmediler; yeni milli gelir rakamlarıyla kamu borcunun aslında milli gelir içinde daha düşük bir paya sahip olduğunu, cari işlemler açığının da oransal olarak küçüldüğünü, kaldı ki çeşitli önlemler alındığını iddia ettiler.
Bu arada yeni milli gelir serileriyle Türkiye’nin kredi notunun yükselmesi gerektiğini ve bunun için girişimlerde bulunacaklarını belirttiler. Kısacası, her şeyin olumlu olduğunu, yapının sağlam olduğunu savundular. Yani bakanlara göre, ABD’de oluşan mali depremin Türkiye’ye etkisi sınırlıydı.
Ekonomi sağlam demişlerdi
Ancak çok geçmedi ertesi hafta Yargıtay Başsavcısı AKP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde bir dava açtı. Bunun üzerine söylemler birdenbire