Pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na bilgi vermek üzere çağrılan Merkez Bankası Başkanı tam 5 saat bekletildikten sonra içeri alınmış.
Merkez Bankası’nın görevi gereği yılda iki kez hükümete bilgi vermesi gerekiyor. Ancak devlette görev yapmış herkes bilir ki, bu denli bekletilmenin anlamı bellidir. Üstelik bir açıklama gelmediğine göre, Ankara’da bir başka gerginlik gözleniyor.
Bu gerginliğin bazı yansımaları da olacaktır. Yabancı yatırımcılar bir ülkedeki mali piyasaların patronunun sıkıntıda olmasından kaygı duyar. Özellikle Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı bunu çok iyi bilir.
İçeriden sızan bilgilere göre, toplantıda hükümet üyeleri Merkez Bankası Başkanı’nı çeşitli konularda sorularla sıkıştırmış. Bu tarafı gayet normal. Ancak sunumun oldukça uzun ve teknik olması karşısında kimi hükümet üyeleri sıkılmış. Bu ise pek normal değil tabii. Küresel çalkantının neden ve olası etkilerinin hükümetçe anlaşılması şart.
Bir tek reel sektör riskli
MB dört sektörü
Geçen haftanın gündeminin ana konusu tarımdı. Tarım Bakanı Mehdi Eker bu yıl tarımda yüzde 10’a yakın bir üretim artışı beklendiğini müjdeledi. Ama biz bu müjdeye turp suyu sıkalım: Tarım geçen yıl da yüzde 7.3 küçülmüştü. Yani iki yılda tarım sadece yüzde 2.5 büyümüş olacak. Zaten 2006’da da yüzde 1.3 büyümüştü. Bunun anlamı şu: Ülkemizde kişi başına gayri safi tarımsal hasıla düşüyor.
Bu arada geçen hafta tarımla ilgili olarak TÜSİAD son derece doğru bir zamanda, hatta doğru kişilere yaptırdığı bir araştırmayı açıkladı. (E. Çakmak, H. Akder, H. Levent ve F. Karaosmanoğlu: Türkiye’de Tarım ve Gıda). Araştırmanın en önemli tespiti şudur: Türkiye’de son 40 yılda tarımın milli gelir içinde payının düşmesinin ana nedeni, sanayinin hızla büyümesi değil, tarımda büyümenin çok yavaş olmasıdır: Yüzde 1.3! Hale bakın, süt bile son 25 yılda yüzde 25 artmış!
Türkiye’de tarım verimsiz, etkin değil. Bu konu toplumsal olarak
Kuşkusuz Fenerbahçe, Beşiktaş ya da Trabzonspor Türk futbolunun önemli kulüpleri. Fenerbahçe güçlü bütçelerle ve kulübü geniş kitlelere açarak futbolda bir çığır açtı. Trabzon bir taşra takımı olarak Anadolu’ya onur kazandırdı. Beşiktaş mütevazı yönetim tarzını hiç kaybetmedi. Adeta düşmansız bir kulüp oldu. Ama Galatasaray hepsinden farklı olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Kuşkusuz futbol artık bir endüstri. Başarı da ekonomik hesaplar ve etkin yönetimle elde ediliyor. Doğru seçilmiş bir takım, doğru finansal ve teknik yönetim. Bunlar çok önemli. Ancak bir başka şey daha var. Hani “Her şey var, helva neden olmuyor?” derler ya... Bir şey daha var.
Ruh yoksa takım olunmaz
Futbol bir takım oyunu. Çok üstün bir takım olmak yetmiyor. Ruh ve birliktelik gerekiyor. İşte Fener’in bu uyumu olsaydı sezonu açık ara önde bitirirdi. İki yıl önce de.
Gençlik yıllarımda basketbol oynardım. Hatta gençler Türkiye şampiyonu bile olmuştuk. Milli Takım’a en fazla
Enflasyonla mücadelede gelinen nokta ortada. Hemen herkes Merkez Bankası’nı günah keçisi yapmış durumda. Merkez Bankası da cengâverlik yapıp tüm sorumluluğu üstleniyor. Hal böyle olunca hükümet de çalının arkasına sığınıveriyor. Oysa topluma karşı siyasal sorumluluk taşıyan, hükümet..
Hükümet hem 2007 yılında bir yandan mali disiplini gevşeterek, diğer yandan da sıkı para politikasına doğrudan ve dolaylı biçimde müdahale ederek enflasyonla mücadeleyi zorlaştırdı.
Mali disiplin olmadı ki
Oysa mali disiplin demek kamunun faiz dışı harcamalara özen göstermesi, hatta, durum vahimse, harcamaları enflasyondan daha az artırması (yani reel olarak düşürmesi) demektir. Mali disiplin salt bir bütçe dengesi demek değildir.
Mesela bugün olduğu gibi özelleştirme gelirlerinin bütçeye alınarak denge sağlanıyorsa bu çok mahzurludur. Çünkü bu gelirler bir kereliktir. Borç dinamikleri geçici olarak düzelir, hükümet böbürlenir ama zamanla açık yine ortaya çıkar.
Öte
Kimilerine göre bu hükümetin tek tutar tarafı mali disiplindi. Bunun göstergesi de IMF’nin koyduğu faiz dışı fazlayı tutturmasıydı. Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, hükümet 2003-2006 arasında ortalama milli gelirin yüzde 5’i kadar faiz dışı fazla yarattı. Yani faiz ödemeleri dışında harcamaları gelirinden az oldu. Böylece hem borçlar ödendi, hem de istikrar sağlandı. Ancak, özellikle 2007 seçimleriyle beraber, bu performans çok bozuldu.
Cumartesi günü de Maliye Bakanı Unakıtan orta vadeli mali stratejisini açıklarken, 2008 yılında faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 3.5’ine düşeceğini müjdeleyiverdi! 2009’da yüzde 3’e, daha sonraki yıllarda da kademeli olarak düşerek, 2012’de yüzde 2.4 olacakmış.
Anlaşılan bu konu IMF yetkilileriyle görüşülmüş ki, Dünya Bankası’ndan olumsuz bir tepki gelmedi. Tasarruftan harcamaya dönecek bu paranın nerede kullanılacağının önemine işaret etmekle yetindiler. Fakat gerek yurtdışından, gerekse yurtiçinden tepkiler
Geçen hafta Amerika’da mali piyasalar tam bir ralli yaşadı. Dolar, euro karşısında önemli bir yükseliş gösterdi. New York borsası da (Dow Jones Endeksi) toparlandı. Ancak bunun nedenlerini doğru anlamak gerekiyor.
Acaba sanıldığı gibi ABD derin bir durgunluk içinde mi değil? Konu abartılıyor mu? İşin doğrusu, Amerika’da mali piyasalarda zaten büyük bir çöküş yaşanmamıştı. Dow Jones daha 4 ay önce Aralıkta 13.500’ü kırdıktan sonra martta 12.000 altına, hatta 11.500 düzeyine doğru düşmüştü. Şimdi bu hafta ise yeniden 13.000’i kırdı. Bu çalkantı aşağı doğru yüzde 17, toparlanma olarak da yüzde 13. Yani büyük bir salınma yok.
Gelelim doların değerine. Daha 3 ay önce şubatta parite 1.45 düzeyindeydi. 21 Nisan’da ise dolar öylesine zayıflamıştı ki, parite 1.59 düzeyine kadar tırmanmıştı. Şimdi tekrar inişe (1.54) geçmiş görünüyor. Demek ki, dolar yüzde 9.5 değer yitirmiş, sonra da yüzde 3.2 değer kazanmış.
Bunlar ahmak mı?
Yani yakınılan, yıkılan durum bundan ibaret! O zaman ya
Enflasyonda hızlı bir yükselme olduğu ortada. Yılın ilk 4 ayında enflasyon 2005 yılında yüzde 1.55’ti. 2006 yılında bu yüzde 2.6 oldu. 2007 yılında yüzde 3.6, bu yıl da yüzde 4.82 oldu. Yani her yıl enflasyon yükselir oldu. Bu vahim bir durum tabii.
Bu durum son zamanlarda en çok gıda fiyatlarından kaynaklanıyor. Son 12 ayda gıda fiyatları yüzde 13.5, son 4 ayda da yüzde 9’dan fazla artmış. Kiralar da hızla artmaya devam ediyor. Son 12 ayda artış yüzde 15.2, son 4 ayda da yüzde 6’ya yakın.
Kira artışlarını iç talebi kısarak sonuç almak mümkün olsa da gıda farklı. Faizle konut talebi düşer. Ancak gıdanın yerini alacak, yani ikame edecek bir mal yok. Aksine, iç talep kısıldığında diğer tüketim kısılır ve gıda harcamaları artar. Bu birinci sınıf ekonomide okunan bir konudur.
2006 Temmuz’unda da 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 8, bono bileşikleri yüzde 19.9 kadardı. Merkez Bankası o dönemde faizleri yüzde 13.5’ten 17.5’e kadar kısa bir sürede yükseltti. Şimdi de 12 aylık enflasyon beklentileri yüzde 7-8
Sayın Merkez Bankası Başkanı, 30 Nisan 2008 tarihli enflasyon hedefinin açıklanan aralığının dışına çıkılması karşısında yasal yükümlülüğünüz nedeniyle yolladığınız mektubu aldık. Ancak dünyadaki son gelişmeler ve enflasyonla mücadelede gelinen nokta itibarıyla size bir yanıt verme gereği doğmuştur.
Öncelikle şimdiye kadar yolladığınız mektuplarda mali disiplinin sürdürülmesi konusunda uyarılarınıza rağmen faiz dışı harcamalardaki artışın ve para politikasına yardımcı olunmamasının yarattığı sıkıntının farkındayız. Hükümetimizin bu sorumsuzluğu açıktır. Özellikle 2007 yılında seçimler nedeniyle mali disiplinde yaratılan gevşeklik ve bir açık çıkmaması için özelleştirme gelirlerinin bütçeye gelir yazılmasının ne denli hatalı olduğu da anlaşılmaktadır. Kaldı ki, yeni milli gelir serileriyle faiz dışı fazla da düşük kalmaktadır.
Bununla beraber, dünyada gıda ve enerji fiyatlarındaki aşırı yükseliş nedeniyle enflasyon hedefi tam 3 yıldır tutmamaktadır. 2006 ve 2007 yıllarındaki gerçekleşmeler, hedefin iki