Önceki gün Türkiye Kamu-Sen TÜİK’ten aldığı enflasyon verileriyle geçinme giderlerini yeniden ayarladığını açıkladı. Buna göre, zorunlu tüketim harcamalarındaki artışlar memur maaşlarını aşmış ve yılın ilk 5 aylık döneminde 344 bin memur daha açlık sınırının altına düşmüş. Hesap şöyle:
Geçen yılın aralık ayında açlık sınırının altında (895 YTL) maaş alan memur sayısı 693 binmiş. Şimdi son verilerle açlık sınırı 977 YTL’ye çıkmış. Yani fiyatlar yüzde 9.1 artmış. Oysa memur maaşlarına yüzde 2-4 arasında zam yapılmış. Bu durumda memur maaşları yüzde 5-7 arasında enflasyona karşı ezilmiş ve tam 344 bin memur daha açlık sınırının altına düşmüş. Açlık sınırının altında olan memur sayısı 1 milyon 37 bin 343 olmuş.
Açlar hızla artıyor
Böylece 2007 yılının aralık ayında memurların yüzde 28.4’ü açlık sınırının altında maaş alırken, şimdi (2008 yılının mayıs ayında) memurların yüzde 42.5’i açlık sınırında olmuş. Yani ülkemizde memurların neredeyse yarısı aç! Geri kalanın da
Geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nin türbanı laiklik karşıtı bir simge olarak nitelemesiyle üniversitelerde serbestçe takılmasını sağlayan yasal düzenlemeyi iptal etmesi AKP’nin de kapatılacağı konusunda bir işaret vermiş oldu.
Böylece Anayasa Mahkemesi’nin nasıl bir yönelmede olduğu az çok ortaya çıktı. Yani bir anlamda belirsiz olan AKP’nin kapatılıp kapatılmayacağı konusu biraz daha belirgin hale geldi.
Bununla beraber, AKP’nin kapatılmasıyla Türkiye tam bir muamma içine girecek. Hükümet düşecek. AKP yeni bir partiye dönüşürken bütünlüğünü koruyabilecek mi? Zor. Erken seçime gidilecek mi? Zor. Yeni bir hükümet nasıl kurulacak? Bir koalisyon oluşabilir mi? Zor.
İşte tüm bu zorluklar Türkiye’yi bekliyor. Bunları aşmak için aklıselime ve uzlaşmaya gerek varken, iktidar çevrelerinden en olmayacak öneriler gelmeye başladı. Son derece zamansız biçimde ikinci meclis önerileri, siyasal iradeyi denetliyor gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ni ortadan kaldırma
Bir merkez bankasının başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, hiç kuşkusuz, daha önce koyduğu hedeflerin bir türlü tutmayıp sonunda yeni hedeflerin belirlenmesidir. Bizde de öyle oldu. Sonunda MB havlu attı ve hedefleri değiştirdi.
Tabii bu aslında kredibilite kaybı anlamına gelmesi gerek. Ama bizce bunda Merkez Bankası’nın hiçbir kabahati yok. Çünkü enflasyonun nedeni MB’nin gevşek para politikası izlemesi değil. Enflasyon küresel etmenlerden ve gevşek mali disiplinden kaynaklanıyor.
Nitekim 2002-2005 döneminde enflasyon gerçekleşmeleri konulan hedeflerin epeyce altında olmuştu. Ne nedenle olursa olsun o dönemde başarılı sonuçlar elde edilmişti. Hatta MB aslında daha düşük enflasyon gerçekleşmeleri elde edebilecekken, bir parça da çıtayı düşük tuttuğundan saygınlığını artırdı.
Gerçekten de elde edilen o durum bir yönüyle sıkı para politikasının bir sonucuydu. Özellikle 2004 yılında yurtdışından o denli büyük bir döviz akışı oldu ki, kur değer kazanırken enflasyon da düştü. Diğer
Türkiye tarımda kendi kendine yeten bir ülke diye bellemişiz bir kere. Bundan 30-40 yıl önce nüfus daha azken ve beslenme daha çok tahıla dayalıyken bu doğruydu. Ama artık değil. Türkiye giderek daha fazla gıda ürünü ithal ediyor. Tarımı hala önemli sayılan bir ülke için bu can sıkıcı bir durum.
Gerçi tarımsal ürünlerin gerek üretiminde, gerekse ihracatında da artışlar (resmi) istatistiklerde gözleniyor. Mesela aşağıdaki ilk tabloda fındıkta, hububatta, tütün ve yaş meyve-sebze ihracatında ciddi biçimde artışlar olduğu anlaşılıyor.
Bununla beraber daha orta dönemli bakıldığında geleneksel tarımsal ürünlerin ihracatında düşüş, diğer kalemlerde ise artışlar gözleniyor. Bu kalemler henüz küçük ama ilerisi için potansiyel oluşturuyor. Hububat, tütün, kuru yemiş, fındık ve zeytinyağı giderek önem yitirirken, yaş meyve-sebze, kesme çiçek önem kazanıyor. Yine yetiştirme balık ile orman ürünleri ihracatı da hızla gelişiyor.
Bu konu resmi TUİK verilerinde de gözleniyor.
Baykal ve CHP dün Urfa’daydı. Kalabalık bir heyetle Urfa’ya gelen Baykal’ı yeni GAP havaalanında coşkulu bir kalabalık ve uzun bir konvoy karşıladı. Yarım saatte gelinen yolu Baykal ancak iki saatte tamamlayabildi. Ancak gecikmenin bir nedeni de CHP Gençlik Kolları Genel Sekreteri’nin otobüs tepesinde köprüye çarparak can vermesiydi. Kaza tüm CHP’lileri üzdü.
Bu gezi aslında bir anlamda son yıllarda bölgede adeta silinen CHP’nin “Biz varız” dirilişiydi. Diyarbakır ve Urfa’da CHP’nin aldığı oylar yüzde 2 civarında. Her iki ilde toplam 21 milletvekilinin hiçbiri CHP’li değil. Nitekim Baykal konuşmasının başında “CHP burada var” diye başladı.
CHP: Güneydoğu’da varız
Bir süredir CHP lideri Baykal’ı gerek basın, gerekse parti içi muhalifler Güneydoğu’ya ayak bile basmadığı gerekçesiyle eleştiriyorlardı. Baykal Urfa ve Diyarbakır çıkarmasıyla eleştirilere yanıt vermeye çalıştı. “Biz varız!”
Aslında Urfa’da düzenlenen, tarım kurultayıydı.
Evet, Güneydoğu cayır cayır yanıyor. Ne terör ne de başka bir şey; Güneydoğu’daki yangının nedeni kuraklık. Köylü yanmış susuzluktan! GAP da tamamlanmadığı için bölge köylüsü neredeyse yaşama küsecek. Kimisi koyunlarını elden çıkaracak, kimisi de dayanamayıp belki tarlasını. Durum öylesine vahim! Bu yıl tarımsal maliyetler de çok yükseldiğinden köylü toprağa yatırdığını çıkaramayıp çok sıkıntı çekeceğe benziyor.
Yangın daha çok Urfa, Adıyaman, Diyarbakır, Mardin ve civarında hissediliyor. En çok da buğday üreticisini vuruyor. Çünkü sulu tarıma geçenler zaten buğdayın yanı sıra başka ürünlere kaymıştı. Üstelik buğdayda yetersizlik yapısal hale geldi.
Uzun yıllardan sonra geçen yıl Türkiye buğday ithal etmek zorunda kaldı. Çünkü köylü giderek daha az buğday ekiyor. Geçen yıl 50 bin hektar, yani 500 bin dönüm daha az buğday ekildi. Ve böylece son yıllarda buğday üretiminden çekilen arazi 1 milyon dönüme ulaştı.
Kö
Tarımda gelinen nokta gözden kaçmamalı. Tarım artık milli gelirin sadece yüzde 7’sini oluşturuyor. Oysa nüfusun üçte biri hâlâ tarımla geçiniyor. Daha doğrusu bir kısmı geçinemeyip sürekli kentlere göçüyor. Tarımda durum öylesine kötü ki, birçok tarla artık boş bırakılıyor. Köylerde yalnızca yaşlı insanlara rastlanıyor. Böyle bir kesimle de ne doğru dürüst hayvancılık yapmak mümkün, ne de doğru dürüst çiftçilik.
Oysa İngiltere’de tarım milli gelirin yüzde 2’sini oluşturuyor, ama tarımla geçinen nüfus da yüzde 2. Üstelik İngiltere’de gelir çok daha yüksek olduğu için çiftçinin durumu farklı. Tarımla geçinen nüfus 1 milyon kadar ve 55 milyar dolarlık hasıla yaratılıyor. Yani çiftçi başına 55 bin dolar elde ediliyor.
Verimlilik farkı
Dünyada tarımın en gelişmiş, en verimli yapıldığı ülke ABD. Fakat tarımın Amerikan milli geliri içindeki payı sadece yüzde 0,9.
İngiltere Başbakanı Gordon Brown (57) şanssız bir politikacı. Lider olmak için düştüğü siyaset serüveninde Tony Blair karşısına çıkınca ikinci adamlığı kabullenmek zorunda kaldı. Çünkü o hem Katolikti, hem de İskoç. Blair üç dönem başbakanlık yaptıktan sonra, artan siyasal baskılarla liderliği Brown’a bırakmak zorunda kaldı. Ama öyle bir zamanda bıraktı ki, bu kez de Brown’a emekli olmaktan başka çare kalmamış görünüyor.
Birincisi, İşçi Partisi üç dönemdir iktidarda. İngiltere tarihinde bir tek Thatcher’ın böyle bir rekoru var. Genellikle 8 yılda bir iktidar sağdan sola ya da soldan sağa el değiştiriyor. Buna “saatin pandülü” (swing of the pendulum) deniyor. Bir de haliyle iktidar yorgunluğu yahut yıpranmışlığı var. Kısacası, İşçi Partisi’nin dördüncü kez seçim kazanması olanaksız. Ama şu kısa dönemde Brown’a başbakanlık da dar ediliyor.
Durgunluğun faili
ABD’de çıkan konut krizi ve ardından sürüklenen mali kesim zafiyeti İngiltere