Dünya ağır bir mali krizde. Böylesi ortamlarda piyasadaki aktörler sürekli yeni taleplerle gelir. Sanırsınız ki, o verilse mali kriz sona erecek. Oysa kriz derinlerdedir. Ve her hastalık gibi onun da bir süresi vardır. Grip dinlenerek 3-4 gün de atlatılır. İlaç alınırsa da 100 saat sonra iyi olunur. Yani bir fark yoktur.
İşte mali yardım paketi artırılarak ABD meclislerinden geçti. Ama krizin ateşini indirmeye yetmedi. Lehman Brothers hariç hemen her kuruluşa ya yardım edildi, ya başka bir büyük bankaya satışı zorlandı, ya da kamulaştırıldı. O da fayda etmedi. Daha sonra piyasalara inanılmaz likidite verildi. Fakat piyasalar bununla da yatışmadı.
Piyasalar çabuk yatışmaz
Önceki gün FED özel kesimin borç senetlerini 3 ay vadeli biçimde kıracağını açıkladı. Ayrıca dün FED diğer ülke merkez bankalarıyla eşgüdüm içinde faiz indirimi yaptı. Faizler 50 baz puan indi. Fakat sonuç yine sınırlı oldu. Neden?
Çünkü krizi bir günde aşmak ve piyasaların hemen yatışmasını beklemek hayalperestlik olur.
Türkiye ekonomisinin iç talebin düşmesiyle yavaşlamakta olduğu biliniyor. Şimdi buna bir de küresel finansal krizin katkı yapacağı görünüyor. Dış dünyada talep gevşeyince ihracat performansı da düşecektir. Kaldı ki, yurtdışından elde edilen kredi olanaklarının güçleşeceği aşikâr. Bu yıl en fazla yüzde 3’lük bir büyümeyi bekliyoruz. Ama gelecek yıl o da yakalanamayabilir.
Büyüme yavaşlarken ithalat talebi de hızla düşecektir. Kaldı ki, küresel mali krizden öncesi bu eğilim vardı. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, özellikle yatırım malı ithalatında çok belirgin bir düşüş gözleniyor. Gerçi ara malları ithalatında büyük bir artış var ama bu daha çok enerji fiyatlarındaki yükselişten kaynaklanıyor. Miktar açısından toplam ithalatta artış oranı sadece (bu temmuz ile geçen yılın temmuz ayı karşılaştırması) yüzde 1.6. Aynı dönemde imalat sanayii ithalatı miktarı ise hiç değişmemiş. Hatta ana metal sanayii ithalatı yüzde 25 oranında azalmış.
Son birkaç
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz dün sabah NTV ve CNBC-e televizyonlarının ortak konuğuydu. Haftalardır ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke’yi izliyoruz. Son bir haftadır da gözlerimiz Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Paul Trichet’de. İşte bu aşamada Yılmaz’ın açıklamaları bizim için son derece önem taşıyor.
Peşinen belirtelim ki, Türkiye’de bankalar Yılmaz’ın belirttiği gibi, 2001’e göre oldukça sağlam. Yani mali kesimde eskisi kadar büyük bir özkaynak ya da kur riski sorunu yok. Ama bu, hiçbir sorun yaşanmaz anlamına gelmiyor.
Birincisi, ekonomi çok yavaşlarsa kredilerde tahsilat sorunları nedeniyle likidite sorunu yaşanabilir. Kaldı ki, şirketler de yurtdışına aşırı borçlu. Bu borçların çevrilmesinde yaşanabilecek her hangi bir sorun dolaylı olarak bankaları da etkileyecektir.
İkincisi de bankalarımızın yurtdışına çok büyük borçları var. Bunların uzatılması sürecinde yaşanacak sorunlar da hayli sıkıntı verebilir.
Yılmaz, yurtdışındaki talep daralmasının ihracat üzerindeki olumsuz etkilerinin
ABD’de olup bitenler son birkaç gündür Milliyet ekonomi sayfalarında açıklanıyor. Bizde kendi köşemizde bunları değerlendiriyoruz. Malum, ABD bir mali krizle boğuşuyor. Yatırım bankalarının elinde bulunan ve illikit hale gelen konut kredisi teminatları nedeniyle tek mali kurumlar batıyor. Geriye pek bir şey kalmadı. Ama tabii kriz sürüyor.
Şu anda tam bir güven bunalımı yaşanıyor. Yüksek de bir maliyet ödeniyor. Çözüm yolunda atılacak her adımda ise vergi yükü, enflasyon, vb bahaneler öne sürülüyor. Müdahale gecikiyor. Kriz de derinleşiyor.
Şimdi son bahane, Temsilciler Meclisi’nden geçen 850 milyar dolarlık paketin bile çözüm olmayabileceği. Nitekim paket geçince New York borsasında beklenti kalmadı ve satış egemen oldu. Oysa paket geçmeseydi ne olacağı belliydi: Tam bir tıkanma (dead-lock) ve erime!! Akla gelen her çözümün denenmesi, mali sistemin çalışmasını sağlamak gerekiyor.
Şu anda ABD’de kimse diğerine para vermiyor. Dolardaki bu kıtlık ve aşırı talep euro karşısında onun değerini
ABD’de, son zamanlarda da Avrupa’da her Allah’ın günü önemli bir mali kurum devriliyor. Eğer ABD’deki finansal kriz derinleşirse, reel sektörde de çöküşler başlayabilir. Bu durumda da talep azalır. Belki de dolar rezerv bir para birimi olmaktan çıkar. Evet, tezlerden biri bu. İlk bakışta da akla mantıklı geliyor.
Önce krizin daha da olumsuz bir yörüngeye gitmesini değerlendirelim. Kriz varlıklara dayalı senetlerden (asset-backed security) kaynaklandı. Bunlara özellikle yapılandırılmış yatırım aracı (structured investment vehicle) deniyor. Yani bir tür türev. Krizin failleri ya mefulleri aracı broker’lar, hedge-fonlar, private-equity grupları, para piyasası fonları ve banka dışı mortgage kredisi kuruluşları.
Kriz derinleşirse...
Bunların aldığı yanlış risk, kısa vadeli borçlanma ve uzun vadeli borç verme... Ve bunu da katlamalı (leveraged) yapma. Yani hem yanlış bir iş yapılmış, hem de fazla yapılmış. Yapanlar da genellikle gölge banka dediğimiz geleneksel mevduat yetkisi olmayan bankalar. Bu bankaların bir başka özelliği de denetimlerinin sınırlı olması.
ABD’nin şu anda toplam borcu milli gelirin yüzde 34,6’sı. Tüketici kredileri 2000 yılında milli gelirin yüzde 71’iymiş. Şimdi yüzde 100’ü geçiyor. Kriz derinleşirse yüksek verimli bonoların batık oranı yüzde 10’u geçebilir. Kısacası, son yıllarda ABD’de hemen herkesin borç oranları gelirlerini, sermayelerini çok aştı; yani riskler yükseldi.
Kimileri bu durumu 1930’lardaki krize benzetiyor. Ancak o zamanlar işsizlik oranı yüzde 25’ti. Şimdi ise yüzde 6.
O zaman “yitik” ipotekler yüzde 40’ı buluyordu. Şimdi en fazla yüzde 4. Tabii hükümet etkisiz kalır, kriz derinleşirse 1930’lara benzeme olasılığı olabilir. Bernanke ve Paulson’un endişelenmesinin nedeni de bu. “Mutlaka” ve “acilen” bir şeyler yapılması gerekiyor.
Başta borç yükünün azaltılması; kaldıraçlı olarak alınan risklerin düşürülmesi (deleveraging) gerekiyor. Bunun için bir yol, sermaye artırmak ama bankalar bunu yapamıyor. Diğeri, kredi mekanizmasını sürdürmek;
ABD’de Hazine’nin mali kesime yardım için hazırladığı 700 milyar dolarlık paket Kongre tarafından reddedildi. Kafalarda büyük bir karışıklık var. Ve ABD yönetimi yeni bir tasarıyı perşembe gününe Kongre’ye sunabilmek için hazırlıklar içinde. Önce krizi açıklayalım.
ABD’de çıkan kriz konut kaynaklı... 2001 yılında başlatılan gevşek para politikası birçok varlık fiyatını olduğu gibi, konut fiyatlarını da şişirmişti. Bu arada düşük gelir sahipleri hem faizin düşük, hem vadelerin uzun olması nedeniyle (malum likidite bol) yoğun bir konut talebinde bulundu. Fiyatlar sürekli arttığı için ne alan, ne de konuta ipotek koyan mali kurumlar zarar gördü. Yine aynı kurumlar ellerindeki ipotekleri mali teminata çevirerek sattı. Bunu alan bankalar ise kaldıraçlı olarak hedge-fonlara ya da başka alanlara paraları yatırdı.
Zamanla konut talebi düşmeye başlayınca ya da para politikası sıkılaştırılınca konut fiyatları düştü. Bunun üzerine ipotek teminatları hızla değer kaybetti. Yatırım bankaları çok büyük
Bu ramazan Allaha büyük gelmesin ama ağzımızda tat tuz bırakmadı. Önce Deniz Feneri yolsuzluğu patladı. Bunun üzerine Başbakan medyaya çekidüzen vermeye kalktı. Arkasından CHP, Dengir Fırat hakkında iddialarda bulununca o da CHP hakkında çeşitli densizlik yaptı. Bir de ABD’deki kriz derinleşti. Bayrama bu havada giriyoruz.
Ramazan ve oruç hakkında kelam yürütmek bize düşmez. Ancak şunu belirteyim ki, modern yaşamda orucu sürdürmek kolay değil. Buna rağmen Müslüman ülkeler içinde Türkiye Ramazan’ı layıkıyla uygulayanlardan. Arap ülkelerine gitseniz dükkânların akşama kadar kapalı, iftardan sonra gece geç vakitlere kadar açık olduğu görürsünüz. Orucu uykuya yatırmanın nefs terbiyesiyle ne alakası var? Allah’ı aldatmak mümkün mü?
Malum, oruç Allah rızası için olsa da, insanın nefsini terbiyeyi amaçlar. Geçen yıl iftar vaktine yakın arabamda iki kızımla Gayrettepe’den eve gidiyordum. Kavşakta yeşil ışık yandı ve karşıya geçerken birdenbire solumda bir araba