Bir hafta önce TAV CEO’su Sani Şener’in oğlunun düğününde Doğan Holding’in patronu Aydın Doğan’ı görünce kendisine 4 Şubat tarihindeki “Aydın Doğan’ın kur sorusu” başlıklı yazımı hatırlattım. Malum, o dönemde yine Aydın Doğan’a rastlamış ve onun sorusu üzerine doların yaza doğru 1.50 TL’nin altına gevşeyeceğini belirtmiştim.
Fakat bu tahminden okurlar da yararlansın diye, sohbeti köşemde dile getirmiştim. NTV’de dostum Mahfi Eğilmez bu sayede Aydın Doğan’ın bir hayli para kazanmış olabileceğini sıklıkla dile getiriyor. Orasını ona sormak gerek.
Yılbaşında kur tahmini yaparken hemen her gün gelecek aylara ait olası döviz hareketlerini hesaplıyordum. Tabii çok zor bir işti. Bir sürü varsayım gerektiriyordu. Bu varsayımlarımın büyük çoğunluğu gerçekleşti ve benim de tahminim tuttu. Gerçi hiç tahmin edemediğim (ama tahminlerimi yanıltmayan) gelişmeler de yaşandı. Örneğin ödemeler dengesi verilerindeki net hata noksan verileri...
Kaynağı belirsiz döviz girişi
Geçen yıl (2008) ödemeler dengesi tablosunda net hata noksan tam 1.9 milyar dolar fazlalık gösteriyordu. Üstelik mayıs ve haziran ayında tam 7.4 milyar dolarlık aksi yönde (çıkış) döviz hareketi gözlenmişti. Her ikisi de son
Son yerel seçimlerde DTP 2.3 milyonun biraz altında, toplamda da yüzde 5.7 oy aldı. Eğer bu rakamlar Kürt kökenli nüfusu yansıtıyorsa, Kürt sorununun çözümünde tek muhatap DTP olmalıdır. Ancak DTP’de siyaset yapan birçok kişi ülkedeki Kürt kökenli nüfusun 20 milyona dayandığını savunuyor. Yok bu rakam doğruysa, o takdirde tek başına DTP ile müzakere tümüyle yanlıştır.
Milliyet birkaç haftadır konuyla ilgili farklı bakışları okuyuculara yansıtmaya çalışıyor. Ancak medyada bakıyoruz konu sadece günlük gelişmeler düzeyinde işleniyor. Malum, ülkemizde ekonomi ne denli sorunluysa, basın da o denli sorunlu.
Gazetelerin manşetlerinde iki konu gözleniyor. Manşet üstünde bikinili bir ikoncanın Bodrum (Türkbükü’ndeki) son fotoğrafı. Hemen altında hükümetin Kürt açılımına ilişkin son gelişme. Buyurun, beraberce değerlendirin! Medya bu halde olunca, sorunlar da böyle oluyor!!
Medyasız demokrasi olmaz
Medya demokrasinin en önemli unsurlarından biri. Fakat hemen her kamuoyu araştırmasında toplumun medyaya güven duymadığı çıkıyor. Kaldı ki, bir ülkenin Başbakanı kalkıp “Gazetelere güvenmeyin, okumayın” derse basın nasıl güven kazansın?
Dünyanın birçok ülkesinde gazete tirajları
1979 yılında listelere The Buggles grubunun “video killed the radio star” isimli bir parçası girmişti. Parçanın liriği, televizyonun, radyoda şarkıları çalan yıldızı öldürdüğünü söylüyordu. 1980’li yıllarda televizyonlar gazeteleri de boğmaya başladı. Birçok ülkede gazete tirajı düştü. Buna karşı alınan birçok tedbir de pek sonuç vermedi. Artık cep telefonundan tutun, internete dek haber alma olanakları sürekli gelişiyor.
Toplumlar daha az mı okuyor? Hayır. Ama giderek “daha az gazete” okuyor. Bununla beraber, batıdaki gazetelerin tiraj kaybıyla, Türkiye’deki kayıp biraz farklı. Batıda nüfus giderek daralıyor, yaşlanıyor. Türkiye’de genç ve okur-yazar oranı da giderek artıyor. Eğitim düzeyi de yükseliyor. Normal koşullarda gazete okuyucusunun (bırakınız azalmasını) artması gerekiyor.
Haberin hızlı duyulması anlamında televizyon ve radyo elbette gazeteleri aşıyor. Elbette gazeteler hızlı birer haber kanalı olamaz. Fakat televizyonların yansıtamadığı olayları farklı bir pencereden verebilir, ayrıntıya girebilir.
Köşe yazarları
Öte yandan, Türk gazeteleriyle Batı gazetelerinin temel farklılığı Türkiye’de belli köşelerin belli yazarlar tarafından tutulmuş olmasıdır. Bizde
Siyasete girmiş çoğu kişi akademik unvanını kullanmaz. Malum profesör, doçent gibi unvanlar bir akademik derece kadar, görevi yahut rütbeyi ifade eder. Bu nedenle üniversite dışında kullanılması doğru değildir. Unvanı alıp dışarıda kullanmak bir yana, bakıyoruz son yıllarda giderek daha fazla kişi üniversite dışından akademik unvan elde ediyor. İşe giderken, diğer yandan da doktorasını tamamlıyor.
Sonra aklına doçent olmak geliyor. Oysa doçentlik doktoradan farklı olarak bir akademik derece değil, bir görev unvanı... Böylece yaşamında hiç ders vermemiş yahut hiç öğrenci yetiştirmemiş bir kişi doçentlik unvanını elde ediyor. Garabet katmerleniyor. Hatırlarsak eskiden doçent olmak için ders verme sınavı olurdu. Artık o da, tıpkı ikinci dil zorunluluğu gibi, kalktı. Böylece doçent olmak için ders verebilme ehliyeti aranmaz oldu. Kısacası bilim adamlığı ucuzlatıldı.
Tepsiyle diploma
Kaldı ki, bir akademik unvan olan doktoranın bir hobi gibi, iş çıkışlarında okula uğrayarak sürdürülmesi çok anormal. Fakat Türkiye’de kimi
Nihayet kimi ekonomistler Merkez Bankası üzerinde etkili olduklarını düşünebilir. Tabii kimisi de bunun hükümet baskısı ile gerçekleştiğini sanabilir. Uzun süredir Merkez Bankası düşük faiz politikası sürdürüyordu. Çarşamba günü Başkan Yılmaz’ın açıklamasıyla bunu bir süre daha değiştirmeyeceğini, hatta faizleri daha da düşürebileceğini ilan etti.
Pekiyi, kimilerinin beklediği gibi kur yükseliyor mu? Hayır! Neden? Çünkü yıllardır yazdığımız üzere kur üzerindeki en etkili etmen iç faiz oranları değil, küresel likiditenin hareketleri. Hep belirttiğimiz gibi, ekonomi bilimi işadamlarına ya da bankacı türevlerine bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Merkez Bankası bu ara faizleri daha da indirse bile, döviz kurundaki gevşemeye engel olamaz.
Önceki gün Merkez Bankası hükümete bir mektup yolladı. Bu mektupta gerçekleşen enflasyonun, hedeflenenin altında kalmasını kaleme aldı ve üç aylık enflasyon raporunu hükümete sundu. Yani bu şaşmayı nedenleriyle açıklamaya
İş dünyası ve ekonomi çevreleri birkaç yıldır izlenmesi gereken makroekonomik politikaları tartışıyor. Ancak iş dünyasını bir tarafa bırakalım; çünkü çok para kazanmak ekonomiden anlamayı sağlamaz. Aksi geçerli olsaydı, küresel krizden çıkışı Ben Bernanke’ye değil, Warren Buffet ya da Bill Gates’e sorarlardı. Ekonomi işadamlarına bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
Önce Asaf Savaş Akat sıkı para politikasını eleştirerek bunun sanayisiz bir büyümeye yol açtığını, yapılan yüksek katlı binaların ise sanal bir refah artışı sağladığını savundu. Ardından Ege Cansen asıl sorunun düşük kur politikası olduğunu, sıkı para politikasının asıl amacının ise düşük kur olduğunu savundu. O da bu politikanın mahzurlarından bahsetti.
IMF’nin hatalı haritası
Biz ise çok daha önce bir başka sıkıntıya parmak bastık. Küresel likidite bolluğu olgusu IMF tarafından tasavvur edilemediği için mevcut programın dış dengeyi sağlamayacağını, bu nedenle mali disiplinin sıkılaştırılmasıyla Merkez Bankası’nın rezerv biriktirme politikasının
Türkiye 19 Temmuz’da bir devrimi gerçekleştirdi. Kapalı olan kamusal alanlarda “başkalarının rahatsız olmaması için” sigara içilmesi yasaklandı. Bu tür yasakları birçok gelişmiş Batı ülkesi de uyguluyor. Ben de bu konuda Ege Cansen gibi düşünüyorum; Türkiye bu tutumuyla gelişmiş ülkelerle aynı toplumsal normlara sahip olduğunu göstermiş oldu.
Sigara serbestisi ezilen ülkeler içindir. Zengin ülkeler sigara üretip onlara satar. Ancak Türkiye farklı olarak hem sigarayı kendisine yasaklıyor, hem de diğerleri gibi fakir ülkeleri sigara içmeye zorlamıyor.
Yurtta sağlık, dünyada sağlık!
Sigara yasağına haliyle karşı çıkanlar da var. Örneğin bir yemek ustası olan dostum Meral Tamer ve yine çok sevgili dostum Asaf Savaş Akat yasağa karşı çıkan yazılar yazdı. Mehmet Yılmaz da benzer biçimde yasağa karşı yazı yazdı. Hepsi bilinen biçimiyle konuyu özgürlüklere dayıyor.
İntihar suç değildir, ama...
Hukuk fakültelerinin birinci sınıfında okuyanlar konuyu gayet iyi bilir;
Birkaç ay önce eski bir öğrencim, fakat şimdi değerli bir meslektaşım, olan Dr. Sadullah Çelik, bu yıl Sydney’de toplanacak olan Hesaplanabilir Ekonomi Konferansı için (Computational Economics Society) hazırladığımız çalışmayı sunmaya gidemeyeceğini belirtti.
Sadullah şu ara üç küçük bebekle evde tam bir kriz yaşıyor. Bu durumda dünyanın belki en güzel kentine gidip sunumu yapma külfeti bana düştü!
Tek sorun, yolda duracağım Hong Kong’da yaz, ama Sydney’de kış olmasıydı. Bavula hem kışlık hem de yazlık koymak zorundaydım. Neyse ki Sydney’de hava çok soğuk değildi. Durumu idare ettik.
Konferans Çin mahallesinin dibindeki Sydney Teknoloji Üniversitesi’ndeydi. Yer ayırttıkları otel de çok yakındaydı. Sydney’de her milletten insan var, ama Çinliler en kalabalık olanı. Hong Kong’dan sonra Çinlilerden yine uzak kalmadık diyebiliriz!
Genel denge
Konferansı kısaca özetleyeyim: Dünyanın her yerinden 250 kadar ekonomist gelmiş. Bu kadar uzak bir noktaya bu kadar katılım olması önemliydi.
Çoğu