Nihayet önceki gün Başbakan Erdoğan yanına Merkez Bankası Başkanı Serdengeçtiyi alarak Yeni TLyi tanıttı. Yeni TL temel olarak basit bir süreç. 1 Ocak 2005 tarihi itibariyle 1 milyon TL 6 sıfırdan kurtularak 1 TL olacak. Böylece 1 TLden daha düşük birimler de kuruş olarak ifade edilecek. Mesela 500.000 TL 50 kuruş, en küçük para birimi olarak da 1 kuruş, yani şimdiki 10.000 TL olacak. Şimdi akıllara gelen soruları yanıtlayalım. En başta kolaylık. Mesela devletin bütçesini katrilyonlarla ifade ediyorduk. Şimdi milyarla ifade edeceğiz. Yabancılar, özellikle turistler çok zorlanıyordu. Biz bile bazen fiyatları telaffuz etmekte zorluk çekiyoruz. İkincisi, küçük birimler neredeyse tedavülde olamıyor, bozuk para sürekli geçersizleşiyor ve adeta enflasyon körükleniyordu. Örneğin, şimdi tekrar 1 kuruş çıkacak. Bu 10.000 lira demek. Ama elimize 10.000 lira pek geçmiyor. Hatta 25 bin lira bile. Demek ki, bozuk para kalmadığından fiyatlar yukarı doğru yuvarlanmış.Madem iyi bir şey, neden şimdiye dek geçmedik?Bir anlamı olmayacaktı. Çok yüksek olan enflasyon sık sık sıfır atma zorunluğu yaratacaktı. Mesela anlamsız biçimde beş altı yılda bir yeni YTL, yahut başka adlarla para birimleri
Bu yıl dikkatimi çeken ilk olay, Eminönünün ortasında gündüz vakti birçok kişinin ayaküstü yemek yiyebilmesiydi. Önceleri pek görmediğimiz bir manzaraydı bu. Öte yandan bir an önce iftara yetişmek için alelacele yiyecekleri torbasına dolduranlar ise çoğunluktaydı.Dikkatimi çeken ikinci olay ise, öbek öbek satılan hurmalardı. Ramazanlarda lokantalarda, hatta evlerde hurmayla oruç açılması iyiden iyiye yaygınlaşmış ki, envai çeşit hurma çarşıda satılır hale gelmiş. Cezayir hurması, Ürdün hurması, nihayet Medine hurması. Tezgahlarda en az beş altı çeşit hurma var. Tabii Medine hurması en pahalısı. Neden mi? Herhalde Allahın elçisi Medinede oruç tutarken oranın hurmasıyla oruç bozduğu için. Oysa İslam evrensel değil mi?Bizde uzun yıllar hurma pek bulunmazdı. Arabistandan getiren de olmazdı. Bu nedenle ne iftar sofralarında, ne de çarşı tezgahlarında hurma yerine, biçimi hurmayı andıran, ama daha küçük olan zeytinle oruç bozma adeti gelişmişti. İşe bakın, sırf ezik büzüklüğü benziyor diye, apayrı iki yemiş iftarda kullanılıyor. Oysa biri ekşi, biri tatlı. Ne hurmayla ne de zeytinle oruç açmanın kerametini çözememişimdir. Suyla açsan ne olur ki? Zaten yaşamımızda en kaçınılmaz olan da
Direnç savlarından biri Türkiyenin büyük nüfusu. İddiaya göre tam üyelik aşamasında Türkiye 90 milyon nüfusa sahip olacak. İşte bu boyut da Avrupayı ürkütüyor. Oysa bu doğru da değil. Nüfus artış hızında bir değişiklik olmasa bile, Türkiye 2014te en fazla 81 milyon olacak. Hatta olasılıkla otuz yıl sonra nüfus küçülmeye başlayacak.Ülkemizde nüfus konusuna yeterince eğilinmiyor. TAPV ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Merkezi dışında konuyla ilgilenen yok gibi. Bundan 20 gün kadar önce Türkiye Aile Planlaması Vakfı (TAPV) tarafından düzenlenen "Türkiye ve Avrupa Birliğinde Nüfus, Üreme Sağlığı ve Uluslararası Göç" konulu konferansta ise çok önemli konular tartışıldı.Bir zamanlar ekonomide genel bir görüş vardı; nüfus artış hızı ekonomik büyümeyi de beraberinde yaratır. Dolayısıyla kaygıya da yer yoktur. Üstelik nüfus artış hızı bir süre sonra durulacağına, hatta zamanla azalacağına göre sorun göz ardı edilebilir. Gerçekten şu anda AB içinde nüfusu düşen ülkeler var.Türkiyenin iddiası ise; AB nüfusu yaşlı olduğundan sosyal güvenlik sistemini sürdürebilmek için genç nüfusa sahip ülkelerin katılımı şart. İşte bu nedenle de Türkiyenin içeriye alınması gerek. Üstelik böylece
Özal kamudan özel kesime nitelikli personel kaçışını engellemek için yüksek düzeydeki memurların maaşlarını katsayı dışında olanaklarla yükseltmişti. Ancak bu sefer zaman içinde düşük düzeylilerin sıkıntısı arttı.Bu nedenle son yıllarda düşük düzeyli memurlara daha yüksek zam yapılıyor. En düşük kamu görevlisinin ücreti 2005te yüzde 12.1 artarken, memur maaşına ortalama yüzde 10.7 artış yapılıyor. Yüksek dereceli memurlara zam ise yüzde 8,1le sınırlandırılıyor.Emeklilere gelince. Bu kesimin maaşı 2005 yılında yüzde 8.4 ile 12.5 arasında artırılıyor. Enflasyon yüzde 8de kalırsa bu kesimin satın alma gücü korunmuş, hatta birkaç puanlık rahatlamış olacak. Özetle, 2005te enflasyon hedefi tutarsa kamuda çalışanların satın alma gücü korunacak, hatta biraz artacak.Acaba daha fazla zammı bütçe kaldırır mıydı? Yıl sonunda olasılıkla personel harcamaları 29.3 katrilyon olacak. Bu milli gelirin yüzde 6.9u ediyor. 2005 yılında yapılan zamlarla birlikte personel kalemi 32.4 katrilyon, yani milli gelirin yüzde 6.7si olacak. Kısacası, tüm reel artışlara rağmen, bir miktar tasarruf görünüyor. Memur maaşlarındaki artış (yüzde 11) enflasyondan 3 puan fazla. Ancak, eğer bu fazlalık 5 puan olsaydı, 1
Önceki gün Maliye Bakanı Unakıtan 2005 bütçesini tanıtırken borç dinamiklerinin de olumlu yönde geliştiğini savundu. Oysa Unakıtanın kendi gösterdiği grafikte bile, net kamu borç stokunun yıl sonunda milli gelir içinde sadece yüzde 2 oranında düzeleceği görülüyordu. Üstelik 2004 yılında milli gelir rekor biçimde yüzde 10 civarında büyümüş olacak. Ve daha da öte kamu maliyesinde disiplin de son derece başarılıydı. Demek ki, bir şeyler ters gidiyor. Kamu maliyesinde 2004 yılında görülen diisplin son derece başarılı. Aşağıdaki ilk tabloda bu başarı gözleniyor. Kamu başarılı, ama 2004 hedef 2004 tahminBütçe açığı 46.3 34.0Faiz dışı fazla 19.3 21.2 Kısacası, faiz dışı fazla neredeyse 1 katrilyon daha fazla olmuş ve bütçe açığı da 12 katrilyona yakın daha az gerçekleşmiş. Bu bir katrilyonluk fazlaya rağmen borç rakamı düşmemiş, artmış. Ve milli gelir içindeki payı da ciddi biçimde düşmemiş.İç borcun toplamı 143.1 milyar dolar. Kamunun dış borcu da 63.8 milyar dolar. Yani toplam 207 milyar dolarlık kamu borcu var. İç borcun da bir kısmı döviz cinsinden; bu rakam 26.6 milyar dolar. Yani kamunun döviz cinsinden borcu 90.4 milyar dolar. Kamu borcu bütçeden tasarruf yapılarak ödeniyor. Ve
2005 yılında da IMF ile stand - by anlaşması sürecek. Yani sıkı maliye politikasının devam etmesi gerekiyor. Yani kamunun az para harcayıp çok para toplaması gerekiyor. Ancak 2004 yılındaki inanılmaz büyümeye rağmen, 2005te büyümenin ciddi biçimde yavaşlayacağı düşünülüyor. Bu nedenle vergi toplamak da o denli zorlaşacak demektir.Bununla beraber Unakıtanın konuşmasında iki nokta çok ciddi biçimde dikkatimizi çekti. Birincisi, 2004 bütçesindeki inanılmaz başarı. 2003 yılına göre (ocak - eylül döneminde) giderler yüzde 5 kadar artarken, gelirler yüzde 22.5 oranında artmış. Hal böyle olunca da bütçe dengesinde (nominal rakamlarla) yüzde 29luk bir açık azalması gerçekleşmiş. Buradaki başarının bir nedeni elbette çok hızlı büyümeye bağlı olarak kamu gelirlerindeki hızlı artış. Bu dönemde özellikle KDV ve ithalat vergileri önemli bir katkıda bulundu. Ancak aynı dönemde hızlı büyümeye rağmen harcamalardaki frenin tutturulabilmesi hükümetin önemli bir başarısı.Unakıtanın sunumunda dikkatimizi çeken ikinci nokta ise, bu yapının 2005 bütçesinde sürdürülmemesiydi. Gelirler yüzde 16, giderler ise yüzde 9 artacak, böylece açık da yüzde 14 oranında düşecekti. Ancak, 2005 yılında aynı oranda
2004 büyüme tahmini yüzde 5ti. Öyle anlaşılıyor ki bu öngörü fazlasıyla aşılarak, yüzde 9a yakın bir düzeye ulaşılacak. 2004 yılındaki bu müthiş performans daha çok yıllardır ertelenmiş dayanıklı tüketim malı alımlarıyla yatırımların telafisi nedeniyle elde edildi. Zamanla yatışacağını önceki yazılarımızda belirtmiştik. Bu nedenle yeni büyüme öngörüsünün yüzde 5e çekilmesi gayet makul görünüyor.Kaldı ki bunun iki nedeni daha var. Birincisi, zamanla ne kadar düzelse bile, dünyada oluşan bu yüksek petrol fiyatları global büyüme üzerinde hasar yaratacaktır. Ayrıca, yüksek enerji maliyetleri Türkiyeyi de arz yönlü olumsuz etkileyecektir. İkincisi, Irakta istikrarın çabuk sağlanamayacağı anlaşılıyor. Bu da Türkiyenin içinde bulunduğu iklimin çabuk iyileşmeyeceğini gösteriyor. Gerçekleşmeyi görmeden ne plan yapılabilir, ne de hedef saptanabilir. Bu nedenle önce 2004 tahminlerinin ya da hedeflerinin ne denli tuttuğunun görülmesi gerekiyor. Ancak yüzde 5lik bir büyüme hızı iki bakımdan yetersiz kalıyor. Birincisi, borç dinamikleri bakımından bu hızlı bir iyileşme anlamına gelmez. Hele hele 2005 yılında bir kur düzeltmesi yaşanırsa, milli gelirde çok daha yüksek bir performans
Aradan 30 yıl geçti. Hala Avrupada çalışan çok sayıda işçi var. Eğer ABye tam üye olursak bu paralar ne olacak? Bu paralar artacak mı, azalacak mı? Birkaç ay önce IMF bünyesinde Jacques Bougha - Hagbe tarafından Fas için bir araştırma yayımlanmıştı. Malum bir sürü Faslı Fransadan ülkelerine her yıl 3 - 4 milyar dolar yolluyor. Ve bu da milli gelirin yüzde 9una varıyor. Kısacası, Fransız ekonomisi adeta Fası besleyen ana kaynak.Araştırmada dikkat çeken bir konu da bu paraların giderek azalmadığı, aksine arttığı. Sayısal olarak Faslıların daha fazla göç ettiği düşünülse de, bu, artışı açıklamıyor. Anlaşılan ya Faslılar daha fazla para yolluyor, ya da gelirleri artıyor.Kuşkusuz para göndermenin altında yurtseverlik ve aile bağlılığı yatıyor. Dayanışma duygusu, aynı zamanda da anavatanda bir yuva arayışı bunu destekliyor. Emlak talebi de bu nedenle gelişiyor. Kur da yardımcı oluyor. Mesela kur uygun olunca emlak ucuzluyor, daha fazla para yollanıyor.İlginçtir yıllar geçse de, Faslıların ülkeleriyle bağları kopmuyor. Daha fazla para yolluyorlar. İşçi dövizlerinin devamlılığını arzulayan hükümetler anavatanla bağların sürmesini destekliyor. Radyolar, gazeteler ve daha birçok yolla